Erzurum Milletvekili Dr. Cengiz Yavilioğlu, Cumhurbaşkanının tarafının cumhur olduğunu belirterek "Tarafsız Cumhurbaşkanı projesi, Erdoğan'ı siyaseten bitirmeyi amaçlıyor.
Erzurumajans-Cumhurbaşkanı seçimi süreci üzerinde değerlendirmelerde bulunan Erzurum
Milletvekili Dr. Cengiz Yavilioğlu, Cumhurbaşkanının tarafının cumhur
olduğunu belirterek "Tarafsız Cumhurbaşkanı projesi, Erdoğan'ı siyaseten
bitirmeyi amaçlıyor. Milletimiz bu oyuna gelmeyecek ve ilk turda sayın
Erdoğan'ı köşke taşıyacaktır." dedi.
Yavilioğlu, Cumhurbaşkanı
seçimine ilişkin değerlendirmesinde, "Başta 17 Aralık Darbe Koalisyonu
olmak üzere Yeni Türkiye'nin karşısındaki Yeni Muhalefet bloku, başta
siyaset alanı olmak üzere büyüyen ve güçlenen bir Türkiye'ye karşı
direnç cephesini bu kez de Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde
Erdoğan'ın adaylığı üzerinden kurmaya başladılar." görüşünü dile
getirdi.
Başbakan Erdoğan karşısında oluşturulan cephenin,
Erdoğan'ın farklı zamanlarda söylediği "Cumhurbaşkanlığı vitrin makamı
değildir. Siyasetin tepe noktasıdır? Seçilirsem, tarafsız bir
Cumhurbaşkanı olmayacağım. Anayasanın verdiği yetkileri sonuna kadar
kullanacağım. Bakanlar Kuruluna Başkanlık yetkisi dahil." sözüyle ortaya
koyduğu iradeden çok rahatsız olduğuna işaret eden Dr.Yavilioğlu:
"Erdoğan'ı, cumhurbaşkanlığı makamında statükoyu rahatsız etmeyecek
şekilde görev yapmaya mahkum ederek siyaseten bitirmek istiyorlar.
Şimdiden Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığının üzerinde meşruiyet krizi
üretmenin zeminini hazırlıyorlar." değerlendirmesinde bulundu.
Dr. Yavilioğlu'nun Cumhurbaşkanı seçimi sürecine ilişkin değerlendirmelerinden satırbaşları:
ERDOĞAN'I SİYASETEN BİTİRME PLANI: TARAFSIZ CUMHURBAŞKANI
Böylece parlamento seçimlerinde yenemedikleri, cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde de yenemeyecekleri artık alenileşen Erdoğan'ı,
cumhurbaşkanlığı makamında statükoyu rahatsız etmeyecek şekilde görev
yapmaya mahkum ederek siyaseten bitirmek istiyorlar. Şimdiden Erdoğan'ın
Cumhurbaşkanlığının üzerinde meşruiyet krizi üretmenin zeminini
hazırlıyorlar. Bu nedenle "seçilecek cumhurbaşkanının tarafsız olması,
yetkilerini teamüller içerisinde kullanması ve parlamenter sistemin
ilkeleri dışında yürütmeye müdahalede bulunmaması gerektiğini" her
mekanda dile getiriyorlar. Cumhurbaşkanlığı makamını "Noterlik Makamı"
haline düşürmek istiyorlar.
Demokratik bir devlette sanki olmazsa
olmaz kurallarmış gibi sunulan bu şartların aslında milleti aldatmak
için piyasaya sürüldüğü aşikardır. Milletin zekasıyla alay edilmektedir.
Niye mi? Mesela, bir cumhurbaşkanının"tarafsız olması gerekir"
denildiğinde herhalde o adayın seçim sürecinde de "hiçbir partiyle
ilişkisinin olmaması, aleni olarak bir partinin ideolojisini
dillendirmemesi, amblemi altında fotoğraf vermemesi ve partililer
tarafından da 'bizim adayımız' diye sahiplenilmemesi" gerekir. Peki
şimdi çıkarılan çatı aday, bizatihi MHP, CHP ve diğer partilerin "parti
kimlikleriyle" destekledikleri bir aday değil midir? Her bir parti,
kendi parti önceliklerine göre adaya milliyetçi, laik, çağdaş veya
sosyal demokrat vasfı yüklemiyorlar mı? Doğal olarak şayet adayları
seçilirse, kendi çizgileri içinde bir cumhurbaşkanlığı yapmasını
beklemiyorlar mı? Doğrusu bu gayet de normal bir beklentidir ama aynı
zamanda adaylarının taraf olması demektir.
"Siyaset üstü/dışı
olmak" ve "tarafsız olmak" vurgusu ve beklentisinin "karanlık
dehlizlerin" ürünü ve gerçeklikten uzak olduğu çok açıktır. Zira,
tarafsız ve aynı zamanda yasama, yürütme ve yargıya müdahale etmeyen bir
cumhurbaşkanını yakın ve uzak tarihimizde bulmak imkansızdır. Öyle veya
böyle her cumhurbaşkanı bu alanlara müdahale etmişlerdir. Özellikle
1993-2007 arasında görev yapan cumhurbaşkanları taraf olmalarıyla ve
tuttukları tarafın lehine müdahaleleriyle tanınan şahsiyetlerdir. Zaten
1960 Darbesi sonrasında, tıpkı Milli Güvenlik Kurulu ve Anayasa
Mahkemesi gibi Cumhurbaşkanlarının da halka karşı sistemin "emniyet
supabı" olarak işlev görmeleri istenmiştir. O dönemden sonra, Gül ve
Özal hariç, bütün cumhurbaşkanları da bu görevi hakkıyla yerine
getirmişlerdir.
ÖNCEKİ CUMHURBAŞKANLARI TARAFSIZ MIYDI?
Şimdi
örnekleriyle, 17 Aralık Darbe Koalisyonunun ve ortaklarının önerdikleri;tarafsız ve yürütmeye müdahalesiz bir cumhurbaşkanı var olup olmadığına
bir bakalım. İşte bazı
örnekler:
- Demirel, 1997'de 55. Hükümeti
kurma yetkisini, çoğunluk milletvekili sayısına sahip olan ve aralarında
koalisyon protokolü bulunan partilere değil, azınlık milletvekiline
sahip ANAP'a vererek, unutulmayacak bir yasama ve yürütme müdahalesine
imza atmıştır.
- 28 Şubat döneminde askerlerin verdiği brifinglerin
gereğini yapmak üzere Demirel tarafından Cumhurbaşkanlığı Çalışma Grubu
oluşturulmuştur. Bu grup, brifingleri esas alarak birçok rapor
hazırlamıştır. Raporların ilgili konuları, gereği yapılmak üzere
başbakanlık, bakanlıklar ve ilgili kurumlara gönderilmiş ve takibi
yapılmıştır. Bu anlamda Demirel tarafından Erbakan'a ve bazı
Bakanlıklara çeşitli defalarda gönderilen mektuplar meşhurdur.
- 28
Şubat 1997 tarihli MGK toplantısında gündeme getirilecek olan "İrticai
Faaliyetler Raporu" önceden Demirel'e sunulmuş, bu faaliyetlere ilişkin
alınacak "ÖNLEMLERE" Cumhurbaşkanlığınca önemli katkı yapılmış, bu metin
ise 28 Şubat post-modern darbesinin belkemiğini oluşturmuştur.
-
Demirel'in 17 Ocak 1997'de Genel Kurmay başkanıyla "İrticai Faaliyetler"
konulu yaptığı görüşmenin ardından, Hükümete ve Meclise yönelik tavrını
"Eğer Meclisi fesih yetkisi Cumhurbaşkanında olsa, bugün şikayetçisi
olunan pek çok hususla karşılaşmayız. Herkes ona göre hareket eder,
sorumluluğunu bilir." şeklinde dile getirmiştir. Bu ifade, bırakın
yasamaya ve yürütmeye müdahale etmeyi, şartlar oluştuğunda onları
feshetme niyetinin ifadesidir.
- 1997 tarihinde, Demirel tarafından
Necmi Yüzbaşıoğlu ve Erdoğan Teziç'e İHL ve Kur'an Kursları Raporu
hazırlattırılmıştır. Daha sonraki tarihlerde sekiz yıllık eğitim ve
katsayı gibi uygulamalarla İHL'lerin ve Kur'an Kurslarının sayısının
azaltılması ve sonrasında kapatılması işlemlerinin bu rapor içeriğiyle
birebir uyumlu olduğu görülmüştür.
- Demirel, 28 Nisan 1997
tarihinde "28 Şubat Kararları bir süreçtir. Madem altında Hükümetin
imzası var, 8 yıl kesintisiz eğitim dahil hepsi uygulanacaktır. MGK
danışma organı değildir. Anayasa'ya göre aldığı kararları Hükümete
tavsiye etmiyor, bildiriyor? Gereği neyse yapmalısınız." deyip, hükümete
müdahalenin en üst örneğini vererek 28 Şubat'ta tamamen darbeciler
tarafında yer almıştır.
- Ahmet Necdet Sezer ise, yürütmeye en
bilinen müdahalesini Anayasa fırlatmakla yapmıştır. O olaydan sonra
koalisyon hükümeti dağılmış, zaten krizde olan siyasal alan daha da
derin bir krize sürüklenmiştir.
- Sezer'in yürütmeye yönelik
teamüllerinden birisi de Meclisten gelen kanunları Meclise geri
göndermek ve iptal davası açmak olmuştur. Bu dönemde; 22 Kanun için
Anayasa Mahkemesi'nde iptal davası açılmış, 70 Kanun ise Meclise iade
edilmiştir. 1962'den Sezer döneminin sonuna kadar toplam 131 Kanun
Meclise geri gönderilmiştir. Sezer döneminde iade edilen kanunlar,
1962-2007 döneminde iade edilenlerin yarısından fazlasını oluşturmuştur.
- Yine Sezer döneminin yürütmeye müdahale örneklerinden birisi de
atamalar aracılığıyla olmuştur. Bu dönemde hükümet tarafından yapılan
bürokrat atamalarının çoğunluğu irticai gerekçelerden dolayı kabul
edilmemiştir.
Özetle; Demirel, 28 Şubat Darbesinde sivil alandan
yana tavır almamıştır. Aynı şekilde Sezer'de 27 Nisan e-muhtırasında
halkın tercihlerinden/iradesinden yana tavır koymamış, 367 Krizinin
yaşanmasının yolunu açmıştır. Bu dönemlerde ortaya çıkan sosyal, siyasal
ve ekonomik maliyetlerin boyutlarının ne olduğunu daha iyi anlayabilmek
için, benimde içerisinde görev aldığım Meclis Darbeleri Araştırma
Komisyonunun hazırladığı Rapora bakmak yerinde olacaktır.
STATÜKO İÇİN TARAFSIZLIK: HALKA KARŞI KURALSIZ MÜDAHALE
Yukarıda sıraladığımız oldukça sınırlı örneklerde de görüldüğü gibi;
Gül öncesi iki Cumhurbaşkanı da yürütmeye olabildiğince müdahale
etmişlerdir. Bu dönemlerde müdahale istisna değil, esas olmuştur.
Müdahalelerin içeriğine bakıldığında, genellikle tekçi, ulusalcı,
seküler, devletçi ve seçkinci yapının korunması için yapılan çoğunlukla
"kuralsız müdahaleler" olduğu görülmektedir.
Örnekler bize, 17
Aralık Darbe Koalisyonunun iddia ettiği gibi, geçmiş dönem
cumhurbaşkanlarının asla tarafsız olmadığını göstermektedir. Örneklerden
hareketle Erdoğan'ın tarafsız olması gerektiğini istemek ise, aslında
Erdoğan'a "taraf tut, ama tuttuğun taraf statükonun tarafı olsun"
demektir.
Bu dönemlerde oluşan teamüllerin büyük çoğunluğu, "halka
karşı, halkın inanç ve değerleriyle kavgalı, en temel insan haklarına
bile tahammülsüz, anti-demokratik ve farklılıkları tehdit olarak gören"
bir ruh taşımaktadır. Bu teamüllere göre hareket edeceğini halka
açıklayan bir adayın Türkiye'de seçilme imkanının artık olamayacağını
her akıl sahibi bilir. Seçim sürecinde halka söylemeyip seçildikten
sonra bu teamüllere göre davranmak ise halka ihanet etmektir.
BİTARAF OLANLAR BERTARAF OLMAYA MAHKUMDUR
Unutmamak gerekir ki siyaset, taraf tutmaktır; tarafların olması ve
her bir tarafın kendi amaç ve çıkarlarının gerçekleştirilmesi için
yasalar içinde mücadele etmektir. Taraflar yoksa, siyaset de yok
demektir. Siyasette, taraf olacak kadar güçlü olmayanlar, bîtaraf olsa
da, her taraf olsa da bertaraf olmaya mahkumdur. Siyasette, bir tarafta
olmak demek ise, karşı tarafta olmak demek değildir. Tarafsız siyaset
iddiası her şeyden önce siyaset yapan kurumların kendini ve temsil
ettikleri halkı inkar etmesi anlamına gelmektedir. Halkın iradesinin ve
sorunlarının tek çözüm mercii olan siyaset kurumuna yönelik bu ihanet
aslında onların kendi bindikleri dalı kesmelerinin de göstergesidir.
Anayasamızın 101. maddesinde ifade edilen "Cumhurbaşkanı seçilenin,
varsa partisi ile ilişiği kesilir" hükmünün parti temsili açısından
tarafsızlığa işaret etmesinin aynı zamanda siyasi tarafsızlığa da işaret
ettiğini söyleyecek kadar akıl ve ahlak tutulması örneklerinin hukuk ve
siyaset nosyonunu kaybetmiş bu cepheden gelmesinin en büyük nedeni,
Erdoğan'a olan taraflı önyargılarının akıllarını ve ahlaklarını da esir
almış olmasıdır.
Şu çok iyi bilinmelidir ki Erdoğan Cumhurbaşkanı
olduğunda gerekirse kendi partisi karşısında dahi halkın iradesi
tarafında yer alacaktır. Onun sürekli taraf olmaktan bahsettiği ve
anladığı da budur. Onun anladığı bu taraf olmanın kaynağı da yine
anayasamızın 104. maddesinde ifadesini bulan "Cumhurbaşkanı Devletin
başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini
temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve
uyumlu çalışmasını gözetir. Bu amaçlarla Anayasanın ilgili maddelerinde
gösterilen şartlara uyarak yapacağı görev ve kullanacağı yetkileri"
vardır ve bu yetkileri hukukun ve siyasetin meşru alanı içinde yapmaya
da bihakkın yetkindir.
ÖNEMLİ OLAN TARAF OLMAK DEĞİL, HANGİ TARAF OLMAKTIR
Erdoğan muhaliflerinin de çok iyi bildiği gibi "önemli olan taraf
olmak değil hangi taraf olmaktır". Onların korkusu devletin/statükonun
bekası ve devamı yönünde değil, milletin iradesi ve demokrasinin ikamesi
yönünde taraf olmuş bir Cumhurbaşkanıdır. Yoksa yukarıda bir kaç
örnekle gösterildiği gibi, daha önce Cumhurbaşkanlığı makamını millete
ve demokrasiye karşıt tarafgirliğin merkez üssü haline dönüştürmüş
Demirel ve Sezer örnekliğine en küçük bir itirazları olmamıştır.
Demokrasilerde kırmızı çizgi "seçimlerle ortaya çıkan halkın iradesi ve
onun kullanımıdır." Hiçbir güç bu iradeyi sorgulayamaz. Anayasa ve
yasalarla halkın iradesini kullanma yetkisi alan seçilmişlere hiçbir güç
sınır koyamaz, yetkilerini kullanmasını engelleyemez ve geçmiş dönem
teamüllerine mahkum edemez. Zira Cumhurbaşkanları görev ve yetkilerini
kullanırken meşruiyetini, Anayasa ve yasalarla birlikte artık halktan da
almış olacaklar. Belki de asıl korku ilk kez bir liderin gerçekten de
oturduğu koltuğu doldurması ve temsil ettiği makamın tüm hak ve
yetkilerini "Cumhur"dan aldığı güçlü icazetle kullanmasıdır. Tıpkı
Başbakanlık makamını kullandığı gibi.
Meşru görev ve yetki alanları
içerisinde değer, hizmet ve birlik/uyum üretecek bir cumhurbaşkanına
engel olmak Yeni Türkiye'nin evrensel vizyonuna ve bu milletin tarihi
misyonuna katkı sağlamayacaktır. Unutmamak gerekir ki insani olan her
şeyin bir tarafı; her tarafın da siyasi olan bir insani duruşu vardır.
Hele hele insani ve siyasi taraf olmak duruşunda söz konusu olan ülke
Türkiye ise?