Türkülerden yola çıkarak!..
“Bilgiyi, bilgeliğe
kolayca dönüştüren halk irfanının ve duyuşunun ürünü olan türküler, bozlaklar,uzun havalar, halaylar, hoyratlarla velhâsıl bin bir renk ve güzellikteki
nağmelerle zaman akıp gidiyor.” (Muhsin Macit, Filmin Ağlanacak Yeri. Timaş
Yay. İstanbul 2009. s.138)
Değerli
hemşehrimiz, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Muhsin
Macit; anılarını öykü lezzetinde bir araya getirdiği “Filmin Ağlanacak Yeri” adlı kitabında türkülerin hayatındaki–hayatımızdaki-yerini
anlattığı “Hüseynî Makamında”başlıklı, türkülerle çok yakından hemhâl oluş zamanlarında dinlediği kişilerin
adının resmi geçit yaptığı ve onları, bir türkü sevdalısına yakışacak biçimde
anlattığı yazısının sonunu bu cümleyle bağlıyor. Bazen göz yaşartan, bazen
güldüren, bazen acı bir gülüşle okunan, bazen de koyu, kopkoyu bir hüzünle yüreği sarsan anlatıların
yer aldığı kitaptan sözetmeyi başka bir yazıya bırakarak, türkülerin
çağrışımlarıyla yola devam edelim. Bakalım bizi nereye götürecek…
Aynı toprağın
çocukları olduğumuzu, yıllar yılı tasada ve kıvançta kader birliği ettiğimizi
en iyi tescilleyen ögelerden biridir türkülerimiz… Ve her türkü dinlediğimizde
yeniden sarsılır, yeniden o eski günlerde “Başımıza
Gelenler”, çilelerimiz, yoksulluk ve yoksunluklarımız bir bir gözümüzün
önünden geçer, yüreğimiz târümar olur,aklımız şaşar, hislerimiz iyice ön plana çıkar, acılarımız depreşir, geçmişteki
yaralar tazelenerek bir daha gündeme gelir.
Okuduklarımız
ve dinlediklerimiz; bugünü kazanmak için verilen mücadelelerin, düçar olunan
dertlerin inanılmazlığını bir kere daha gösterir bizlere… Ve; o inanılmaz
şartlardan ortaya çıkardığımız devletin ne büyük bir nimet olduğunu, büyük bir
hayretle, büyük bir minnetle yeniden anlarız. Ya da; bugün olanlara,gördüklerimize, duyduklarımıza ve yaşadıklarımıza bakarak, bunu bazılarının
anlamasının zor, hatta imkânsız düşünerek, anlamalı mıyız desek... Her türkü
dinlediğimizde; mazlum feryatları, dünyamızı saran bir duman gibi yeniden çöker
üstümüze… Her türküye ya da bunların nişanesi olan her türküye kulak
kabarttığımızda, yüzümüzü döndürüp, yüreğimizi verdiğimizde, bin bir acının
galibi ve nice sızıdan geçmiş dedelerimiz, nenelerimiz; dil olur düşerler
birden zihnimize… Sadece bedeni değil, ruhu bile kavgalardan yorulmuş bir
milletin büyükleri, türkülerin yardımıyla anlatırlar bütün olup bitenleri
dinleyenlere…
Belki de bazılarını
ta Orta Asya’dan getirdiğimiz; oralarda yaşayanlarla bugün aramızdaki bağın
zirveye ulaştığı bu halk verimleri; yüzyıllardır dilleri, gönülleri
doldurmakta, eskimeden, pörsümeden, yokolmadan, bizi bize anlatmakta,insanlıktan ve de insanlığımızdan haber vermekte; bir milletin serencamını
nağme ve ses eşliğinde daha bir içten, daha bir samimiyetle anlatarak, olanlardan
ibret almamızı öğütlemekte ve ihtar etmektedir.
Milli
birliğimizin ve bütünlüğümüzün gönüllerdeki perçinlerinden biri olan türküler; anlattıkları
gerçeğe sırtını dönenlerin içine düştükleri sıkıntıları, yanmış yıkılmış
ocakları, bugün sadece hüzünle ve hasretle bakabildiğimiz toprakları, oralarda boynu bükük bir şekilde “misafirlikte “ bıraktıklarımızı,hicranla dolu hicret günlerini bir tablo
gibi huzurumuza getirmekte, seyrimize sunmaktadır.
Aslında
türkülerin çoğu, adeta bir tablodur zaten… Uzun bir geçmişin ve o uzun geçmişe
dayanan büyük bir medeniyetin mirası olan türküleri can kulağıyla
dinlediğinizde, sıra sıra görüntüler arka arkaya dizilir ve sayfalar dolusu
tutan nice hikâyelerin, romanların anlatılamayacağı bir olayı, yeri gelir bir türkü
kolaylıkla anlatır bize… Örnek mi istersiniz; işte size Çanakkale, Yemen,Sarıkamış türküleri… Ve daha niceleri…
Milli
birliğine, bütünlüğüne sahip çıkmayan içimizdeki sinsi düşmanların, vatanı
kendi kafasına göre kurtarmaya çalışan ve bunun için de halkın iradesini,halkın bilincini, halkın düşüncesini bir kenara koyanların, “başkaları”nın sözüne aldanıp, bölünme
ve parçalanma peşinde koşanların, er veya geç, ne büyük ıstıraplara düştüklerini,cezalarının mutlaka verildiğini, maziden misallerle bir bir dile getirmektedir
türküler…
Onun içindir
ki; yüzyıllardır bu topraklarda birlikte yaşayanların, aynı dine inanıp, aynı
kıbleye duranların, aynı acıları çekip, aynı sevinçleri paylaşanların
ecdatları, yeri gelmiş bir ekmeği bölüşmüşler ve sayısız savaşta sırt sırta vererek,düşmana haddini bildirmişler. Ne var ki; "Tarihi
tekerrür diye tarif ediyorlar, / Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü
ederdi?"diyen şair
ne kadarda haklı… Zira
bugün, gâh içimizdekilerin kendi emellerine hizmet eden oyunları, gâh
dışımızdakilerin bu bölgeyle ilgili planları sonucu, aradan, devletlerin
hayatında pek de uzun sayılamayacak bir zaman geçmeden, yine “unutkanlığımız” üstün gelmiş ve
tarihimiz boyunca bir türlü tamamıyla terk edemediğimiz bu kötü özelliğimiz tekrar
nüksederek, bu cennet vatanı çeşitli badirelere sürüklemiştir.
Ama bu
milletin, genelde böyle zamanlarda ortaya çıkan feraseti, aklı, izanı, direnci
her zaman bu planları bozmuş ve bu kişilerin kötü emellerinin önünü kesmiştir.
Bugün bize giydirilmek istenen kefeni yırtarak, birlik ve dirliğimize karşı
beslediğimiz inancımızı şaha kaldıracak olan da yine bu davranışlardır.