Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve yeni seçilen divan üyelerini kabul etti.
Erzurumajans-MHP
Genel Başkanı Bahçeli, terör, ana dilde savunma hakkı, Büyükşehir Yasa
Tasarısı ve Kürt sorunu ve Türkiye dış politikası ile ilgili görüşlerini
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e sundu.
MHP Genel Başkanı Devlet
Bahçeli, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile görüşmesinde, yedi maddeden
oluşan görüşlerini sundu. Yeni Divan üyelerini Cumhurbaşkanı Gül’e
takdim eden Devlet Bahçeli, 21 Haziran 2010 tarihinde Cumhurbaşkanlığı
makamına sundukları “Bölücü Terörle Mücadele” konusundaki tespit ve
tekliflerinin hala geçerliliğini muhafaza ettiğini söyledi.
Yaptığı
yazılı açıklamada Cumhurbaşkanı Gül’e sundukları görüş ve önerilerini
açıklayan Bahçeli, 21 Haziran 2010 tarihinde sundukları görüşlerin bugün
ne kadar yerinde, ne kadar isabetli ve ne denli doğru çıktığının bir
kez daha netlik kazandığı kaydetti.
Bahçeli’nin, Cumhurbaşkanı
Gül’e sunduğu yedi maddelik görüş ve önerileri arasında ilk sırada
“milli kimlik” ve cezaevlerindeki açlık grevleri yer aldı.
“BEDENLERİNİ ALET EDEREK DAĞDAKİ EYLEMLERİNİ BAŞKA TÜRLÜ SÜRDÜRÜYORLAR”
Türk
milli kimliğinin yüz yüze kaldığı saldırı ve mütecaviz eğilimleri
durdurmak, değilse bile aşama aşama hafifletmek devlet ricalinin başlıca
görevleri arasında görülmesi gerektiğinin altını çizen Bahçeli, “Aksi
halde, kimliği erozyona uğramış, tarihsel çizgisi kırılmış, kültür
kodları tarumar olmuş ve asırların göz nuruyla biriken milli değerleri
çarçur edilmiş aziz millet varlığının son yurdundaki mevcudiyeti
sakatlanacağı gibi, bağımsızlığı da rastlantılara mahkum edilecektir.
Bu
nedenle başta vatandaşlık tanımı olmak üzere, anayasa vasıtasıyla
kurulmaya ve yerleştirilmeye çalışılan milli kimlik karşıtı oluşumlara
mutlaka uyarıcı, önleyici ve öğüt verici bir tutum takınmak çok faydalı
olacaktır. Türk milletinin unutulmuşluğa terk edilen; adını, adabını,
adaletini, acısını, ahfadını, anısını ve asaletini teminat altına
almanın muazzez yollarından birisi de budur.
Hali hazırda
Türkiye’nin en önemli açmazı kanlı terör örgütünün hain saldırıları ve
ortaya çıkardığı kabarık faturasıdır. Bölücü teröre yumuşak yaklaşımlar,bölücülüğün hedef ve emellerini basite alan tutumlar, dayatmalarına
öngörüsüzlükle göz yuman politikalar, müzakereyle mücadele arasında
gidip gelen kararsızlık sarkacı bunun en başta gelen müsebbipleri
arasındadır. Bölücü terör ve şehir uzantıları dört bir koldan Türkiye’yi
ahtapot gibi sarmıştır. İmralı talimatlarıyla son bulan cezaevlerindeki
açlık grevleri son iki ayı geçen bir süredir ülkemizin görüş mesafesini
bulandırmıştır.
Ölüm üzerinden kumar oynayan, bedenlerini alet
ederek dağdaki eylemlerini başka türlü sürdüren terör yandaşları
şantajla Türk milletine gözdağı vermişlerdir. Görüldüğü kadarıyla
cezaevlerindeki açlık grevi amacına ulaşmış; hükümet maalesef teslimiyet
ruhuyla hareket ederek zorlamalara direnememiştir.
Etnik temelli
bölücü terörün doymak, vazgeçmek, tatmin ve ikna olmak gibi bir
karakterinin bulunmadığı her defasında ihmal edilmiş veya bilerek
görmezden gelinmiştir. Yakın tarihin bizlere gösterdiği tecrübelerle
sabittir ki, etnik bölücülüğün istekleri verilenlerden her zaman bir
fazla olacak, en sonunda da kaçınılmaz felaket kapıya dayanacaktır.
Bunun da adı siyasal bağımsızlıktır ki, bu tehdit şu an itibariyle
kanatlarını kurmakta, koordinatlarını belirmekte ve stratejisini adım
adım yürütmektedir” diye konuştu.
Bahçeli’nin, Cumhurbaşkanı
Gül’e sunduğu görüş ve önerilerinin ikinci maddesinde ise terör örgütü
lideri Öcalan ve Oslo’da yapıldığı ileri sürülen görüşmeler yer aldı.
Etnik nitelikli bölücü terörün dayatmalarına aldırış etmeden ve bundan
sonra daha fazla ödün verecek şartların oluşmasına fırsat tanımadan Türk
milletinin itibar ve saygınlığına ne pahasına olursa olsun halel
getirilmemesi gerektiğinin altını çizen Bahçeli, bölücü terörün artan
saldırganlığında uyandırılan umutların, yaratılan heyecanların,
gösterilen kolaylıkların ve tesis edilen hatalı ilişki ağlarının ciddi
payı bulunduğunu ileri sürdü.
“Bastırdıkça muvaffak olacağı
kanısına son 10 yılın siyasi kompozisyonuyla ulaşan PKK terörü; alan
hâkimiyeti teşebbüsleriyle ve vatanımızın her köşesinde düzenlediği
insanlık dışı saldırılarıyla varlığını gündemde tutmuştur” diyen
Bahçeli, “Ne hazindir ki, verilen şehitler üzerinden pazarlık kanalları
açılmış, analar ağlamasın propagandası zımnen bölücü terörle görüşme
bahanesi yapılmıştır.
Düşüncesizce Kandil ve İmralı direkt
muhatap alınarak gündem belirleyen aktörler haline getirilmiş; çözüm,
çıkış, barış, hak ve silahlar dursun beyanlarıyla bölücü terör iktidar
ve devlet karşısında umduğunun üzerinde mevkii elde etmiştir. PKK’yla
Oslo’da mutabakat arayışları, İmralı’yla görüşme ve anlaşma adımları
Türk devlet geleneğinde tamiri çok güç olacak vahim bir sapma, terör
örgütünde ise önemli bir moral ve motivasyon kazanımı haline
dönüşmüştür. Yenilgi psikolojisini “akan kanlar dursun” sözleriyle tevil
etmeye kalkan anlayışın hem kendisinin sürüklendiği hem de milletimizi
çektiği yer pek tabiidir ki çıkmaz sokak olmuştur. Bu zamana kadar ne
kan durmuş, ne anaların ağlaması dinmiş ne de kayıplarımızda bir azalma
görülmüştür” dedi.
“SÖZDE KÜRT SORUNU”
Bahçeli’nin görüş
ve önerilerinin üçüncü maddesinde ise “Kürt sorun” yer aldı. Bahçeli,
“Hangi sebep ve mazeret ileri sürülürse sürülsün milletimizin kanını
döken, varlığımıza hançer vurmaya cüret eden terör örgütü ve
elebaşlarıyla kurgulanan temas ve diyalog hamlelerinden sıyrılmak ve
devlet umurunun gereklerini yerine getirmek yeri dolmaz milli bir
sorumluluk olarak ortadadır” dedi.
“Türkiye 21. yüzyılın ikinci
on yılında, Cumhuriyetimizin 100. yıldönümü olan 2023’e 10 yıl kala
karanlık bir devirden geçmektedir” diyen Bahçeli, görüş ve önerilerinde
şu görüşlerine yer verdi:
“Aynı zamanda Adalet ve Kalkınma
Partisi’nin iktidar zamanı 10 yılı doldurmuştur. Geride kalan yıllar bin
yıllık kardeşlik duygularına sayısız karşı çıkışların, saygısız
duruşların ve haddi aşan vuruşların örnekleriyle maluldür. Türk
milletini etnik kimlikler kategorisine düşüren, burada alt kültür
dairelerin kalburunda eleyen ve nihayetinde de önce 36’ya ayırıp sonra
da bir yapma aymazlığıyla vakit geçiren bir zihniyetin çelişki ve
zikzakları son 10 yılın özeti olmuştur.
Türk milleti gerçeğini
anlamayan siyasi mantık garabeti, milletten taviz vererek sorunları
bitireceği, devletten pay vererek meselelerin üstesinden geleceği
zehabına kapılmıştır. Bunun için aziz milletimiz tesadüflerin oyuncağına
çevrilmiştir. Açıktır ki, millet yapısıyla oynamak, bölünmenin esas ve
ilkelerini belirleyen ve mazisi yüz yılı aşan sanal sorun alanlarına
tekrar iltifat edilmesiyle paralel seyretmiştir. Elbette sözde Kürt
sorunu bunlardan birisidir. Türk milletinin eşit, saygın ve değerli
fertlerini sorun kalıbına dökerek bölücülüğün mimarisine harç karmak
büyük sorunlara davetiye çıkarmıştır.
Sözde Kürt sorunu
kartvizitinin yazım ve dağıtım mekanizmasında faal olarak vazife
alanların; Türk milletini bir ve beraber görmek istemedikleri ve bunun
için de bir asırdır planlanan dört parçalı Kürdistan’ın sütunlarını
dikmekle meşgul oldukları kesin olan bir husustur. Kürt sorunu
tanımlaması millet mefhumuna cepheden vurulan kategorik bir darbedir.
Bunun yanı sıra sözde Kürt sorunu tanımlamasındaki ısrar ve inat Türk
milletinin arasına ister istemez kuşkular sokarak birlik duygusunu
yokuşa sürecektir. Üstelik bu yapay sorun millet varlığının ihlal ve
imhası anlamına da gelmektedir.
Böylesi bir sorun izahı, doğrudan
doğruya bireysel hak ve özgürlük alanlarının kolektif hüviyete
bürünmesine köprü vazifesi görecektir ki, bunun sonucunda Türk
milletinin bin yıllık muazzam birlik ve bütünlük ülküsü tahminlerin
ötesinde yara alacak ve malum son oldukça yakınlaşacaktır. Dördüncü
olarak; sözde Kürt sorunu ifadesinden acilen cayılmalı, Türk milleti
şemsiyesi altında herkesin eşit hak ve sorumlulukları vurgusu güçlü bir
şekilde yapılmalıdır. Demokrasinin yaşaması, Cumhuriyet’in
sürdürebilirliği ve kardeşlik hissiyatının pekiştirilerek tescillenmesi
ancak bu sayede ileriye taşınabilecektir.
Milletimizin dayanışma,yardımlaşma ve yakınlık ruhu zedelenmeden, iç barış ve huzur ortamı
daha fazla gölgelemeden ülkemizin her yöresindeki insanımızın ekonomik,
sosyal ve kültürel sorunları ele alınmalı ve zorlama sorunların
kıskacından çıkılmalıdır. Bu bir tercihten öte, milletimizin baki
kalması, millet ve devlet bekasının güvenceye alınması ve üniter devlet
yapısının sağlam esaslarla güçlendirilmesi için elzemdir. Kardeşlik
duygusunun hasar alması, farklılıklar üzerinden yürütülen vurguların
artırılması, etnik bölücü taleplerin meşru ve demokratik hak arayışı
olarak ele alınması geri dönüşü olmayacak bir mecranın kilidini
açacaktır.
Bu sürecin sonunda ise kardeş kavgası ve kanlı bir
bölünme ortamı tüm vahşetiyle milletimizi beklemektedir. Bu olumsuzluğa
ilave olarak, Türkiye’nin milli devlet yapısının, üniterlik özelliğinin
hedef tahtası haline getirildiği çoktandır bilinmektedir.
Demokratik
özerklik, bölgesel yönetimler veya federasyon özlemleri her geçen gün
ivme kazanmaktadır. Özellikle TBMM’nde kabul edilen Büyükşehir Kanunu
önümüzdeki dönemde Türkiye ve Türk milleti için büyük maliyetlere neden
olacağı şimdiden bellidir.
Bölgesel yönetimlerin şifrelerini,
federasyona geçişin yapı taşlarını muhteviyatında barındıran bu yasanın,projelendirilen başkanlık sistemiyle birleşince Türkiye’yi meçhule
götüreceği kötümser bir yorum ya da anlamsız bir itiraz olarak
yorumlanmamalıdır. Siyasi bağlılığı ve inanışı ne olursa olsun,
geleceğin Türkiye’sini ve gelecek nesillerin mevcudiyetini bugünden
düşünmek durumunda olan, günü değil yarınların derdine düşen bir devlet
idaresinin bu kaygıları objektif bir şekilde gözden geçirip iyi niyetle
yaklaşmasında sonsuz yararlar olacağı tartışmasızdır.”
Milliyetçi
Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Suriye ve Irak’ın
kuzeyindeki terör oluşumları, sınırlarımızın emniyetinin kaybolması
türkiye’nin kırmızı çizgilerini anlamsız ve içi boş bir hale
düşürmüştür” dedi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Milliyetçi Hareket
Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve yeni seçilen Divan
üyelerini kabul etti. MHP Genel Başkanı Bahçeli; terör, ana dilde
savunma hakkı, Büyükşehir Yasa Tasarısı ve Kürt sorunu ve Türkiye dış
politikası ile ilgili görüşlerini Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e sundu.
Bahçeli’nin,Cumhurbaşkanı Gül’e sunduğu 7 maddeden oluşan görüş ve önerilerinin
beşincisi, TBMM’de kabul edilen Büyükşehir Yasa Tasarısı oldu. TBMM’de
kabul edilen Büyükşehir Kanunun dikkat ve titizlikle incelenmesi ve
tekrar iadesinin sağlanması en belirgin beklentileri arasında yer
aldığını ifade eden Bahçeli, “Kaldı ki parlamenter sistemin ilgasıyla
tesis edilecek ve tek adamlığa kılıf olacak başkanlık sistemi
hazırlıklarına daha belirgin bir müdahale yapılmalı ve bu yönde
tavsiyeler verilmelidir” dedi.
Ana dilde eğitim ve ana dilde
savunma isteklerinin karşılanması için gözle görülür bir pozitif tutum
sergilendiğinin anlaşıldığını ileri süren Bahçeli, milli şuurun liste
başında dilin olduğu, bu yolla da mensubiyetin olgunlaştığı bilinen ve
yerleşik bir sosyolojik olgu olduğunu ifade etti.
Bahçeli, “Dilin
bir milletin oluşumunda yeri dolmaz bir fonksiyonu bulunmaktadır. Dil,
bir milletin alameti farikasıdır. Bu nedenle dil millet hayatında hiçbir
şeyle kıyaslanmayacak derecede hayati rol oynamaktadır. Elbette
anadilin konuşulması, anadille anlaşılması ve bu yolla iletişimin
sağlanması insani bir durum olup saygı duyulmalıdır. Ancak bu husus,
Türk milletinin resmi dili Türkçe olduğu kesin hükmünü asla
değiştiremeyecektir. Anadil eğitim talepleri, eğer mümkün olursa Türk
milletinin içinden başka milletlerin ortaya çıkarılması için sosyolojik
kazı faaliyeti olarak kullanılmaktadır. Buna sessiz kalmak ve hatta onay
vermek ise milletin dağılması, ayrışması ve parçalanması anlamına
gelecektir” diye konuştu.
Ana dil eğitim ve savunma taleplerine
yönelik tedbir geliştirmenin, körüklenen etnik alevi söndürmek için
inisiyatif almanın gecikmeden sağlanması gerektiğine vurgu yapan
Bahçeli, görüşlerinde şunları kaydetti:
“Türkiye dış politika konusunda çok boyutlu ve çok yönlü sorunlar yaşamaktadır.
Komşu
coğrafyalardaki iç yangın ve isyan döngüsüne taraf olmak Türkiye’nin
aleyhine olan vakıalara meydan açmaktadır. Çöken komşularla sıfır sorun
politikası ülkemizi yalnızlığa itmiştir. Bölgesinde sözü geçen ülke
iddiaları, sözü ciddiye alınmayan ülke gerçeğine kısa zaman içinde
dönüşmüştür. İran, Suriye, Irak ve İsrail ile ilişkiler kopma noktasına
gelmiş, Rusya ve diğer bölge ülkeleriyle kurulan diplomatik temaslar
inişli çıkışlı bir seviyeye gerilemiştir.
Batı’nın kurduğu oyun
planında aktif rol kapma çabaları Türkiye’yi başkent Ankara vizyon ve
jeopolitiğinden koparmıştır. Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki terör
oluşumları, sınırlarımızın emniyetinin kaybolması Türkiye’nin kırmızı
çizgilerini anlamsız ve içi boş bir hale düşürmüştür. Öyle ki, dünün
peşmerge reisleri Türkiye’nin içişlerine aleni karışırken ve hassas
konularla ilgili fikir beyan ederken hiçbir yaptırım ve ikazla
karşılamamaktadırlar.
Hükümetin merak ve ilgi sahası ülkemizi
birinci derecede ilgilendiren konu başlıkları olmaktan çıkmıştır. İç
sorunlarımız katlanırken, vatandaşlarımızın sorunları ağırlaşırken dış
politikada hamaset nutukları atmak, gereğini yerine getirmekten azade
diklenmelerle vakit geçirmek Türkiye’nin itibarına büyük zararlar
vermektedir. İç politikadaki açıkları dış politikadaki suni mevzilerle
ve fuzuli meydan okumalarla dengelemeye çalışmak günü kurtarmaya yetse
de, uzun vadede acı sonuçlara neden olacağı açıktır.
Nitekim
yedinci ve son olarak; Türkiye’nin dış politikası baştan ayağa ele
alınarak düzeltilmeli ve Türk milletinin menfaatine olmayan
maceralardan, sonu hüsran olacak çıkışlardan, iç politikayla tahkim
edilmemiş rest çeken kofluklardan bir an önce uzaklaşılmalıdır.”