İnsan hata yapan bir varlık. Dolayısıyla hatadan kimse uzak değildir. Hatalarımız söz, davranış ve muhakeme yoluyla olur.
Karagöz oyunlarında meddahın ağzından seyircileri incitecek çıkan bir söz ve davranışın önüne geçmek için; "Her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola!" denirdi.
Eski kuşak sürç-i lisan, sürç-i kalem sözünü çok kullanır. Sürç-i lisan, dil terkibi açısından doğru bir söz dizimi değildir. Sürç Türkçe, lisan Arapça, i eki Farsça. Üçünden Farsça bir terkip; sürç-i lisan oluşturulmuş. Hatanın düzeltilmesi için sürç-i lisan deniyor, ancak bu söz terkibinin kendisi hatanın en büyüğüdür. Türkçe lügatte Sürçülisan yazılmaktadır.
Lügatimizde böyle yanlışlar doğru kabul edilmektedir. Bunun için de şu söz çok söylenmektedir: "Galat-ı meşhur fasih-i mehcurdan evladır; yani meşhur (yaygın) yanlış, terk edilmiş açık ve seçik sözden daha üstündür."
Bu tür dil yanlışların düzeltilmesi de çok zordur.
Kaşgarlı Mahmut'un lügatinde sürçdi, surçıtmak, sürçitmek; ayak kaymak anlamınadır. At sürçdi, at sürçtü denir. Sürç Türkçe isim; yürürken ayağın bir engele çarpmasıyla düşecek gibi olma, tökezleme, yanılma, hata anlamlarına gelmektedir. Sürçmek fiili tökezlemek, yanlış bir adım atıp dengesi bozulmak; bir şeye çarpıp düşecek gibi olmak, kaymak. Mecazi anlamda sürçmek fiili, dalgınlıkla yanlış bir yapmak, yanılmak, hata yapmak anlamınadır.
Dilim sürçtü, kalemim sürçtü de denir.
"Tökezleyen atın başı kesilmez" sözü sıkça kullanılmaz. Kaşkarlı'nın sözlüğündeki at ve sürç beraber kullanıldığı için atasözümüzde oradan alınarak lisanımıza yerleşmiştir. Eskilerin ifadesiyle ," Bir sürçen atın başı kesilmez.", "At sürçtü" denir.
Pir sultan Abdal da, "at tökezledi" demiyor,
"Bir sürçmekle at ayağı kesilmez.
Bir suç ile âdemoğlu asılmaz," diyor.
Zaman zaman dil ve kalem sürçmemizi düzeltmek için sakın yanlış anlaşılmasın; ben şunu demek istemedim, bunu demek istedim diyerek yanlışımızı düzeltmeye çalışırız. Bu tutumu takındığımızda münakaşanın da önüne geçmiş oluruz. Niyetimizin doğruluğuna rağmen, ağzımızdan yanlış söz ya da maksadını aşan söz çıkmışsa, "hatalıysak affola!" denmesi en güzel davranıştır. Sonraya kalmış bir hatayı düzeltmek çabası pek de işe yaramayabilir.
Ancak kabahatimizi kabul etmeyi, özür dilemeyi zorlanarak yaparız. "Kabahati gelin etmişler de kimse almamış." atasözümüz bu tutumumuzu açığa vermektedir.
Bazen de sürçmelerimiz bilgi noksanlığından kaynaklanmaktadır. Özellikle her alanda eline kalemi ve mikrofonu alanlarda bu yanlışlara çok rastlamaktayız.
Depreme maruz kalmış insanlar hakkında haber veren ya da açıklamada bulunanlar; "deprem-zede" diyecekleri yerde "deprem-zade" demektedirler. Zede, vurulmuş, çarpılmış, tutulmuş anlamlarına gelmektir. Zade ise, evlat, oğul, insaniyetli, doğru adam, doğmuş, meydana gelmiş anlamlarınadır. Haram-zade demek gerek, haram-zede denmez.
Bir de "Başımızın üstünde Damocles'in kılıcı asılı duruyor." dememiz gerekirken, "Başımızın üstünde demokrasi kılıcı asılı duruyor." der dururuz. Bu sözü çok kullandığımı hatırlıyorum.
Bu sözü kullanırken hemen hiç birimiz niye krallığın, padişahlığın, emirliğin veya diktatörlüğün kılıcı değil de demokrasinin kılıcını kullanırız diye sormayız. Çünkü hafızamıza, muhakememize böyle yerleşmiştir. Bu cümle muhakeme sürçmesine iyi bir örnektir. Muhakeme yanlışımızı düzeltmek de çok zor olsa gerek.
Cami şadırvanlarından bahseden bir yazıda şöyle deniyor: "Duadan evvel vücudu temizlemek için cami avlularında şadırvanlar vardır." Bu cümle yazı kuralları açısından doğrudur.
"Namazdan evvel abdest almak için cami avlularında şadırvanlar vardır." denmesi hem yazı hem de anlam açısından daha doğru olacaktır.
Derdimiz Türkçe bilmek, Türkçe konuşmak, Türkçe yazmak yanında Türkçeyi iyi bilmek, Türkçeyi iyi konuşmak ve Türkçeyi iyi yazmak olmalıdır.