Benim gibi başını geç saatlerde yastığa koyan biri için saatin akrebi sekiz civarlarında geziniyorsa, bu demektir ki, henüz gün gözünü açmamıştır ve sabahın köründedir zaman.
“Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor…” Cümlesine gıcık kaptığımdan, uyurken de uyanıkken de telefonum hep açıktır.
Ve sabahın köründe başucumdaki telefon zırlamaya başlayınca uyandım. Karşıdaki ses Kars’tan geliyordu. Avukat olmayı kafasına koyduğu için Erzurum’la Kars yolunu ezberlemiş olan hukuk öğrencisi sevgili dostum Çağrı Arısoy, selamsız sabahsız söze girdi.
“Yılmaz Özdil’in bugünkü yazısını okudun mu?”
“Yok,” dedim.
Sonraki hal hatır faslından sonra, başımı yastığa koysam da uyku tutmadı; acı bir kahveyle geçtim bilgisayarın başına!
Ve okudum Yılmaz Özdil’in usta kaleminden çıkan harika yazısını!
Özdil usta, yine öz diliyle Sivas’ta yakılanlardan Nesimi Çimen’i yazmıştı.
Tanıyın işte yakıcılar, yaktıklarınızdan birini iyi tanıyın, dercesine kurulan cümleler, insan olanların cümlesinin yüreğinde iz bırakacak cinstendi.
Yakın zaman önce kaybettiğimiz sevgili Sumru Yağmurdereli vasıtasıyla tanıştığım Nesimi Çimen’in oğlu Mazlum Çimen’den bahsettiği birkaç cümle duşta, dişlerimi fırçalarken, saçlarımı kuruturken, botlarımın bağcıklarını bağlarken, kapımı kilitlerken hep benimleydi.
“Nesimi’nin, zulüm görmüş, haksızlığa uğramış manasında “Mazlum” adını koyduğu oğlu... Adının hakkını verircesine, henüz sekiz yaşındayken babasıyla birlikte gözaltına alınan, babasının işkence görmesine şahit olan Mazlum.” İşte böyle diyordu Özdil usta!
Düşünün bir yol!.. Siz işkence görürken, sekiz yaşındaki çocuğunuz buna şahit oluyor; ya da siz sekiz yaşındayken babanıza yapılan işkenceyi izliyorsunuz!
Demek ki, Nesimi olmak da kolay değil, Mazlum olmak da!
Erzurumajans’a gelirken beynimde zonklayan bu yazının yanına Sivas’ta geçen yıllarımı ve anılarımı da iliştirdim.
İlk sevdamı da orada yaşamıştım, ilk kavgamı da orada yapmıştım.
Altı yaşımdayken Sivas’a götürdüğüm Erzurum dilini yaşıtlarım arasında kullanırken çocukça atılan kahkahalar ve bana tekrar ettirdikleri birkaç kelime halen kulaklarımda çınlamakta!
Mahallemizin kızlarına yan gözle bakmamayı, başka mahalleden bakanların da façasını almayı delikanlılığa attığımız ilk adımlarda öğrendik.
Ve çaldığımız ham meyveleri mahallenin çocuklarıyla paylaştığımız da oldu, telde duran kuşu vurduğumuz sapanı kırdığımız da…
Büyüdükçe Sivas’ı ve Anadolu kültürünün pişirdiği Sivaslıyı daha iyi tanıdım. Bu yüzden Sivas’ta olan her olumsuz olay beni şaşırtmıştır.
Alevilerin çoğunlukta olduğu, Alibaba Mahallesi’ni de iyi bilirim, Kümbet’i de… İstasyon Caddesi’nde “faşist” olarak tanımlananlarla, “komünist” olarak bilinen Ömer Nazmi’nin kol kola kaldırımları arşınladığı çok olmuştur; Cıbıllar Parkı, diye anılan merkezdeki parkta merhum Muhsin Yazıcıoğlu ile sohbet çerçevesinde fikir atışmalarımızın da şahitleri vardır…
Bu yüzden, Sivas’ta ne zaman iki karşıt grup çatışma ortamına getirilse, aklımda bir soru işareti kıvranır durur!
Amaç ne?
Amacın ne olduğunu Alevi, Sünni; Türk, Kürt düşmanlığı yaratmaya çalışan zavallı zihniyetlere sormakta fayda var!..
Şunu belirtmeden geçmek olmaz!.. Sivaslı her zaman zayıfın ve mazlumun yanında olmuştur. Diyelim ki üç kişi bir kişiyi dövüyorsa, tanısın veya tanımasın, Sivaslı delikanlı hiç düşünmeden o tek kişinin yanında kavgaya tutuşurdu!
O yüzden otelde kıstırılmış insanları yakmak ve de ateşine bakmak vahşetini Sivaslıya bir türlü yakıştıramamıştım.
Henüz ideoloji bilmeden, yani kopukluk zamanımda Sivas’ın kaldırımlarında, elimde tespih, yüksek ökçeli ve sivri burunlu ayakkabılarımla sürterken, Sivas’ta halen adı söylenen gariban dostu, haksızlığa başkaldıran, yüreğinden ve bileğinden başka silahı olmayan Kızılbaşoğlu Yadigar’ın hikâyelerini dinlerken O’na öykünmek ayıp değildi!
O zamanlar, geçmişin külhanbeyi Yadigar, bana göre tam bir Sivaslı ve tam bir yiğitti; ne yazık ki O’nu da yine Sivaslılar pusuya düşürerek canını almışlar.
Yani Sivas’ta Sivaslı, Sivaslı bir yiğidi pusuda öldürmüş!
Ve bir kümesteki tavukların yanmasını izlemektense, kendi canlarını tehlikeye atarak onları kurtarmaya çalışan Sivaslı, ne yazık ki otelde canların yanmasını izlediler.
Cehalet ve kışkırtılmış olmak asla bahane olamaz… Hele bu son “zaman aşımı” hilesinden sonra Sivaslı bu karayı uzun yıllar alnında taşıyacak gibi!
Benim bildiğim ve beklediğim Sivaslı mazlumun yanında yine yer almalıdır. Bunun için de önümüzdeki her seçimde bu tavrı koymalıdır!
İnsan mayası bu kadar çabuk bozulamaz!
1993 Yılı’nın 2 Temmuz’unda Sivas’ta Madımak Oteli’ne sadece 33 yazar ve sanatçı ile 2 otel çalışanı yanmadı; vicdanı olan herkes o gün orada yandı.
Bu yüzden aklım ve vicdanım işlev gördükçe, benim de külüm Sivas ellerinde savrulmaya devam edecek!.. Tıpkı aklını ve vicdanını yitirmemiş diğer insanlar gibi…
Bu vahşeti haklı nedenlere dayandırmak isteyenler de olabilir; aman onlardan uzak durun, bir nedenini bulur sizi de yakarlar!
Nasıl olsa zaman aşımı var!.. Ve bu zamanı zamazingoya çeviren utanmazlar da!..
Avrupa’nın bir memleketinde bir Türk aileyi vahşice yakmışlardı!
Ve bizler ülke olarak haykırmıştık!
Katiller, vicdansızlar, hayvanlar!..
Eloğlu bizden birini yakamaz; ama biz bizi yakarız!
İnsanlık da ne demek!
Biz bize kurban, el bize kurban!