Bugünkü yazı konumuzla bir ilgisi yok ama mesele öylesine önemli ki, yüzlerce kilometre uzakta da olsak ilgisiz kalamadık.
Suriye
sınırındaki ilçemiz Akçakale, adeta savaş meydanına döndü. Önce sınırın
öte yakasından sıçrayan şarapnel parçaları isabet etti, sonra ilçe
meydanı Suriyeli askerlerin kurşun yağmuruna hedef oldu. Şimdi ise artık
doğrudan ilçe merkezini hedef alan top’lar düşüyor.
Dünkü
bilanço şuydu: Beş ölü, çok sayıda yaralı. Bu gelişme üzerine, Ankara
anında toplantı üstüne toplantı yapmaya başladı. O toplantılardan nasıl
bir sonuç çıkar bilemiyoruz. Ancak bilinen şu ki: Akçakale artık savaş
meydanı!
İster Suriye ordusuna bağlı askerler olsun, isterse
muhalifler fark etmez; değil mi ki her iki tarafın attığı mermi ve
top’lar Akçakale’yi, yani Türkiye’yi vuruyor.
Hoş kimse hemen Suriye’ye savaş açalım, dalalım diyen yok. Fakat bu gidişata artık bir dur deme zamanı gelmedi mi?
Uçağımız
düşürüldü, pilotlarımız şehit oldu; sustuk. Gazeteciler dahil bir çok
Türk vatandaşı tutsak edildi, ya sabır dedik. Sınırın öte yakasından
gelen kurşunlar evlerin pencerelerinden odalara düştü, haydaaa dedik.
Dün ise artık top’lar ilçe merkezini vuruyor.
Tamam savaş ilan etmeyelim lakin daha kaç kişi ölecek ki, Türkiye, Suriye’ye hakiki anlamda bi şey diyecek?
Cevap arayan soru…
Kayseri
Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki, şu yakın zamanda yaptığı
bir açıklamada, Erciyes’te vücuda getirmeye çalıştıkları kış turizmi
merkezi için, şimdiden 21 otelin başvuruda bulunduğunu söyledi. Zaman
zaman Erzurum’u istiskal etmekten mutlu olan Özhaseki aynı demecinde,
Erzurum’un da Konaklı’daki merkez için yatırımcı bulamadığını
hatırlatıyor.
Acı ama gerçek bu ne yazık ki…
Yıllardır tüm
çabalara hatta vaktiyle yapılan tahsislere rağmen turizmciler beklenen
ilgiyi göstermiyor. Oysa Palandöken, kış turizmi ve kayak sporu
açısından Erciyes’le mukayese edilemeyecek kadar değerlidir.
Fakat turizmci, Palandöken yerine Erciyes’e gidiyorsa eğer oturup kara kara düşünmeliyiz.
Niye?
Soru şu:
Erzurum'a niçin yatırımcı gelmiyor?
Tamam;bu, öyle bir çırpıda cevaplandırılacak türden bir soru değil. Üstelik
de hangi cevabı vermiş olursak olalım, mutlaka başka cevaplar olacaktır.
Şu bir avuç şehirde yıllardan bu yana, insanlar hangi temel konuda
ittifak edebildi ki, böylesine alengirli bir meselede aynı safta
toplanabilsin? Bir de bu soruya hangi zeminde cevap arıyor olduğunuz
önemlidir. Misal; iş dünyası oldum olası şu klasik cevabı vermektedir:
"Erzurum,ağır kış şartlarına maruz kalan bir şehir olması nedeniyle, sanayicinin
korkulu rüyası durumundadır. Ayrıca dünyanın hiçbir yerinde limana, ham
maddeye, yetişmiş insan gücüne ve büyük tüketim merkezlerine bu kadar
uzak olan kalkınmış bir şehir yoktur."
Buna mukabil akademik çevreler, olaya daha bilimsel bir gözle bakar ve geri kalmışlığın zamirinde sosyal sebepler arar.
Şöyle ki:
Erzurum;Osmanlı'yla başlayıp Cumhuriyet'le devam eden süreçte, devletin gözünde
hep 'ön karakol' ya da 'derbent şehri' olmuştur. Osmanlı; Erzurum'u
İran şia’sına, Cumhuriyet de Rusya komünizmine karşı istihkâm etti. Bu
sebepledir ki Erzurum'da, tarih içerisinde sürekli asker, muallim,
ulema, şair ve kalem efendisi yetişti. Sanat ve ticaret halkın tali
derecede ilgisine giren alanlar olarak kaldı.
Erzurum halkı,
adeta bir müptelanın eroine bağımlı olması gibi, kamuya, yani devlete
bağımlı oldu. Böyle bir siyasi ve sosyal iklimde, özel teşebbüse ait
fabrika bacalarının yükselmesi çok zordur. Hele hele de şehir
burjuvazisinden söz edilmesi imkânsızdır… Marabalığı şiar, egemenlere
kul olmayı erdem bellemiş bir toplumdan liberal bir duruş çıkmaz.
Çünkü şehrin zenginliği yeşil kart sayısı ve dağıtılan kömür ağırlığı ile ölçülüyor!
Ali Osman döneminde Erzurum, "derbent şehri" idi; bugün de "uç"ların burcu!
Pekii bu noktada politikacı ne diyor?
Politikacı
bu noktada mütemadiyen topu taca atar… Hangi görüş iktidarda olursa
olsun, mutlaka önceki hükümetleri karalar. Politikacı; sebep-sonuç
ilişkisi üzerinde durmak yerine, palyatif çözümler sunar, aynı zamanda
opportunist bir anlayıştadır. Eğer yazdığı reçete akşamdan sabaha reye
tahvil olunamayacaksa, elini ağırdan alır, ayak sürter. Ve devletin
hangi iktisadi rejimi uygulayıp uygulamadığına bakmaksızın, Erzurum'u
kalkındırmak adına, öncelikle kamu kaynaklı çareler arar. Bu da, zaten
hazineden geçinme alışkanlığı genlerine geçmiş olan ahali için, her daim
geçer akçe olmuştur.
Diyelim ki devlet, bir yılda Erzurum'a
toplam bin lira harcamasına karşın, sadece yüz lira gelir elde ediyorsa
bu zekâta muhtaç durum, ne politikacının yüzünü kızartır, ne de halkı
rahatsız eder. Yani bugün Erzurum'un içerisinde bulunduğu tabloda olduğu
gibi...
"Erzurum'a niçin yatırımcı gelmiyor?" sorusuna, şayet
yanlışlıkla bürokraside bir cevap aramaya kalkarsanız biliniz ki,
aradığınız cevabı bulamayacağınız gibi ruh ve beden sağlığınızı da
kaybedebilirsiniz.
Cumhuriyet; Erzurum'u, nihayetinde de
Türkiye'yi Bolşevik İhtilali'nin çarpıcı etkisinden korumak için, her ne
kadar çeşitli keskin önlemler aldı, hatta Amerika'nın doğrudan
müdahalesiyle, "Yeşil Kuşak Projesi"ni dahi uygulamış olduysa da;
sonuçta bürokrasideki mantalite noktasında, "Rusya gibi olmak" tan
kurtulamadı. Bu yüzdendir ki Erzurum bürokrasisi için, asla "kalkınmış
bir şehir" ideali olmadı.
Bu anlayışa göre, yatırım yapmak zaten
"abesle iştigal" etmekti, yatırımcı da soyguncuydu! Etraflarını birkaç
adam boyu surlarla çevirdikleri saltanatgâhlarında, ya militarizmi
kutsayıp durdular, ya da merkezi hükümete şükran ayinleri düzenlediler. Bu şehirde öyle bürokratlara tanık olduk ki, onların varlık sebepleri
tamamen yağcılık ve riyakarlık üzerine bina edilmişti. Hoş bugün de
durum farklı değil...
Aç şehrin karnı tok bekçileri...
Av
köpekleri, av meraklıları için çok muteber olmasına karşın; bendeniz av
köpeklerinden nefret ederim, hiç sevmem... Çünkü av köpekleri
efendilerine şirin gözükmek uğruna yaralı hayvanın yerini ispiyon eden
adi bir muhbirdir. Erzurum ve benzer ölçekteki şehirler ne yazık ki,
efendilerine yaranma derdindeki eyyamcılarla doludur. Bu illetten
kurtulamadığımız sürece, altımızdan petrol fışkırsa da kâmil anlamda
şehir ve şehirli olamayız...
Öbür ama en önemli cephe...
Erzurum kalkınmış veya geri kalmış ne çıkar; nasılsa onlar için sonuç değişmiyordu. Dolayısıyla, "Erzurum'a niçin yatırımcı gelmiyor?" suali, hiçbir vakit kamu saltanatgâhlarında yankı bulmadı, bulmayacak da...
Erzurum'da manzara bu...
Kamu ödeneği, kamu yatırımları, kamu desteği!
Çekip çıkarın şu kamuyu Erzurum'dan bakalım ki geriye ne kalıyor?
Pekii Erzurum daha nereye kadar bu çökmüş enkazın altında yaşamaya devam edecek?
Ne
zaman bu şehrin insanı, şairin sözüne kulak verip, "...İki el bir baş
içindir, baş da sen de, el de sendedir" deyip, ayağa kalkacak?
Sağlık,yol, tarım ve kış turizminden sonra şimdi de ikinci üniversite yatırımı
ile şehir büsbütün kamuya bağlandı. Birbirinden çarpıcı teşvik
yasalarına rağmen, görüyoruz ki bu şehre büyük yatırımcı gelmiyor.
Niçin?