ErzurumHaber Girişi : 25 Nisan 2010 17:48

Yağmur yağmaktadır şehre!..

Yağmur yağmaktadır şehre!..
Yağmur yağmaktadır şehre!..

Hayalleri ıslanmaktadır ve yürekleri; bin bir çelişkinin gölgesi altında, kavgaların dümen suyunda savrulup gitmektedir insanların… Özlediklerinin ıstırabıyla yüklü zihinler; her yağmur düştüğünde; sokaklara, çarşılara, meydanlara akın ederler ve tazelenen o eski hatıraların etkisiyle, solgun bir duruş, hüzünden koparılmış bir çehreyle dört bir yana dağılırlar. Yağmur yıkadıkça, kirinden, pasından, isinden temizledikçe bütün bu alanları; doldurdukça sağı solu, her gün ayak bastığımız yeri, çiğnediğimiz toprağı; kısacası gözümüzün gördüğü her yeri; onlar yani yukarıdakiler, az önce sözünü ettiğimiz kişiler; bu gri gök altında, artık ulaşamayacaklarına inandıkları, bazı delillere dayanarak böyle olacağını kesinkes bildikleri hayalleriyle baş başadırlar şimdi…

 

Yağmur yağmaktadır şehre

 

Ve bir ayrılık türküsü çalmaktadır radyoda… Nurullah Akçayır; ruhunun rengini sazının tellerine aktardığı çalışıyla, ayrılığın bin bir çeşit hallerinden haber verdiği bir türküyü seslendirmektedir şimdi… Sitem yüklü, hasret yüklü, çile yüklü… Dönüp durmaktadır mızrap sazın gövdesinde, sesi yankılanmaktadır bulunduğum mekânda cama çarpıp dağılan damlalar eşliğinde… Her şey susmuştur o anda… Yükselip duran sesi; odayı, belki de sokağı, caddeleri ve de doğup büyüdüğü, sesini ve sazını birbirine kattığı, birbiriyle buluşturduğu bu kadersiz, bu bahtsız, bu çileli şehri, bu Palandöken’e sırtını vermiş, yüzünü ovaya çevirmiş, yüz yıllar boyunca sayısız acıyla sarsılmış bu yiğit, bu kahraman, bu kadri hiçbir zaman bilinmemiş Erzurum’u adım adım dolaşmakta ve adeta bütünüyle kaplamaktadır sanki…

 

        “Tükettin bu genç ömrümü

        Aşamadım yollar seni

        Ne de erdim menzilime

        Aşamadım yollar seni”

       

        Yağmur yağmaktadır şehre…

 

        İp ince… Narin ve ahenkli… Gövdemizi okşayan ve seyredilmesine doyum olmayan bu yağmur eşliğinde; nağmeler dile gelir, musikinin fiskeleriyle bu seyir uzadıkça uzar.         Uzak zamanlar, unutulmuş yüzler ve o yüzleri kaplayan çizgiler; ufukta kendince bir manzara çizer. Yağmur yağmaktadır ve sular; kıvrım kıvrım bir şekilde akıp gitmektedir ötelere… Kim bilir; nerede ve kaç gün sonra, hangi suya kavuşacak ve karışacaktır. Kim bilir; nerede ve hangi saatte, sıcaktan çatlamış kaç dudağa derman olacaktır.

 

        Gözler; ufka çakılıdır bir camın ardından ve bir ses doldurmaktadır seyredenin yüreğini, zihnini, bütün o anı… Dağlar yolları kapatmıştır ve zalim felek ayırmıştır seveni sevdiğinden… Yıllar var ki ne bir umut gözükmektedir sılaya varmak için ve ne de bir küçük ışık vardır yâre kavuşmak için… Arada haberci bir rüzgâr vardır dağları aşıp giden ve yârin saçının telini okşayan… Gurbetteki sevgiliden haber götüren… Gurbeti sılaya taşıyan…

 

        Badı saba esen rüzgâr

        Saçının telini okşar

        Şansına ayrılık düşer

        Gurbet ele yollar seni

 

        Yağmur yağmaktadır şehre…

       

        Issızlık artıp, gece çoğalıp, insanlar git gide azaldıkça, acılar katlanıp gitmekte ve gündüz oradan oraya koşuşturup duranların yerini yeni yüzler almaktadır. Akşamın bu vaktinde hâlâ kağıt mendil satmaya çalışan çocuklar, sığınacakları bir saçak altı aramaktadırlar. Islak saçları, soluk benizleri ve arsız gülüşleriyle; akşam evlerine götürecekleri üç beş kuruşun ardında sürüklenip gitmekteler yağmur altında… Bazen bir söz düşmektedir ortalığa, kurşundan ağır, “alıp da alıştırmayın bunları” diyen; bazen bir el uzanmaktadır cebe, söylenenlere aldırmadan bir mendil almak isteyen… Ve mendilci çocuklar; paranın ve suyun mecbur ettiği istikamette oradan oraya koşmaktadırlar.

 

        Yağmur yağmaktadır şehre…

       

        Bir aldanışın seyriyle pişmandır şimdi yürekler… Zaman bir hüznü taşımakta ve her geçişinde elemli bir manzara daha eklemektedir hatıralara… Şairin mısralarıyla;

 

        Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince,
        Nefesten yumuşak, yağan bu yağmur.
        Bu yağmur, bu yağmur, bir gün dinince,
        Aynalar yüzümü tanımaz olur.

       

        Ruhumuzu ele verir bu yağmur… Açar, dağıtır, damıtır, hikâye eder, anlatır, farkına vardırır bazı şeylerin ve çözümler bizi… İtiraf ettirir birden,  yıllar önceki bir yaşanmışlığı, aldanmışlığı ve de git gelleriyle zihnimizi yoran pişmanlığı… Bazen de ağlatır; nedamet gözyaşlarıyla yıkayıp arındırır, hafifletir, inceltir ve yoğurur hislerimizi… Yeniden bir elden geçirme ve yeni kararlar alma fırsatı verir.

        Camları buğulu bir pencereden romantik bakışlarla şehri seyrettirir. Ve anlaşılamamışlığın, yan yana durulsa bile, farklı yönlere bakmanın yorduğu bedenin mecburî bir ikametgâh olarak sığındığı bir yerden yağmura bakınca… Çileli yönü ve bereketi hakkında bir kere daha düşünülür ve neler söylenebilir neler. Hepsinin birden anlatılamayacağı böylesi bir durum, belki de yeni sancıların, yeni bekleyişlerin ve yeni ayrılışların öncüsü, habercisidir. Ve bütün bunların sonunda, yağmura “tutulmuş” bir adamın söyleyeceklerinin özeti şudur:

        Her yağmurda yeniden çıkagelir hatıralar ve kendince bir yalnızlık, kendince bir hüzün eşliğinde sokaklar arşınlanır, gece karşılanır ve tabii ki şiir bu yürüyüşte yine başyardımcıdır:


        Bu yağmur, kanımı boğan bir iplik,
        Tenimde acısız yatan bir bıçak.
        Bu yağmur, yerde taş ve bende kemik,
        Dayandıkça çisil çisil yağacak.

        Bu yağmur, delilik vehminden üstün,
        Karanlık, kovulmaz düşüncelerden.
        Cinlerin beynimde yaptığı düğün,

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.