Merhum Uğur Mumcu, “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz” derdi.
Yaşayıp bugünleri görseydi, bu sözün bile, ne kadar hafif kaldığını
düşünürdü. Eskiden, yani beş on yıl öncesine kadar, “bilgi”ye ulaşmak,
emek gerektiriyordu. İster bir bilim insanı olsun, isterse bir gazeteci
işini düzgün yapmaya çalışan herkes, yazacağı birkaç satır yazı veya
vereceği bir konferans için, bildiklerinin üzerine araştırıp yeni şeyler
koyardı.
Şimdi öyle değil...
“İnternet” denilen şu sanal kütüphane(!) sayesinde, basıyorsunuz tuşa
istediğiniz konuda, istemediğiniz kadar bilgiye ulaşabiliyorsunuz. Fakat
bu sefer de önemli bir sorun çıkıyor karşınıza:
“Doğru bilgi hangisi?”
Tamam...
Bir tuşla ciltler dolacak kadar malumata ulaşıyorsunuz ama bu malumatın doğruluğunu nasıl test edeceksiniz...
Gerçek bilgi hangisi?
Çünkü internet yazılı veya görsel basın gibi belli bir denetime tabi
değil. Milyonlarca site var ve bu siteler akla gelebilecek her konuda
her şeyi yazıp çiziyor. Gerçi yıllar önce “Bilişim Yasası” başlığı
altında bir hukuki düzenleme yapıldı ve belli ölçüler getirildiyse de,
yine yeterli bir denetimden söz etmek mümkün değil. Ama yazılı, görsel
veya sözlü basın öyle değil. Her yayının mutlaka bir yasal sorumlusu
var. Diyelim ki, bir gazetede ya da televizyonda adam çıkıp, basın
özgürlüğünü “hakaret etme özgürlüğü” ile karıştırdığı zaman, adli
merciler muhakkak bir muhatap bulabiliyor. Ama internet öyle değil...
Sahte isimler, sahte adresler ve hayali oluşumlar etrafta cirit atıyor.
Dileyen, dilediğine sövüp sayıyor, akla ziyan iddialarla kafa
karıştırabiliyorlar.
Adı adresi ve yazıp çizeni belli olan düzgün siteleri ve aynı
çerçevedeki internet gazetelerini bu kapsama dahil etmiyoruz. Onlar
tıpkı yazılı basın gibi ciddi sorumluluk taşıyorlar.
Kastettiğimiz adresi ve sahibi meçhul siteler…
Çünkü orada doğru ile eğriyi tefrik edecek bir mekanizma yok.
Tutunuz ki, birisi internette size saldırdı, siz de doğruca yargıya
başvurdunuz. Şayet size saldıran adam maruf bir sitede bunu yapmışsa bir
sorun yok, adam bulunamazsa bile sitenin sorumluları otomatikman mesul
tutulabiliyor. Aksi durumda, yediğiniz küfürle kalıyorsunuz.
Son günlerde bu şekilde mağdur duruma düşen pek çok kişi ile
karşılaştım. “Ciddiye alma, gül geç” diyorum ama görüyorum ki, insanlar
öyle yapamıyor; üzülüyorlar doğal olarak...
Bir dostum aradı ve etrafta serseri kurşun gibi dolaşan bazı elektronik
iletilerden söz etti. Bu dostum bir siyasetçi, kendisi hakkında hem
küfür hem de iftira edilmiş.
“Ne yapabilirim” diye soruyordu.
“Yargıya git” demekten başka bir önerimiz olmadı.
Ama yargının da bu serseri kurşunlara yapabilecek çok fazla bir şeyi olmadığını da ekledik.
Bunun gibi onlarca örnek var.
Birileri bunun adına “ifade özgürlüğü” diyorsa, fena halde yanılıyor demektir.
İfade özgürlüğü, hakaret ve iftira etme hakkı değildir.
Hem evrensel hukuk, hem de yasalar ifade özgürlüğü ile hakareti kalınca
bir çizgiyle ayırmaktadır. Özellikle yazılı basında, eline kalem alan
bir adam çıkıp önüne gelene sövüp saysa bunun bedelini yargı önünde
öder; hem de ağır bir şekilde...
Aynı şeyi o korsan sitelerde sahte isimlerle yaparsa, yaptığı yanına kar kalır!
En azından kısa vadede durum böyle…
Birkaç yıl öncesine kadar, basından yana dertli olan kişiler,
“Erzurum’da bu kadar gazeteye ihtiyaç var mı, nedir bu Allah aşkına,
sabah yatağından kalkan bir gazete çıkarıyor?” der ve bol bol sitem
ederdi. Biz de “Türkiye demokratik bir ülke olduğu için insanların
düşüncelerini yaymalarının önünde yasal bir engel yoktur. Parası olan
istediği gazeteyi çıkarabilir” derdik.
Anlatırdık ama nafile...
Bir soru işareti kalırdı hep...
Şimdi, eskiye rahmet okunur oldu!
İnternette ki korsanlar, önüne gelenin gazete çıkardığı dönemleri aratıyor.
Etraf “bilgi kirliliği” yüzünden düpedüz çamura bürünüyor.
Söyleyecek sözünü veya iddiasını adam gibi ortaya çıkıp meşru zeminlerde
yapamayanlar, gıcık gittiği bir siyasetçiyi, bürokratı veya işadamını
adı adresi bilinmeyen kaynaklardan acayip şekilde hırpalıyor.
Bunun adına veya bunun olduğu döneme “bilgi çağı” deniliyor.
İyi de hangisi doğru, hangisi yanlış?
Bir kılavuz da lazım ki, doğruyu, eğriden, kirliyi temizden ayırsın...