SP Erzurum İl Başkanı Ve Gik Üyesi Faik Çalık Cumhurbaşkanlığı seçiminde Partilerinin tavrını açıkladı.
Erzurumajans-SP Erzurum İl Başkanı Ve Gik Üyesi Faik Çalık Cumhurbaşkanlığı seçiminde Partilerinin tavrını açıkladı.
Ülkemizin önemli bir seçim arifesinde olduğunu ifade eden Çalık,
"Öncelikle 10 Ağustos tarihinde ilk tur oylaması yapılacak seçimlerin
ülkemize, milletimize, İslam Âlemine ve bütün insanlığa hayırlar
getirmesini diliyorum. Biz Saadet Partisi olarak, bu önemli seçimin
öncesinde gerçekten çok titiz bir çalışma yürüttük. Teşkilatımızın bütün
kademeleriyle geniş istişare toplantıları yaptık. Genel Merkezimiz Bu
meyanda Bizimde 2 defa katıldığımız İstişare toplantılarında İl
Başkanlarımız, İl Sorumlularımız, Kadın Kollarımız, Gençlik Kollarımız
ve Milli Görüşçü kuruluşlarımızla bir araya gelerek mensuplarımızın
adaylarla ilgili düşünce ve önerilerini dinledi. Bununla da yetinmeyerek
Tabanımızın temayülünü en sağlıklı şekilde görebilmek için,
cumhurbaşkanı adaylarına yönelik özel anketler yaptırdı. Türkiye'de
cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini ilk gündeme getiren hareket
Milli Görüş olmuştur. 1970'li yıllarda MSP, 1990'lı yıllarda Refah
Partisi olarak cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi gerektiğini
ısrarla savunduk. Hatta öyle ki, bundan tam 23 yıl önce 2 Mayıs 1991
yılında İstanbul'da bunun için büyük bir miting dahi yaptık. Ancak bugün
gelinen noktada cumhurbaşkanını halk seçmemekte, TBMM'deki siyasi
partiler tarafından belirlenen adaylar halka zorla seçtirilmektedir.
Yani seçilmişlerin seçmene dayatmasıdır. Bilindiği gibi bir kimsenin
cumhurbaşkanlığına aday olabilmesi için en az yirmi milletvekilinin
imzasına ihtiyaç vardır. Bu durumda halk, seçilmişlerin seçtiğini seçmek
zorunda. Yine yani "asıllar" "vekillerin" adaylarını seçmek
mecburiyetindedir Cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiğini
söyleyebilmek için, milletvekillerinin yanı sıra halka ve sivil toplum
kuruluşlarına da, örneğin, ellibin, yüzbin imza ile aday belirleme
hakkının verilmesi gerekirdi. Bu hakkın halktan esirgenmesi demokrasi
bakımından kabul edilemez bir durumdur. Halkın demokratik bir hakkının
gasp edilmesi anlamına gelir. Unutmayalım ki Mısır'da darbecisi Sisi
bile halkın imzası ile cumhurbaşkanlığına aday olarak gösterilmiştir."
diye konuştu.
Çalık konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Seçime girme
hakkı kazanan, ancak yirmi milletvekilinden imza alamadığı için
cumhurbaşkanlığına aday gösterme hakkı elinden alınan siyasi partilerin
durumunu demokrasi bakımından izah edebilmek kanaatimizce mümkün
değildir. Örneğin biz, Saadet Partisi olarak en azından birinci turda
kendi adayımızı göstermek isterdik. Ancak önümüze konulan engel ve
sınırlamalar yüzünden bunu gerçekleştiremedik. Türkiye'nin son 50 yıllık
dönüşümünde etkili olmuş, ülkemizin en köklü ve dinamik hareketinin
aday gösterememiş olması bu hukuksuz ve millet iradesini yok sayan
tavrın somut bir göstergesidir. Adaylara gelince; Hepinizin bildiği gibi
biz Milli Görüş hareketi olarak en başından beri "isimlerin değil
ilkelerin" üzerinde durduk. "Kim cumhurbaşkanı olmalı?" sorusundan daha
önemli olanın, "Nasıl bir Cumhurbaşkanı olmalı?" sorusu olduğunu
savunduk. Çünkü Türkiye'de "isim değişikliğine" değil "zihniyet
değişikliğine" ihtiyaç vardır. Eğer bir cumhurbaşkanı, Faize dayalı
sömürü sistemini savunuyorsa, "Reel politik" diyerek küresel egemenlere
teslim olmuşsa, İslam dünyası paramparça bölünürken, hala AB'cilik,
ABD'cilik yapıyorsa adı Ahmet olmuş, Mehmet olmuş ne fark eder? Örneğin,mevcut her üç adayın üçü de Batıcıdır.
Oysa Irak'ı üçe bölen
Batı'dır. Libya'yı paramparça eden Batı'dır. Bugün İsrail'in,
Gazze'deki katliamlarına en büyük desteği veren Batı'dır. Bu Batıcı
zihniyetleri yüzünden, mevcut üç adayın, Filistin konusundaki söylemleri
bile özde birbirinin kopyasıdır, aynısıdır. Ses tonları farklı olsa da,söylediklerinin muhtevası birbirinin tekrarıdır.
Hiçbiri, tarihin en trajik katliamları yaşanırken somut bir girişim ortaya koyamamıştır.
Daha önce de ifade ettik. Mesela Biz Ekmeleddin beyin, Tayyip beye ve
Selahattin beye biner lira göndererek yaptığı seçim jestini, asıl Gazze
konusunda yapmasını isterdik. Yıllarca İslam İşbirliği Teşkilatı Genel
Sekreterliğini yapmış bir isim olarak diğer İslam ülkelerini harekete
geçirmek üzere somut bir girişimde bulunmasını beklerdik.
Başbakan
Sayın Tayyip Erdoğan'ın da, Ekmeleddin beyin bin lirasını iade ederek
gösterdiği hassasiyeti, 2005 yılında Yahudi lobisinden aldığı "Üstün
Cesaret Ödülünü" iade ederek de göstermesini beklerdik.
İsrail'e doğrudan ve dolaylı bilgi aktardığı bir gerçek olan, Kürecik radar üssünü kapatmasını isterdik.
Selahattin Demirtaş'a gelince, O'nun da İmralı'nın hakları konusunda
ortaya koyduğu mücadele ve kararlılığı, Filistinlilerin yaşam hakları
konusunda da ortaya koymasını isterdik.Olmadı.
Bu süreçte tek
somut öneriyi getiren, her zaman olduğu gibi yine Saadet Partisi
olmuştur. Partimiz, derhal İslam ülkeleri askerlerinin yer alacağı bir
"Filistin Barış Gücü" oluşturulmasını ve bu gücün, İsrail saldırılarına
misliyle karşılık vermek üzere Gazze'de konuşlandırılmasını teklif
etmişti.
Ama mevcut adayların hiçbiri bu teklifi sahiplenmek bir yana, ağızlarına bile almaya cesaret edememişlerdir.
Bütün bu ve benzeri gerçekler göstermektedir ki, her üç adayın üçünün
de özde ve istikamette birbirlerinden farkı yoktur. Birbirine zıtlarmış
gibi gösterilmeleri iyi kurgulanmış bir hileden ibarettir.
Ayrıca
cumhurbaşkanının halk tarafından seçilecek olmasının vesayet rejimine
son vereceği iddiası da bir kandırmacadan ibarettir. Çünkü bu
Türkiye'deki asıl mesele, askeri veya bürokratik vesayet değil, asıl
vesayet; Amerikan vesayetidir. Bu konuda da adayların hiç biri, "Bana
ne Amerika'dan" diyebilecek ve asıl vesayete karşı koyabilecek bir niyet
ve işaret gösterememiştir. İfadesi zor olsa da unutmayalım ki
Türkiye'nin asıl problemi "bağımsızlık problemi"dir.
Seçeneksizliği
seçme zorunluluğu özgürce bir seçim olamaz. Kısacası: Bütün bu ilke ve
prensipler çerçevesinde değerlendirildiğinde mevcut adaylardan hiçbiri,
maalesef, Milli Görüşün hassasiyet ve beklentilerine cevap vermiyor.
Çünkü söylemleri farklı gibi gözükse de eylem ve yönleri aynıdır
batıcıdır. Oy vermek onay vermektir, sorumlu olmaktır. Bizler Milli
Görüş'ün ilke ve prensiplerine uygun olmadıkları için, 10 Ağustosta
yapılacak oylamada, hiçbir adaya oy vermeyecek ve ileride yapacakları
muhtemel yanlışların sorumluluk ve vebaline ortak olmayacağız. Eğer
seçim ikinci tura kalır, adaylar da icraatlarını Aziz Milletimizin temel
değerlerine, ruh köküne göre ayarlayacak olurlarsa o zaman biz de gayet
tabii olarak kararımızı tekrar gözden geçiririz. Aziz Milletimize ve
pek değerli mensuplarımıza saygı ile duyururuz."