ErzurumHaber Girişi : 11 Ocak 2010 03:07

Türkülerden yola çıkarak!..

Türkülerden yola çıkarak!..
Türkülerden yola çıkarak!..

Bilgiyi, bilgeliğe kolayca dönüştüren halk irfanının ve duyuşunun ürünü olan türküler, bozlaklar,uzun havalar, halaylar, hoyratlarla velhâsıl bin bir renk ve güzellikteki nağmelerle zaman akıp gidiyor.” (Muhsin Macit, Filmin Ağlanacak Yeri. Timaş Yay. İstanbul 2009. s.138)

        Değerli hemşehrimiz, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Muhsin Macit; anılarını öykü lezzetinde bir araya getirdiği “Filmin Ağlanacak Yeri” adlı kitabında türkülerin hayatındaki–hayatımızdaki-yerini anlattığı “Hüseynî Makamında”başlıklı, türkülerle çok yakından hemhâl oluş zamanlarında dinlediği kişilerin adının resmi geçit yaptığı ve onları, bir türkü sevdalısına yakışacak biçimde anlattığı yazısının sonunu bu cümleyle bağlıyor. Bazen göz yaşartan, bazen güldüren, bazen acı bir gülüşle okunan, bazen de  koyu, kopkoyu bir hüzünle yüreği sarsan anlatıların yer aldığı kitaptan sözetmeyi başka bir yazıya bırakarak, türkülerin çağrışımlarıyla yola devam edelim. Bakalım bizi nereye götürecek…

        Aynı toprağın çocukları olduğumuzu, yıllar yılı tasada ve kıvançta kader birliği ettiğimizi en iyi tescilleyen ögelerden biridir türkülerimiz… Ve her türkü dinlediğimizde yeniden sarsılır, yeniden o eski günlerde “Başımıza Gelenler”, çilelerimiz, yoksulluk ve yoksunluklarımız bir bir gözümüzün önünden geçer, yüreğimiz târümar olur,aklımız şaşar, hislerimiz iyice ön plana çıkar, acılarımız depreşir, geçmişteki yaralar tazelenerek bir daha gündeme gelir.

        Okuduklarımız ve dinlediklerimiz; bugünü kazanmak için verilen mücadelelerin, düçar olunan dertlerin inanılmazlığını bir kere daha gösterir bizlere… Ve; o inanılmaz şartlardan ortaya çıkardığımız devletin ne büyük bir nimet olduğunu, büyük bir hayretle, büyük bir minnetle yeniden anlarız. Ya da; bugün olanlara,gördüklerimize, duyduklarımıza ve yaşadıklarımıza bakarak, bunu bazılarının anlamasının zor, hatta imkânsız düşünerek, anlamalı mıyız desek... Her türkü dinlediğimizde; mazlum feryatları, dünyamızı saran bir duman gibi yeniden çöker üstümüze… Her türküye ya da bunların nişanesi olan her türküye kulak kabarttığımızda, yüzümüzü döndürüp, yüreğimizi verdiğimizde, bin bir acının galibi ve nice sızıdan geçmiş dedelerimiz, nenelerimiz; dil olur düşerler birden zihnimize… Sadece bedeni değil, ruhu bile kavgalardan yorulmuş bir milletin büyükleri, türkülerin yardımıyla anlatırlar bütün olup bitenleri dinleyenlere…

        Belki de bazılarını ta Orta Asya’dan getirdiğimiz; oralarda yaşayanlarla bugün aramızdaki bağın zirveye ulaştığı bu halk verimleri; yüzyıllardır dilleri, gönülleri doldurmakta, eskimeden, pörsümeden, yokolmadan, bizi bize anlatmakta,insanlıktan ve de insanlığımızdan haber vermekte; bir milletin serencamını nağme ve ses eşliğinde daha bir içten, daha bir samimiyetle anlatarak, olanlardan ibret almamızı öğütlemekte ve ihtar etmektedir.

        Milli birliğimizin ve bütünlüğümüzün gönüllerdeki perçinlerinden biri olan türküler; anlattıkları gerçeğe sırtını dönenlerin içine düştükleri sıkıntıları, yanmış yıkılmış ocakları, bugün sadece hüzünle ve hasretle bakabildiğimiz toprakları,  oralarda boynu bükük bir şekilde “misafirlikte “ bıraktıklarımızı,hicranla dolu  hicret günlerini bir tablo gibi huzurumuza getirmekte, seyrimize sunmaktadır.

        Aslında türkülerin çoğu, adeta bir tablodur zaten… Uzun bir geçmişin ve o uzun geçmişe dayanan büyük bir medeniyetin mirası olan türküleri can kulağıyla dinlediğinizde, sıra sıra görüntüler arka arkaya dizilir ve sayfalar dolusu tutan nice hikâyelerin, romanların anlatılamayacağı bir olayı, yeri gelir bir türkü kolaylıkla anlatır bize… Örnek mi istersiniz; işte size Çanakkale, Yemen,Sarıkamış türküleri… Ve daha niceleri…

        Milli birliğine, bütünlüğüne sahip çıkmayan içimizdeki sinsi düşmanların, vatanı kendi kafasına göre kurtarmaya çalışan ve bunun için de halkın iradesini,halkın bilincini, halkın düşüncesini bir kenara koyanların, “başkaları”nın sözüne aldanıp, bölünme ve parçalanma peşinde koşanların, er veya geç, ne büyük ıstıraplara düştüklerini,cezalarının mutlaka verildiğini, maziden misallerle bir bir dile getirmektedir türküler…

        Onun içindir ki; yüzyıllardır bu topraklarda birlikte yaşayanların, aynı dine inanıp, aynı kıbleye duranların, aynı acıları çekip, aynı sevinçleri paylaşanların ecdatları, yeri gelmiş bir ekmeği bölüşmüşler ve sayısız savaşta sırt sırta vererek,düşmana haddini bildirmişler. Ne var ki; "Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar, / Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?"diyen şair ne kadarda haklı… Zira bugün, gâh içimizdekilerin kendi emellerine hizmet eden oyunları, gâh dışımızdakilerin bu bölgeyle ilgili planları sonucu, aradan, devletlerin hayatında pek de uzun sayılamayacak bir zaman geçmeden, yine “unutkanlığımız” üstün gelmiş ve tarihimiz boyunca bir türlü tamamıyla terk edemediğimiz bu kötü özelliğimiz tekrar nüksederek, bu cennet vatanı çeşitli badirelere sürüklemiştir.

        Ama bu milletin, genelde böyle zamanlarda ortaya çıkan feraseti, aklı, izanı, direnci her zaman bu planları bozmuş ve bu kişilerin kötü emellerinin önünü kesmiştir. Bugün bize giydirilmek istenen kefeni yırtarak, birlik ve dirliğimize karşı beslediğimiz inancımızı şaha kaldıracak olan da yine bu davranışlardır.

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.