Yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali, bazıları herhalükârda "haklı"
çıkmanın peşindedir. Suçüstü yakalansalar bile hep başkaları suçludur, o
masumdur!Diyelim ki bir başsavcıvekili (artık şimdi başsavcı vekili
değil) kadın hakimin odasını basıp, "... bu polis şeflerini tutuklarsan
sonrasını sen düşün" diye tehditler savurmuş olsa dahi, nasıl oluyorsa
oluyor işte o savcı "suçlu" görmüyor kendini!
Önce açıklama
gönderdi, ardından da hakkını mahkemede aradı fakat mahkeme, savcı
beyin talebini hukuki bulmadığı için tekzip talebinin reddine karar
verdi. Buna rağmen paralelci polislerin lehine adli kolluk gücünü
kullanmaya kalkan sayın savcımız boş durmadı; illa da üste çıkacak!
Olmaz savcı bey, olmaz...
Çünkü: Haklı değilsiniz. Bu sebeple üste çıkma çabalarınız nafile, ne kendinizi ne de adliyeyi yormayın...
Bakın
ne güzel işte, eksi otuz-kırk derece soğuğun olduğu Erzurum'dan
kurtuluyorsunuz! Diyarbakır sıcak mı sıcak bir şehrimiz. Bir kaç aya
kalmaz o meşhur karpuzlar da çıkar...
Daha ne istiyorsunuz ki...
Şayet
bu ülke kamil anlamda bir hukuk devleti olmuş olsaydı, siz bırakın
tehdidi filan, inanınız ki o hakimin odasına o hışımla giremezdiniz
bile...
Ortada ıslak imzalı bir tutanak, bütün olup bitene tanık olan bir memur ve bir de müşteki hakime hanım var...
Söyler misiniz sayın savcı!
Daha ne olmalıydı ki, cürmü meşhut olmanız kanıtlasın?
Bakın ben size bir hikâye anlatayım, ne demek istediğimi belki daha iyi anlarsınız.
İmam
efendi yatsı namazı için camiye geldiğinde bi bakıyor ki caminin
avlusundan acayip sesler yükseliyor. İyice yaklaştığında bir de ne
görsün, ahlaksızın biri cami avlusunda zina yapıyor.
İmam efendi,haklı olarak bu rezillere bakarak, "Allah belanızı versin, utanmaz
ahlaksız insanlar" diye tepki gösterip, yüzlerine tükürüyor.
Beklenir ki, o utanmaz ve ahlaksız insanlar, az da olsa mahçup olurlar ve susarlar. Ama nerde...
O rezil adam, imam efendiye çemkiriyor! Diyor ki, "dua et iş üstündeyim, yoksa camiye tükürmek neymiş sana gösterirdim."
Suçlu kendi değil, onun yüzüne tüküren imam efendi yani!
Bu çok oluyor ne yazık ki...
Savcı
bey de bize hücum ediyor. "Yaptığım yanlıştı; hakime hanımın odasına
gidip, o paralelci polisler için tehditler savurmamam gerekirdi" demek
yerine, elindeki yargı erkini bizi susturmak adına kullanıyor.
Sayın savcı! Biz sadece sonucu yazdık; siz ise, bizzat o sonucu doğurdunuz.
Şimdi söyleyin hangimiz suçluyuz?
Ama
illa da hem savcı, hem hakim olacağım diyorsanız; orada bi durun artık.
Çünkü devir değişti. Hemşerimiz Ziya Paşa'nın Terkib-i Bendi'de
eleştirdiği o dönem gerilerde kaldı.
Kadı ola davacı vü muhzır (mübaşir) dahi şahit: Ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet ?
Siz hakime hanımın odasını basıp, parmak salladınız, biz de sizin o cengaverliğinizi(!) haberleştirdik!
Bu kadar basit!
Şimdi ha bire niye itiraz edip duruyorsunuz anlamış değiliz.
Paralelci değilim, diyorsunuz ya savcı bey; bu dediğiniz de bize başka bir hikâyeyi hatırlattı.
Adam saçı sakalı birbirine karışmış halde berber dükkânına giriyor. Oturuyor koltuğa ve başlıyor berbere sormaya:
"Berber efendi benim saçım sakalım ak mı kara mı?"
Berber gülümsüyor. Nasıl bir "arıza"yla karşı karşıya olduğunu görüyor.
Sakince cevap veriyor:
"Efendi hazretleri acele etmeyin; nasılsa az sonra önünüze dökeceğim, o vakit görürsünüz ak mı kara mı?"
Sayın savcı!
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, sizin bu eyleminizle ilgili inceleme başlattı nasılsa...
Hakimin odasını bastığınız ya da dediğiniz gibi basmadığınız, o tahkikat sonucunda ortaya çıkacaktır.
Ayrıca o tahkikatla birlikte bir de...
Paralelci misiniz, değil misiniz herkes görecek.
Telaşa hacet yok...
Bakın savcı bey...
Biz,sizin o görev yaptığınız adliyede bir yıl önce, "şerefsiz başbakan"
diyen savcı gördük. Dolayısıyla sizin hakim odasını basmanız bize hiç de
majör bir durum olarak gelmiyor aslında...
Çünkü o konseptin gereği bu zaten...
Bugün niye başkası gibi davranıyorsunuz anlayabilmiş değiliz.
Mevlana asırlar önce söylemişti halbuki:
"Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün"
Herkes
bilmektedir ki, 17-25 Aralık yargı darbe girişimi vuslata ermiş olsaydı
şayet, tam da Erzurum imamının bizim için dediği gibi aylar önce
Havuzbaşı'ndaki darağacında sallanıyor olacaktık.
Bugün çok şükür ki kimse asılmayacak, dar ağaçları da olmayacak.
Ancak herkes görmeli ki bu ülke, birilerinin sandığı gibi bir gece yarısı piyango çekilişinden çıkmadı.
Ergün Hiçyılmaz'ın kitabının adıydı, "Cellatları da asarlar"
Doğru...
Tarih; hep aynı yönü işaret ediyor:
Haksızlık yapan gün gelir yaptığı o haksızlığın bedelini öder. Bu öyle bir adalettir ki diğer tarafa da kalmaz.
Müsterih olunuz savcı bey, siz haklıysanız zaten Süleyman da sizsiniz mühür de sizde...
Yok, eğer haklı değilseniz--ki öyle- kaderinize boyun eğeceksiniz.
"Ankara'da
biri 'paralel' deyip duruyor. Söyle ulan şerefsiz, paralel kim?" diye
soran, zıpçıktı bir savcı, hala bu ülkede "Cumhuriyet Savcısı" olarak
görev yapabiliyorsa, anlayın ki Türkiye'nin daha alması gereken uzun bir
yol var.
Gezi olaylarında dediler ki, "anlamadınız mı bu, üç beş ağaç meselesi değil"
Bire muhteremler; siz de hala anlamadınız mı bu, öyle sıradan bir olay değil.
Ah keşke İsrail size anlatsa bunun nasıl bir büyük oyun olduğunu...
(Gerçi siz onu da anlamazsınız ya)