Türklerin başkanlık sistemine yabancı olmadığını belirten Dr. Eğilmez, "Siyasetçilerimiz, sosyal bilimcilerimiz, sanatçılarımız, kanaat önderlerimiz, entellerimiz, vatandaşlarımız yazılı ve görsel medyada, internet formlarında başkanlık sistemi için görüşlerini dile getiriyorlar. Ama sanki meselenin tarihi boyutu ihmal ediliyor gibi." dedi.
Atatürk Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Savaş Eğilmez, tarihin faydalarından en önemlilerinden birisinin geçmişi değerlendirerek gelecekle ilgili daha tutarlı kararlar almayı sağladığını ifade ederek, "Başka bir değişle bir milletin geleceği ile ilgili politika geliştirirken mutlaka o kavmin siyasi ve kültürel tarihi incelenmeli, coğrafyanın şartları değerlendirilmeli ve sonra günün şartları içerisinde kararlar alınmalıdır. Sonuç olarak başkanlık tartışmaları içerisinde en önemli başlıklarından biri Türk tarihinin en güçlü devletlerinin yönetimiyle ilgili bilgilenmek olmalıdır. Sonuçta dünyaya hükmetmiş bu devletlerimizin en önemli kozlarından birisi yönetim anlayışlarıydı. Eski Türk hükümranlık anlayışı, karizmatik yani hükümranlık yetki ve kudreti Tanrı tarafından bağışlanan tip olarak kabul edilmiştir. Tarihi belgeler; Türk Milletinin, Türk hükümda¬rına idare etme hakkının Tanrı tarafından verildiğine inandığını göstermekte¬dir. Asya Hun imparatoru şöyle diyordu: "Benim hükümdar olmam Tanrı tarafından kararlaştırıldı." Gök-Türk hakanları da kendilerini şu şekilde ifade ediyorlardı: "Tanrı irade ettiği için, kutum olduğu için kağan oldum" Asya Hun imparatorluğu devrinden beri, devlet iş¬leri ve dinî törenlerle ilgili olarak üç ayrı toplantıdan bahsedilmiştir. Bunlar arasında büyük ve en önemlisi ilkbahar toplantısı idi. Bu toplantıda hüküm¬darlıklar tasdik edilir veya yeni hakan seçimi yapılır, gerektiğinde töreye yeni hükümler getirilir ve bütün ülke meseleleri üzerinde genel tartışmalar açılarak, görüşülüp kararlara bağlanırdı. Toplantıya hükümet üyelerinin, asker-sivil bütün görevli başbuğların diğer yüksek makam sahiplerinin, tâbi Türk boyları ve yabancı zümreler temsilcilerinin katılmaları zorunluydu. Türk devlet teşkilâtında toy (meclis), siyâsî, iktisadi ve kültürel meselelerde umumî kararlar alan en yüksek kuruluş idi. Toy kararlarının memleket çapında ve ahenk içinde uygulanmasını sağlamak ve icraatı takip etmek için ayrı bir kurula ge¬rek vardı. Türk devlet teşkilâtında devlet başkanlığı, yasama kuru¬lu (Toy) ve hükümet birbirlerinden ayrı müesseseler hâlinde idi ve farklı fonksiyon¬lar icra ediyorlardı. Fakat hükümranlığı kendi şahsında temsil eden devlet başkanı, halktan ve ülkeden birinci derecede sorumlu olduğundan, bütün iktidar dizginlerini elinde tutmak durumunda idi. Ancak bu sistem, daima kontrol altında tutulan törenin kesin hükümleri sebebi ile hiç bir yerde zalim olmamış, yerli ve ya¬bancı tebaya adalet dağıtmıştır. Bu anlayış, insan unsuru, dinî durum ve sosyal karakter bakım¬larından eski Türk siyasi kuruluşlarını dünyanın bütün diğer devletlerinden ayıran önemli bir özellik kazanmasını sağlamıştır. Bu özellik de Türk devletinde inanç hürriyetinin daima mevcut olması idi. İslamiyet'ten önce olduğu gibi, İslam sonrasında da sultanların ilahi bir menşeden geldiğine ve onların Allah tarafından gönderildiğine inanılırdı. Sultan Tuğrul Bey, Bağdat'a ilk geldiği sırada kendini karşılamaya çıkan Halife, Sultana "Allah sana bütün dünyayı verdi" diye hitap etmişti. Bizzat Sultan Alp Arslan'a göre, Allah kendisine teveccüh göstererek, onu Ademoğulları arasından, dünya işlerini düzene koyması için seçmişti. Sultan Sencer'in halifeye yazdığı 1133 tarihli mektupta aynı durum açıkça ifade edilmiştir. Şunu net bir şekilde ifade edebiliriz ki; geçmişten günümüze bütün Türk devletleri, var oldukları çağın şartları içerisinde idarelerinde mutlakıyet yerine demokratik yöntemleri tercih etmişlerdir. Roma veya Pers gibi güçlü devletlerin vatandaşları ağır vergiler ve despot yönetim şartları içerisinde ezilirken, süper güç konumunda olan Asya Hunları, Avrupa Hunları, Göktürkler, Büyük Selçuklu Devleti ve Osmanlı Devleti gibi Türk devletleri vatandaşlarıyla beraber güçlenmişlerdi. Böyle bir yapıyı sağlayabilmenin tek yolu, günün şartlarına göre demokratik bir sistem oluşturmaktır. Sonuçta şunu net bir şekilde söyleyebiliriz ki; başkanlık sistemi Türklerin çok da yabancı olduğu bir sistem değildir. Hatta, başkanlık sisteminin bu gün dünyada uygulanan şekline yakın, bir devlet yönetim tarzını ilk uygulayan devlet, M.Ö. III. yy'da kurulan "Asya Hun Devleti idi" diyebiliriz. " diye konuştu.