Yıl: 5 Aralık 1979
Hüseyin Cahit Aküzüm; Karsın Arpaçay ilçesine bağlı Aküzüm köyünden ve siyâsette isim yapan köklü bir aileden... Adalet Partisi milletvekili Lâtif Aküzüm'ün kardeşi ve Anavatan Partisi eski Bakanları'ndan yakın dostum Ilhan Aküzüm'ün ise amcası... 51 yaşındaydı. Ankara Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra Ankara'da avukatlık yapmaya başlamıştı.
MHPnin Genel İdare Kurulu üyeliği ve Bölge Müfettişliği gibi görevlerini yürüten olgun, hoşgörülü ve birikimli bir şahsiyetti. 1979 yılında yapılan seçimlerde, Karstan MHPnin senatör adayı olmuş, ama seçimi kazanamamıştı. Olay günü, Ankaranın Anafartalar semtindeki Atatürk Anıtı'nın hemen yanıbaşındakı ve avukatların yoğun olduğu işhanında bulunan avukatlık bürosunu basan aşırı marksist-bölücü militanlar tarafından kurşunlanarak hayata vedâ etti. Benim de katıldığım cenazesi, Ankarada toprağa verildi.
Ardahan Lisesi Müdürü iken, kendileriyle tanışma imkânı bulmuş; Ankara'ya her gelişimde ziyâretine gittiğim değerli bir büyüğüm, dostum ve kadir-şinâs has bir ağabeyimdi. Hunharca işlenen bir suikaste kurban edilişinin bir gün öncesinde, hiç de hoş olmayan karşılıklı gel-gitlerin yaşanıldığı o talihsiz dönemlerde, bizler gibi görevden alınan Kars Hanak Lisesi eski Müdürü ve arkadaşım Himmet Zor ile birlikte kendisini ziyâret ederek ve ülkedeki gidişâta ilışkin sohbet etme fırsatını bulmuş, görüşlerini almıştık. O günkü yoğun işleri nedeniyle bir gün sonra, yani 5 Aralık 1979 günü buluşmak ve birlikte yemek yemek üzere ayrılmıştık.
O günün siyasî şartlarından kaynaklı, rahmetli Ecevit Hükümeti döneminde, arkadaşlarımla birlikte Erzurum Milli Eğitim Müdür Yardımcılığı görevinden alınmıştım. Rahmetli Demirel Hükümeti kurulmuş ve bizler de yeniden eski görevlerimize iade edilmek üzere müracaatta bulunmuştuk. Ancak o dönemde Adalet Partisi'nin bazı milletvekiller ile CHP'de uzun yıllar milletvekilliği yapan ve sonradan Adalet Partisi'ne geçen ve Devlet Bakanlığı görevine getirilen sayın Gıyasettin Karaca, ülkücü-milliyetçi olduğum gerekçesiyle, eski görevime dönüşüme nedense engel olmaktaydılar. Halbuki diğer ülkücü-milliyetçi görüşe mensup arkadaşlarıma engel çıkarılmamış ve tamamı eski görevlerine iade edilmişlerdi. Neyse değerli bir dostumun desteğiyle, Devlet Bakanı sayın Gıyasettin Karaca'dan bu yersiz ve haksız engelini kaldırması gayesiyle, 5 Aralık günü için randevu alabilmiştim.
Arkadaşım Himmet Zor ile rahmetli Hüseyin Cahit Aküzüm'e gitmek úzere, sözleştiğimiz gibi, 5 Aralık günü öğlen öncesi Kızılay'da buluştuk. Sayın Himet Zo'ra, Devlet Bakanı'ndan bugün için randevü aldığımı ve mutlaka gitmem gerektiğini, bu nedenle Hüseyin Abi'nin yemek davetine katılamayacağımı, özür dileklerimle birlikte kendilerine iletmesini ve görüşmenin kısa sürmesi halinde ise mutlaka ziyâretine geleceğimi söyleyerek ayrıldım. Himmet rahmetli Hüseyin Abi'nin yemeğine giderken; ben atama peşinden koşarken, meğerse kader ağlarını örüyormuş...
Devlet Bakanı'nın makamına girdiğimizde açık olan radyodan verilen son bir haberle, Hüseyin Cahit Aküzüm'ün avukatlık bürosunda suikaste uğradığını ve hayatını kaybettiğini, büroda bulunan iki kişinin de ağır yaralı olarak hastahaneye kaldırıldığı anonsu ile büyük bir sarsıntı gecirdim ve tarifi imkânsız acı bir şaşkınlaklal irkildim. Adetâ dilim damağın tutulmuş, ne söyleyeceğimi ve ne konuşacağımı unutmuştum. Bu acı olay karşısında Devlet Bakanı'nın üzüntü yerine, burada açıklanmasında fayda görmediğim incitici ve uygun düşmeyen garip sözleri ve benim karşı cevaplarım karşısındaki olumsuz tavırlarıyla, makamdan ayrılarak Ulus'taki büronun bulunduğu binaya gittim. Etraf polislere çevriliydi. Alabildiğim kadarı ile bilgiler aldım.
Yaralılardan biri arkadaşım sayın Himmet Zor, bir diğeri ise Hukuk fakültesinde okuyan Iğdırlı bir gençti ve bir gözününün ustünden kurşun yemiş; sayın Himmet Zor ise kalbinin üstünden aldığı mermi ile her ikisi de ağır yaralı olarak ölümden kıl payı dönebilmişti. Genç delikanlı olümden dönmüş, ama bir gözünü kaybetmişti. Ben isem yemek davetine icabet edememekten ve herhalde yiyecek ekmeğimiz ve daha içeçek suyumuz olacak ki, hikmet-i ilâhî dördüncü kişi olarak ölümün eşiğinden dönmüştüm. Derler ya; öldürmeyen Allâh öldürmezmiş. Ameliyata alınan yaralıları hastanede ziyârete gitmiş, ama kendilerini görememiştım.
Hayatımda, ölümle burun buruna geldiğim, ikisi de hatamdan kaynaklı biri çok yakın bir tarihte, bir diğeri ise,1988 yılındaki iki ağır trafik kazası ve bir de 5 Aralık 1979 günü yaşadığım ve bir tevâfük eseri kurtulabildiğim bu vahim olay olmak üzere, üç kez ölümün eşiğinden dönmüştüm. Bundan böyle yaşadığımiz sürece, "Görelim Mevlâ neyler / Neyler ise güzel eyler" demekten başka bir çâremiz yok...
12 Eylül öncesi yıllarda, tezgâhlanan kirli bir oyunla sağ-sol adını ne koyarsak koyalım, herkesin düşüncesi, fikri yine kendisine ait ve kalmak üzere, yaşanılanlardan acaba dersler alabildik mi? Ahlâkì bir vicdanî muhasebe yapabildik mi? Bizler de burada haklıydık veya şurada haksızdık diyebildik mi? Kendi açımdan çok büyük dersler çıkardığımı, olaylara ve farklı düşüncelere bakışta farklı bir olgunluğa ve farklı bir bakışa evrildiğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Ne yazık ki, sönen ocaklar, yaşanılan ızdıraplar, darağacına çekilen civan gençler ve hülâsa giden canlar ve heder edilen bedenler ve kaybolan yıllar geri gelmiyor bir daha... Ölümün, dehşetin ve şiddetin kol gezdiği karanlık yıllardı o yıllar... Bakmayın bugünün parazit tufeylilerine... Bugün bakıyorsunuz her iki cenâhta da "Tereciye tere satanlar"dan geçilmiyor.
Sayın Hüseyin Cahit Aküzüm'ün, teröre kurban edilişinin 5 Aralık günü yine Ankara'dayım. Hüzünle o meş'um günü hatırladım ve hemen alelacele bu paylaşımda bulunmak istedim. Böylesi elim ve böylesine alçakça işlenen bir menfur saldırıda hayatını kaybeden bu değerli, idealist ve mâsum ağabeyimize, büyük bir teesürle rahmet ve mağfiret diliyorum. Ruhû şâd olsun...