Kahramanlık filmlerinin ana figürü kahraman, aşk romanlarının asıl öznesi ise âşık değil midir!.. Hangi ülkenin yapımından ve hangi görüşün yapımcısından çıkarsa çıksın, izlediğiniz kahramanlık filminde elinizde olmadan kahramanın yanında yer alırsınız. Yenildiği anlarda yenildiğinizi hissederken, yendiği anlarda ise içinizdeki zafer duygusu kıpırdamaya başlar.
Aşk romanlarında da benzer şeyler olmuyor mu sanki! Acı çeken âşıkla acı çekip, mutluluğunda ise mutlanmadığını kim inkâr edebilir ki!
İster filmde, ister romanda olsun diğer kişilerin pek önemi olmaz. Onlar sadece bir kurgunun oluşmasını sağlayan basit insanlardır.
Filmde ve romanda böyledir. Peki, gerçek hayatta bireyin veya toplumun yaşamını etkileyen siyasette böyle değil mi?
Aklınızın yattığı partinin kazanmasından çok, bağırdığı zaman bağırdığınız, sinirlendiği zaman sinirlendiğiniz parti liderinin kazanmış olması size zafer çığlıkları attırırken, aksi durumda kaybeden tarafın lideri ne hissediyorsa sizde de benzer durum oluşur... Ya da siz öyle algılarsınız... Lidere tapınma sınırını aşmak üzere olduğunuzu fark etmezsiniz bile!
Bir taraf kazanmanın keyfiyle sokaklarda haykırırken, diğer tarafta da kaybetmenin kırıklığı kiminde hüzne, kiminde de öfkeye dönüşür.
Bir gruba, bir cemiyete, bir takıma, bir partiye veya bir cemaate aitliğini hissetme veya varlığını ait olduğu yerin varlığına koşullu ya da koşulsuz sunma hali. İşte bu aidiyet durumu, yalnızlık korkusunu kaydolduğunuz kalabalıkla silme ve sindirme çabasının sonucu değil de nedir!
Fikir tembelliğini besleyen, kendi özünü inkâr eden bir yok oluşun eşiğindesiniz artık.
Sizin düşünmenize, fikir üretmenize, soru sormanıza gerek yoktur; sizin için düşünenler, sizin için fikir üretenler, sizin için bir takım kuralları ve sınırları zaten belirlemiştir.
Ait olduğunuz fırkanın hırkasını giyindikten sonra, artık 'siz' siz olmaktan çıkar, başka biri olursunuz.
Siyasetin simyası ile yaşamaya başlayanlar için bu hiç de sanıldığı kadar kolay değildir.
Eğer siyasette 'baş' olmayı başardıysanız mesele yok; ama bunu becerememişseniz başkasının başını başınızın üzerinde gezdirmeye devam edersiniz.
Bu durumda 'siyasetin hasta adayı' olmaya hazırsınız demektir.
Belirtileri ise kendini seçim günlerinde şöyle gösterebilir.
Ateşiniz yükselir, ait olduğunuz siyasi kanat için ateşli konuşmalar yaparsınız.
Nabız yükselir, sinirlilik hali ortaya çıkar.
Öfkenizden dolayı titreme nöbetleri başlar.
Huzursuzluğunuzun nedeni ise kaybetme korkusundan başka birşey değildir.
Ve siyasetin sıtmasına yakalandınız işte!
Seçime sayılı aylar kala memleketin dört bir yanında olduğu gibi Erzurum'da da seçim sıtmasına yakalanan aday adayları ve seçmenler mutlaka vardır.
Adam gidiyor aday adayı olan efendisinin yanına.
"Efendim söylentiye göre sizi çizmişler!"
Efendi hiddetleniyor.
"Beni çizemezler... Çiiz dirt meeemm!"
"Sakin olun beyefendi, rakiplerinizin söylentisidir.. Bakın yine ateşiniz yükselecek!"
Başka bir yerde başka birine birileri gaz veriyor.
"Çook sağlam yerden duyduk, aday olarak sizi gösterecekmiş genel merkez... Genel olarak halk da zaten sizden yana... Bir de genel evi kapatacağım, derseniz tamamdır!.. Biliyorsunuz genel olarak genel evden rahatsızlık var!.."
Diğer bir mekânda benzer sohbet.
"Benim aday adayı olmamı istedi genel merkez. Sen olursan şansımız var, dedi başkan..."
"Değil mi efendim, genel olarak genel merkez doğru kararlar verir!.."
"Verir tabi, vermesi lazım zaten. Ben lazımım bu kente ben. Bu parti için neler yapmadı ki bu gördüğünüz ben... Beni benden kim daha iyi bilir ki zaten!.. Hele bir beni göstermesinler, görürler günlerini!.."
"Aman efendim sinirlenmeyin, falanca hocaya gidelim size bir okuyup üflesin!.."
Bütün bunlar elbette bir düzmece... Ama kim bu tür konuşmaların olmadığını ya da olmayacağını söyleyebilir ki!
Aday adaylarının veya günü gelince adayların bu sıtmaya yakalanmaları seçim mevsiminde normaldir. Ancak seçmen olarak kaybedenin tarafındaysanız salya sümük ağlamanın; kazananın tarafındaysanız lazımlığında boncuk bulmuş çocuk gibi zıplamanın gereği yoktur bana kalırsa.
Tabi beyniniz ve ruhunuzla bir tarafa, bir lidere teslim olmadıysanız!
Beyninizle ve ruhunuzla teslim olduysanız, asgari ücretin çok komik olduğunu, emek sermaye çelişkisinin unutturulduğunu, işsizliğin kudurduğunu göremezsiniz!
Ve fert başına düşen milli gelir açıklandıkça avunup durursunuz.
Sakın milli gelirden size düşeni beklemeye kalkmayın.
Yanılırsınız!
Başınıza bilmem kaç dolar yerine soru işaretleri düşer.
Ben bu milletten değil miyim?
Ben fert değil miyim?
Yoksa benim başım, baş değil mi?
Boş verin bu soruları, ait olduğunuz parti kazanırsa bunların ne önemi var.
Yeter ki lideriniz mutlu olsun!