"Son imparator" diyordu, Hakan O'nun için...
Önce Hakan'ın kim olduğundan kısaca bahsedelim. Hakan; tıpkı Kürşat, şoför Mehmet ve diğer arkadaşlar gibi Kızılay'da çalışan bir kardeşimiz.
Nasıl ki Kürşat ve Mehmet'in yasal bir zorunluluğu yoktuysa, Hakan da mecbur değildi. Ama Hakan, son bir kaç aydan beri "Son imparator"un bakımına adamıştı kendini...
Allah rızası için yapıyordu, Başkan'ı çok sevdiği için gönüllü olarak hizmet veriyordu.
Başkan için, "Son imparator" derken, O'na böyle bir misyon yüklemişti. Çünkü, Başkan'ın yeri, Hakan için çok yükseklerdeydi.
Başkan son bir yıldan beri hastaydı. Aylarca hastanelerde yattı, birden çok ameliyat geçirdi. Hastane yönetimleri de, doktorlar da, hemşireler de ziyadesiyle alaka gösterdiler, ellerinden gelen hizmeti esirgemediler...
Fakat her fani gibi vakti saati geldiğinde Başkan da veda edecekti, nitekim etti de...
Mithat Başkanı 30 yıldan beri yakından tanırım. Hatta yakından tanımak bir yana bilmeyen bazı kimseler bizi baba-oğul bile sanırlardı. Çünkü neredeyse haftanın üç dört günü beraber olurduk, birlikte seyahatlere çıkardık...
Tıpkı benim O'nu sevdiğim gibi Başkan da beni çok severdi. Bir hafta görüşemesek mutlaka telefonla arar, "Yahu nerelerdesin" diye o müşfik sitemini yapıştırırdı.
90 yaşını aşmıştı.
Güzel ve şık giyindiği gibi kaliteli bir hayat yaşadı.
Düşmanı yoktu, dostu çoktu.
Sevmediği kişilere karşı bile çok sert ve kırıcı olmamaya özen gösterirdi.
Riyakâr ve eyyamcılar için "hacı yatmaz" derdi. Bu sebeptendir ki, en nefret ettiği tipler, işte o hacı yatmazlardı. Çok üzülüyordu. Zira son yıllarda Erzurum'da hacı yatmazların sayısı o kadar artmıştı ki, "Mehmetçiğim, bu Erzurum nereye gidiyor böyle" diyerek, hayıflanır ve bir zamanların "Paris"ine özlem duyardı.
Başkan, son aylarda büsbütün rahatsızlanınca yeğenleri ve akrabaları anında koşup geldiler ve gereken ihtimamı gösterdiler.
Özellikle de Zafer, Oktay ve Serdar...
Hayattayken yeğenlerine ve akrabalarına karşı müşfik bir amca değildi, ama kaderin garip cilvesine bakın ki, "Son imparator", yeğeni Oktay'ın kollarında son nefesini verdi.
Rahatsızlığı ileri safhaya ulaşınca, yakınındaki tüm dostları ki, bunlar Terzi Hâkim Usta, Büfeci Hakan Sak, Mehmet Tanoğlu, Yaşar Feyzioğlu, Hüseyin Bozhalil, Fevzi Budak ve isimlerini burada sayamayacağım kadar çok kimseler O'nu hiç yalnız bırakmadı. Tamam; kimsenin ikna çabası bir işe yaramıyordu ama yine de kimsesiz olmadığı duygusuyla moral buluyordu.
90 yılı aşan ömrünün neredeyse 50 yılını Kızılay için harcamıştı. Kızılay, Başkan için, dünyadaki en mukaddes bir görevdi.
Tek Parti döneminin partili bir gazetecisiyken, her şeyi bir kenara iterek, hayatını Kızılay'a vakfetmiş ve son nefesini verdiği ana kadar da Kızılay için çırpınıp durmuş bir efsaneydi.
Kızılay derdi de başka bi şey demezdi. Nitekim, canından aziz bellediği Kızılay'da, hem de 40 yıldır kullandığı odasında rahmeti rahmana yürüdü...
Mithat Turgutcan, yani namı diğer Başkan, bu memleket için hakiki manada bir değerdi.
Binlerce genç O'nun sayesinde tahsil gördü, binlerce yoksul öğrenci O'nun sağladığı imkânla hayata atılabildi.
Sadece iyi bir Kızılaycı değildi. Aynı zamanda, çok iyi bir eğitim gönüllüsü, iyi bir yazar ve sağlıkçıydı...
Erzurum'un yaşayan bir hafızasıydı da aynı zamanda...
Objektifti... Olayları anlatırken sevdiği veya sevmediği karakterlere özel bir anlam yüklemezdi.
Haksızlığa ve zulme rızası yoktu.
Şehirliydi...
Ez cümle O, aslında Erzurum'du...
Önceki gün, Başkanı her faninin gittiği veya gideceği o ebedi âleme uğurladık.
Arkasında yakınlarının ve dostlarının gurur duyacağı yüzlerce eser ve saygın bir isim bıraktı.
Biz razıydık, Mevlam da razı olur inşallah...
Rahat uyu Mithat Başkan; sen bu dünyada her ölümlüye nasip olmayacak binlerce hayra imza atmış bir insandın.
Makamın cennet olsun...