Dün Erzurum'da bir "veda" töreni vardı. Programa göre, üç yıldır Erzurum Emniyet Müdürlüğü görevini sürdüren Halit Turgut Yıldız, görevini yeni müdür Kamil Karabörk'e teslim edecek, kendisi de "veda" edecekti.
Basın merkezlerine gönderilen davetiyelerde "devir-teslim töreni" yazıyordu.
Nedendir bilinmez törende, "devir-teslim" kısmı yoktu, yerine Yıldız'ın hayli duygusal ama bi o kadar da mesaj yüklü veda konuşması vardı.
Polis Meslek Yüksekokulu'nda yapılan bu sade törende dikkat çeken husus yalnızca "devir-teslim" bölümünün çıkarılmış olması değildi elbet...
Misal; katılım da çok zayıftı.
Vali Bey de yoktu, yardımcıları da...
Belediye başkanları da yoktu, vekilleri de...
AK Parti il başkanı da yoktu, teşkilatından kimseler de...
Tabii ki salon boş değildi.
Herkesi tek tek sayamam ama görebildiğim kadarıyla...
ETÜ Rektörü Muammer Yaylalı, Baro Başkanı Faruk Terzioğlu, ETSO Başkanı Lütfü Yücelik, ERVAK Başkanı Erdal Güzel, İran'ın Erzurum Başkonsolusu Rıza Kılıçhan ve birkaç da müdür ile üniversite hocası vardı.
Emniyet'te devir-teslim töreni, gelenek arasındadır; ancak son yıllarda Erzurum dahil pek çok şehirde, bu geleneğe uyulmadığını görüyoruz.
Fakat dün yapılmayan devir-teslim töreni de bu çerçevede miydi, yoksa bir tavır sonucu muydu bilmiyoruz.
Yalnız valilikten, belediyelerden ve AK Parti teşkilatlarından kimsenin olmaması sanki de kollektif bir tavırmış gibi geldi bana...
Malumunuz, 17 Aralık'tan buyana Türkiye artık eski Türkiye değil.
Hükümet ile Hizmet arasında kıyasıya bir kavga var.
Ve Hükümet dozu giderek artan bu kavgada başta polis şefleri olmak üzere, bazı kamu görevlilerini, "devlet içinde devlet oluşturmak"la itham etti ve yüzlerce polisin görev yerini değiştirdi.
Halit Turgut Yıldız'ı da o fasıldan mı saydılar bilmiyorum; ancak bu sürecin bir sonucu olarak merkeze alındığı muhakkak...
Bu durumda akla gelen ilk soru şudur:
Erzurum'a atanan yeni müdür Kamil Karabörk, hükümetin "paralel devlet" diye tanımladığı bir yapıyla yan yana gelmek mi istemedi?
Bir başka soru da, davete iştirak etmeyen zevata dairdir.
Yoksa onlar da aynı fotoğraf karesine girmek istemedikleri için mi orada olmadılar, ya da Ankara'dan bir talimat mı aldılar?
Gerçekten bilmiyoruz.
Bu sorular birer varsayımdır.
Bizim ki biraz da şeytanın avukatlığını yapmak.
"Devlette devamlılık esastır" prensibinden hareketle, siyasi iradenin bu tür tasarruflarını makul karşılamak gerekir.
Öyle ya hükümet müdür yaparken "iyi", görevden alırken mi "kötü" oluyor.
Turgut Bey, konuşmasının hiçbir yerinde, "vay beni nasıl alırlar"a gelebilecek tek bir kelime bile imada bulunmadı.
Doğrusu da buydu...
Türkiye, tahminlerimizin de ötesinde sıkıntılı bir dönemden geçiyor.
Devlet de siyaset de yeterince yara aldı. Daha doğrusu bu kavgayı kim başlattıysa ve kimler sürdürüyorsa herkes yara bere içinde...
Ama en kötüsü de bütün bir millet ve ülke diken üstünde...
Muhalefet ve bazı çevreler yangından mal kaçırmanın peşinde.
Oysa Allah korusun bu çatı çökerse kimse zannetmesin ki içinden sağ çıkarım.
Devlet kurmak, şirket kurmaya benzemez...
Bugün var güçleriyle halkın seçtiği iktidarı yıkıp yerine vesayete dayalı bir darbe iktidarı bina etmek isteyenlerin gözden kaçırdığı en önemli nokta şudur:
Hiçbir darbe yönetiminde demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, refah ve huzur tesis edilmemiştir.
AK Parti'nin onlarca yanlışı var ve olması da normal.
Bu yanlışlara karşı yapılacak şey belli: Seçim zamanı halkın desteğini arkana alırsın ve kötü olarak gördüğün iktidarı yerle bir edersin.
Diğer "çare"ler asla geçer yol değildir ve bilakis felaket habercisidir.
Herkes kendi kavgasını versin ve elbette her fikir özgürce kendini ifade etme ortamına sahip olmalı. Lakin silahımız da kalkanımız da demokrasi ve hukuk olmalı ki, yeryüzündeki bu son Türk devletini kan gölüne çevirmeyelim.