Farkında mısınız!..
Siyah-Beyaz Türkiye'nin en renkli habercisini kaybettik.
***
Ben,oldum olası meslektaşlarımın ve yakınlarımın ardından bir şey yazamam...
Annem için de öyle olmuştu, babam için de...
Şimdi yine o hallerdeyim...
Taşralı bir muhabir olarak mesleğimizin evrensel ustalarından Mehmet Ali Birand'ın
arkasından ne yazabilirim ki!
Mehmet Ali Birand, birçok haberci gibi benim de idollerimdendi.
Henüz lise öğrencisiyken 32.
Gün'den esinlenerek sorumluluğunu üstlendiğim okul gazetemizin
adını 8.Gün koymuştum.
Bizim 8.Günbir okul heyecanı, hoş bir anı olarak kaldı...
Ama 32. Gün;bu ülkenin heyecanı, ilklerin ve şaşkınlıklarımızın, zaman zaman da mesleki
kıskançlıklarımızın adresi değil miydi!
***
Yılllar, yılları kovaladı ve bir dönem, Mehmet Ali Birand ile yollarımız Doğan Medya Grubu'nda kesişti. CNN Türk'ün ilk yılları ve biz Doğan Haber Ajansı (DHA)' nın Erzurumbürosunda çalışıyoruz. Uydu telefonlar yeni çıkmış... Genel müdürümüz Uğur Cebeci, Erzurum'a da bir uydu telefonu göndermişti...(Bizzat elinden İstanbul'da senetle teslim almıştım) Kocaman bir şey... Özel çantasında büyük bir özenle taşıyoruz. Gittiğimiz her yerden bu telefon ile CNN'in o yıllardaki marka programları Çiğdem Anat ile Ajans'a, Mehmet Ali Birad ile Manşet'e, bazen Cüneyt Özdemir ile 5N1K'ya bağlanıyor,sıcak haberler veriyoruz. Bu haber arenasında ise nedense hep Serdar Akinan ile çarpışıyoruz... (Bazen üzerinde bir AKUT kıyafeti ile Doğubeyazıt'ta, bazen çakmak çakmak gözleri ile sıradan bir meraklı olarak Ardahan'da... Iğdır'da...
***
2000 yılının ilk aylarında soğuk bir kış akşamı, Çeçen mültecilerin Gürcistan üzerinden Türkgözü Sınır Kapısı'na geldikleri ve ülkemize girmek için bekledikleri istihbaratını alıyoruz... Çömezim ya, hayatımın haberine yolculuyor taşralı ustalarım beni!..
Kar-kış demeden yola çıkıyorum...
Vardığımda Posof'a, devletimin resmi görevlileri Çeçen mültecilerin olduğu bölgeye gitmeme izin vermiyor.
Donup kalıyorum... Çünkü sınırdayım ve 100 metre önümde olup bitenleri, ancak TIR şoförlerinden öğrenebiliyorum.
Çaresizim... Elimde ne bir kare fotoğraf, ne iki saniye görüntü var... Bir gazeteci için en stresli durum anlayacağınız!...
Bu gerginlik bana bin bir türlü oyun üretiyor ve ben de bir şekilde yolunu bulup Gürcistan'a geçiyorum. İlikleri donduran soğuk altında mültecilerle buluşuyor, -mülteciler ki;çoğu yaralı, çocuk, kadın ve yaşlılar- röportajlar yapıyorum.
Haberim büyük yankı uyandırıyor. Başta Hürriyetve Miliyet olmak üzere bir çok gazete geniş yer veriyor. CNNTürk'ün gün boyu süren kuşak programları Ajans ve Manşet'e telefonla bağlanıyor gördüklerimi anlatıyorum. Bir anda gündemin en hararetli konusu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in görev süresinin uzatılması (5+5) unutuluyor ve Çeçen mülteciler tartışılmaya başlıyor..
Bu gündeme dair sahadan sıcak gelişmeleri bildiren ise sadece benim...
(Bu arada bir yurt muhabiri olan rahmetliÜmit KIlıç sayesindeÇıldır Belediye Başkanı'nın makamından haftalık Palandöken Gazetesi'ne'Pasaport,çikolata ve Çeçenler'diye yazımı fakslıyorum...)
***
Mesleki açıdan birçok anlamda ilk deneyimlerim...
Canlı
telefon bağlantıları, pasaportsuz ve kaçak giriş yaptığım yabancı topraklar,imkânsızlıklar; ama tüm bu olumsuzlukları her defasında yenen Birand'ın o
babacan ve sevecen sesi;
"Evet, Orhan anlat
bize!.. Orada neler oluyor?"
Bu soru tüm heyecanımı ve stresimi alıyor, izlenimlerimi aktarırken karşımdaki
kişinin meslek idolüm Mehmet
Ali Birand olduğunu unutturuyor; bir arkadaşımın, ağabeyimin
varlığını hissederek özgüven buluyorum.
Yayınlarımız o kadar başarılı geçiyor ki, bir sonraki bir öncekini aşıyor; her
telefon bağlantısının öncesinde ve sonrasında sık sık nasihatler, mesleki
tüyolar alıyorum...
Birand, bana nelere dikkat etmem gerektiğini,tonlamalarımı, vurgularımı, fotoğraf ve görüntü olmadan orada yaşanan insani durumu nasıl yansıtabileceğimi öğretiyor; adeta o anki tek iletişimimiz olan sesimle görüntü ve fotoğraf çektiriyor...
***
Şimdi ekranlarda o büyük ustanın ardından yakın çalışma arkadaşları,meslektaşları ve dostlarının anlattıklarını izleyince bir şeyin daha farkına
varıyorum.
O, hep yanında olanlara değil; biz çok uzaklardaki meslektaşlarına da
bildiklerini ve bizim alabileceğimiz her şeyi öğretiyormuş...
Evet, ben Mehmet Ali
Birand ile sizinde izlediğiniz ekranların dışında hiç
karşılaşmadım,
Onunla telefon haricinde hiç konuşmadım, şakalaşamadım.
Ona hiç dokunamadım ben!
Ama O, bir şekilde hepimize dokunuyordu...
Dokuna, dokuna da gitti...
Siyah-Beyaz Türkiye'nin
Gökkuşağı...
Ruhun şad olsun...