Bir
öğrencinin halet-i ruhiyesi nasıl olur bilirsiniz; hele de günlerden
tatil günü ise... Sokakta top peşinde koşmak varken, ya da arkadaşlarla
eğlenmek dururken dershaneye gitmek...
O yaştaki bir çocuk için
hiç de sevimli bir durum değildir. Fakat neylersiniz ki, öve öve yere
göğe sığdıramadığımız bu eğitim sistemi yüzünden, ne aileler huzur
içinde, ne de o körpe bedenler çocukluklarını, gençliklerini
yaşayabiliyorlar. Acımasız bir rekabet, ölümüne bir yarış!
Çocuklarımızın rüyalarını rengârenk oyuncaklar yerine, soğuk ve itici sınav salonları, denemeler ve de kodlamalar kuşatıyor.
Sonra da hep birlikte söylenip duruyoruz:
"Yahu bu çocuk niye böyle asosyal biri olup çıktı?"
Başka ne olacaktı ki efendim!
Sizin "bu çocuk" dediğiniz o çocuk; çocukluğunu, gençliğini yaşadı mı acaba?
Sizin
"bu çocuk" dediğiniz, yani öz be öz evladınız, daha konuşmaya çıkmadan o
kurs senin, bu dershane benim diye sürüklenip durmadı mı?
Daha "anne-baba" demeden önce İngilizce öğretmeye kalkmadık mı?
Siz dua edin ki "bu çocuk" sadece asosyal kaldı; daha başka şeyler de olabilirdi......
Oluyorlar da nitekim.
Bir zamanlar üniversite okumuş olmanın "büyük marifet" sayıldığı günler çok gerilerde kaldı.
Şimdi ilk mektebin ilk sınıfında başlıyor, hiç de adil olmayan bu rekabet......
Arap atları bile bu kadarını kaldıramaz.
Bu
girizgâhı anlatacağım şu olay için yaptım. Çünkü olayın kahramanı
çocuğu bu girizgâh çerçevesinde görürseniz hem onu daha iyi anlarsınız,
hem de empati kurmanız kolaylaşır.
Son ders zilinin çalmasıyla,
dershanenin boşalması bir oldu. Kimisi montunu, paltosunu bile
giyinmeden palas pandıras kendini dışarı atmıştı. Bazıları aceleyle cep
telefonuyla bağıra bağıra konuşurken, içlerinden bir kaçı da ne yazık ki
pırıl pırıl ciğerlerini sigara dumanıyla karartmak için acele ediyordu.
O
çocuklardan biri de sakin bir yapıda görünmesine rağmen, dershanenin
önündeki kaldırımdan yürürken aniden elindeki boş meşrubat şişesini
şaaak diye yere yapıştırdı.
Hep birlikte gülüştüler......
Kim bilir cam şişenin yere çarpmasıyla çıkan ses, o çocuklar için nasıl heyecan vericiydi.
Orada bulunan orta yaşlı bir taksici, çocuğu kibar ve sevecen bir üslupla ikaz etti:
-Delikanlı
bu yaptığın hiç de doğru bir davranış değildir. O kırılan şişe buradan
gelip geçenleri yaralayabilir, ayrıca çevre kirliliğine yol açıyorsun.
O manzarayı biz yaştakiler yorumlamaya kalktığında şunları söyler:
Çocuk
büyük bir mahcubiyet hissine kapılacak ve taksici amcadan özür
dileyecek; hatta kabahatini telafi adına da hemen kırılan cam
parçalarını toplayıp çöp kutusuna atacak.
Hayır böyle olmadı......
O çocuk, taksici amcasına kafa tuttu. Üstelik de kendinden son derece emindi:
-Sen benim kim olduğumu galiba bilmiyorsun. Kaldı ki sana ne, sen buranın sahibi misin?
Taksici
doğru olanı yaptı; çocukla didişmeye girmek yerine; "Peki" dedi. "Sen
var yoluna git delikanlı, ben bu cam kırıklarını temizlerim."
Taksicinin
o anda ne düşündüğünü bilmiyorum; belki çocuğun "...kim olduğumu galiba
bilmiyorsun" sözünden çekinmiş de olabilir, belki de o yaştaki bir
çocukla dil dalaşına girmeyi uygun bulmamış da olabilir. Fakat kesin
olan şuydu ki, taksici son derece olgun, müşfik ve bilge bir portre
sunuyordu.
Çocuk güle oynaya arkadaşlarıyla uzaklaşıp gitti.
Taksici duraktan aldığı süpürge ile kaldırıma saçılan cam kırıklarını
toplayıp, az ilerideki çöp bidonuna attı.
Olup bitenleri mesele etmemişti.
Ertesi gün olmuştu. Taksici amca durakta yolcu beklerken son derece düzgün konuşan kibar bir adam geldi taksi durağına......
Selam
sabah faslından sonra, "Dün" dedi. "Benim delikanlı şuradaki
dershaneden çıkıp yolda yürürken elindeki meşrubat şişesini kaldırıma
atmış ve buradan bir taksici arkadaş onu ikaz etmiş."
Şoförler birbirinin yüzüne bakıp dururken, taksici amca aranılan kişinin kendisi olduğunu anlamıştı.
Belli
etmese de tedirgindi. Demek ki, dün ikaz ettiğim çocuk bu beyefendinin
oğlu ve bu beyefendi de belli ki makam mevki sahibi biri diye düşündü.
Çocuk olup bitenleri doğru anlatmış olsa, bu kibar adamın olayı sorun etmesi mümkün değil gibi görünüyordu.
Taksici amca ayağa kalktı; "Ben ikaz etmiştim" dedi.
O kibar adam, tebessümle yüzüne baktı taksicinin ve elini sevgiyle sıktı.
Taksici amca rahatlamıştı.
Adam devam etti:
"Size
çok teşekkür ediyorum. Oğluma çok güzel bir ders vermişsiniz kendisi
bana her şeyi anlattı; ama utandığı için hatasını telafi edememiş. Siz
doğru olanı yaptınız. Ben de size teşekkür etmek için gelmiştim."
Kibar adam, buyur edildi ve kendisine çay ikram edildi.
Adam izin isteyip, oradan ayrıldı.
Taksiciler merak etmişti, kim bu beyefendi diye......
Çok geçmeden mesele anlaşıldı:
O beyefendi, albay rütbesindeki bir askerdi.
Hem de nüfuz ve makam sahibi bir albay......
Yani elindeki meşrubat şişesini kaldırıma vurup parçalayan o çocuğun babası......
Hikayenin
bu noktasında herkes mümkün ki babayı alkışlamıştır. Ben ise, olup
bitenlere yalan ve yanlış katmadan babasına aktaran o asi genci
alkışladım.
Asi ama dürüst......
Şöyle de diyebilirdi:
"Baba o taksici bana hakaret etti"
Hayır......
Çocuk, taksici amca ile arasındaki diyalogu çarpıtmadan nakletmiş ve babası da o taksiciyi kutlamak için durağa gelmişti.
Çevremizi kuşatan
bu kadar kir ve pislik içinde nadirattan da olsa böyle güzel sahneler
de vücuda geliyor. Ben de hiç olmasa bu güzel enstantaneyi herkes bilsin
diye sizinle paylaştım.
Bu olay Erzurum`da yaşandı.