Erzurum, asayiş açısından birçok şehre oranla daha huzurlu ve güvenli
bir şehirdir. Ancak aynı tespiti, sokaktaki çocukların güvenliği için
söylemek mümkün değil. Önceki yıllarda küçük Musa'nın metruk bir yapıda
öldürülmüş olarak bulunması buna bir örnektir.
Şayet sık
aralıklarla Musa olayına benzer bir drama tanık olmuyorsak bu, tamamen
tesadüf sonucudur. Çünkü Erzurum'da sayıları hızla artan bir "sokak
çocuğu" gerçeği var. Ve daha da kötüsü toplumun bu acı sorundan, sırf
polisiye tedbirlerle kurtulmayı düşünüyor olmasıdır. Oysa hem fiziki
şartlar, hem de sosyal gerçekler göstermektedir ki, neredeyse sokakta
kaderine terk edilen bu çocuklar için, polisiye önlemler kalıcı ve uzun
vadeli bir çare değildir.
Şehrin birçok mahallesinde, sabahtan
başlayıp gece yarılarına kadar günlerini sokakta geçiren binlerce çocuk
var. Üstelik bu çocuklar, sokak çocukları da değil. Görünürde birer
aileleri ve evleri var; fakat gerçekte sahipli sahipsizlerdir!
Yani kandırılmaya, aldatılmaya son derece yatkındırlar...
Birçoğu
sevgiden, şefkatten, aile sıcaklığından ve ilgiden mahrumdur. Kötü
niyetli insanlar istese bu çocukları pekala kandırıp, akıllarını
çelebilir: Sana top alacağım, ayakkabı alacağım, para vereceğim,
sinemaya götüreceğim diyerek, hiç de zorlanmadan bu çocukların
bazılarını kaçırıp götürebilir.
Böyle acı sahnelerle sıkça
karşılaşmıyorsak eğer bu, ailelerin çocuklarından haberdar olması ya da
polisin sokaklara hakim olduğu için değildir.
Üzülerek ifade
edelim ki, Erzurum artık eski Erzurum olmaktan çok uzaklaştı. Tabii ki,
genelde böyledir demiyoruz ancak uzman tespitlerinden öğreniyoruz ki,
aksi yapıda olan yüzlerce aile mevcut. Bu yüzden de sabahtan gece
yarılarına kadar evinin yolunu bilmeyen el kadar çocukların sayısı hızla
artıyor. İçlerinde hırsızlık yapan da var, tinerci olan da...
Sorunu,polisin üstüne yıkarak, kendimizi masum kılamayız. Tamam; polis şehrin
asayişini ve huzurunu temin için, azami çaba göstermek zorundadır.
Kimse, polis sokaktan elini ayağını çeksin demiyor zaten… Uzmanların
önerisi, ailelerin ve eğitim sisteminin devreye girmesi gerektirdiğidir.
Bir
anne-baba düşünün ki, çocuğunun ne zaman okula gidip, ne zaman okuldan
çıktığını bilmiyor. Sokakta aç susuz ne yaptığını, kimlerle arkadaşlık
ettiğini, ne yiyip içtiğini sorgulamıyor, araştırmıyor, merak etmiyor.
Hatta çocuk anne ve babasından harçlık istemiyor, bana defter kitap alın
demiyorsa daha sevimli oluyor! Halbuki devlet yoksul ailelere, okula
giden çocukları için her türlü maddi yardımda bulunuyor.
Adam
cebine yeşil kartı koymuş; kışın yakacağı odun kömür de yine devletten
kapıya kadar getiriliyor. Yetmiyor, beyimizin yiyecek içeceği de sosyal
yardım kurumlarınca karşılanıyor.
Çalışmak, iş aramak adamın
aklının ucundan dahi geçmiyor. Çünkü ekmek de su da devletten geliyor!
Geriye bir tek kahvede otururken, ödeyeceği çay ve sigara parası kalıyor
ki, onu da yine devlet karşılıyor: Okula giden çocuk için ödenen parayı
da harçlık niyetine kullanıyor!
İşte bu adamın çocuğundan haberi olmaz, olamaz...
Babasından
aylarca bir lira bile harçlık alamayan bir masumu kandırmak, hele hele
de çocuk kaçırmayı meslek haline getirmiş çeteler için hiçte zor
değildir.
Bu gerçeğin üstüne şal örtmek, görmezden gelmek veya
tevil yoluna gitmek kimseye bir şey kazandırmayacaktır. Bilakis ileride
başımızı duvara vurmak istemiyorsak, şimdiden bu gerçeği "toplumsal bir
sorun" olarak kabul etmeliyiz ve cesaretle üstüne üstüne gitmeliyiz.
Devleti
yönetenler zannediyorsa ki yakacak ve yiyecek verip, bir de adamın
cebine yeşil kart koymakla, Anayasa'nın yükümlü tuttuğu "sosyal devlet"
ödevini yerine getirmiş oluyor; bilsin ki fena halde yanılmaktadırlar.
Sokak çocukları gerçeğine, şimdi bir de sahipli sahipsiz çocuklar gerçeği ekleniyor.
Erzurum
bu manada birinci derecede masaya yatırılması gereken bir şehirdir.
Özellikle kenar mahalleler, çocuk çeteleri açısından son derece verimli
birer mekanlardır...
Uzmanların tespitlerine göre, öyle aileler var ki, çocuklarından biri eve birkaç gün gelmese, kimse farkına dahi varmıyor!
Sonra
da zavallı Musa olayı gibi bir acıyla karşılaştığımızda, ah-vah
ediyoruz; hatta bazılarımız polis merkezini basıyor: Katilleri bulun
diye!
Peki...
Biz anne-baba olarak çocuğumuzla ilgili
olsak, onları sokağın acımasız şartlarına terk etmesek ve de
çocuklarımıza birer sıcak yuvalar temin etsek hiç böyle bir sorun
yüreğimizi yakar mıydı?
İnanın ki, sorunun temelinde aileler ve
eğitim sistemi yatıyor. Evlerde anne babalara düştüğü kadar, okullarda
da öğretmenlere büyük görev düşmektedir. Öğretmenler sınıfa girip, ders
anlatıp tayin edilen programı icra ederken, bir yandan da her türlü
tehlikeye açık o yavruları hayata karşı hazırlamalılar. Neyin doğru,
neyin yanlış olduğunu öğretmeliler ki, çocuklar şayet ailelerinden bu
hayat derslerini öğrenemiyorsa, öğretmenlerinden dinleyip kafalarına
yerleştirsinler...
Öğretmenlerin eskiden yaptıkları gibi...
"Polis bu sorunu çözsün" biçiminde bir anlayış içinde olanlar, yeni felaketlere kapı aralıyorlar demektir.
Polis görevini yapmasına yapsın ama ondan önce de anne ve babalar, okullarda öğretmenler ellerini taşın altına soksunlar.