Tarihte söylenmiş öyle sözler var ki, bugün bile geçerliliğini
korumaktadır. Misal Attila İlhan'ın,"Türkiye'nin bir hain kontenjanı
var, bu nüfusun yüzde 10'udur" sözü gibi? Konumuzla alakalı olması
bakımından yahut da Osmanlı hariciye vekilinin altını çizdiği tespit
gibi?
Tanzimat devrinin ünlü sadrazamı Keçizade Fuat Paşa,
Avrupa'ya ilk diplomatik seyahatte bulunan padişah Abdülaziz'e, bu
gezide dışişleri bakanı olarak refakat etmiştir. Paris'te III.
Napolyon'a misafir oldukları sırada, Fransız vekilleri ile sohbet
ederken şöyle bir mesele ortaya atılır:
"Dünyanın en kuvvetli devleti hangisidir?"
Fuat Paşa hemen:
"Osmanlı Devleti." diye cevap verir.
Tabii
herkes hayret eder. Karlofça, Pasarofça, Küçükkaynarca, Edirne... gibi
anlaşmalarla büyük toprak kaybına uğrayan, Kırım Savaşı ile dış borç
batağına saplanan, Viyana Kongresi'nde (1815) Avrupa'dan 'Hasta adam'
muamelesi gören bir devletin, hala güçlü olarak bu devletin yöneticisi
tarafından ifade edilmiş olması şaşkınlığı büsbütün artırır. İçlerinden
birisi, bu cevabın sebebini sorar. Paşa gayet ciddi bir şekilde:
"Dünyada
Osmanlı Devleti'nden daha kuvvetli bir devlet olabilir mi? Yüz
yıllardan beri biz içeriden, siz dışarıdan yıkmaya çalıştığımız halde
hâlâ yerinde duruyor" diye cevap verir.
Geçen hafta, mesleki bir
seyahat nedeniyle Romanya'daydık. Yurda döner dönmez, tıpkı giderken
bıraktığımız "ateşli gündem"le karşılaştık.
Bir yanda "barış
süreci"ni hararetle destekleyen ve bu desteğini temellendiren kesimin
heyecanı vardı, diğer yanda mutlak itirazcılar, yani atılan bu adımı
"ihanet"le eş değer gören ama bu görüşünün altını dolduramayan
itirazcılar?
Bendeniz daha önce bu husustaki görüşümü dile getirmiştim.
Demiştim
ki, (hem de haftalar önce) "En kötü barış, savaşmaktan daha iyidir"
ilkesinden hareketle, yakılmak istenen bu meşalenin altında ben de
varım. Eğer "analar ağlamasın, kan akmasın" diyorsak, işte fırsat. Kim
samimi kim değil bütün herkes görecek.
Diyarbakır'da yapılan Nevruz mitingi ile artık dönüşü olmayan bir sürece girdiğimiz gün gibi ortada.
Türkiye,30 yılı aşkın süredir içinde bulunduğu terör çukurundan çıkma imkânı
ile karşı karşıyadır. Bu gerçek bazı kesimleri öylesine rahatsız etmiş
olmalı ki, emekli generallerden biri aynen şunları söyledi:
"En geç bir ay içerisinde PKK çok büyük bir saldırı düzenleyecek ve Türkiye çok güç durumda kalacak."
Bekledim
ki meslektaşlarımdan biri çıkıp o emekli paşaya sorsun ki, "Bu
iddianızı kanıtlayacak bir argümanız var mı, yoksa sadece temenninizi mi
söylüyorsunuz?"
Kimse sormadı. Ama artık inanıyorum ki, vaktiyle
Güneydoğu'da terörle mücadele görevinde bulunmuş ama terörün bitmesi
noktasında bir arpa boyu yol alamamış o paşa, Tayyip Erdoğan'a ve
dolayısıyla Ak Parti'nin hanesine yazılacak olan "başarı"yı, kendisi
için mağlubiyet olarak görüyor.
Sanki düşman kuvvetleri, yeni bir cephe kazanmış gibi!
Fuat Paşa'nın, "dışarıdan siz içeriden biz" dediği bu olsa gerek?
Belki de Attila İlhan da bu yaklaşımdan hareketle, "yüzde onluk hain" kontenjanı vurgusu yapma ihtiyacı duymuştu.
Aynı şeyi bir kez de bendeniz soruyorum:
-PKK silah bırakıp sınır dışına çekilirse, Türkiye'nin kaybı ne olur?
-PKK'nın tek yanlı ilan ettiği ateşkes hayata geçerse, yani terör külliyen biterse millet olarak neyi kaybetmiş oluruz?
-AK
Parti dolayısıyla da Başbakan Erdoğan, bir siyasetçinin asla göze
alamayacağı bir riske girdi. Allah korusun gelişmeler sürecin tam tersi
olursa, bu millet ne AK Parti'ye ne de Erdoğan'a acımaz, anında üstünü
çizer. Bu siyasi hakikate rağmen, bir lider değil elini, vücudunun
tamamını taşın altına koyuyorsa nasıl bir ihanet içinde olabilir ki?
-Deniliyor ki, "Efendim PKK adı üstünde bir terör örgütüdür. O terör örgütünün verdiği söze güvenilmez."
Mümkün;tut ki tam da sizin dediğiniz gibi oldu. Yani PKK sözünün arkasında
durmadı, anlaşmayı bozan taraf oldu. Siz sanıyor musunuz ki bu devlet
panikler, eli ayağı birbirine dolaşır. Hayır; nasıl ki 30 yıldan beri
terörle mücadele sürdürülüyorsa aynı şekilde eşkıyanın başının
ezilmesine devam edilir.
Hani bazıları diyor ya, "PKK devleti dize getirdi."
İnanmayın, külliyen yalan.
Şayet illa da "yoruldum, tükendim" diyen biri varsa o da örgütün bizzat kendisidir.
Lakin altının çizilmesi gereken bir durum var. O da şudur:
Otuz
yılı aşan bu silahlı mücadele neticesinde PKK, Türk devletine "Kürt
gerçeği"ni tüm hatlarıyla kabul ettirmiştir. Bu da esasında PKK'nın
başarısından ziyade, en başından beri Türkiye'yi yöneten hükümetlerin
izledikleri yanlış politikaların ürünüdür.
Atatürk, Ankara'da
aynı zamanda milli mücadelenin de lokomotifi olan Meclis'te üyelere,
"Kürdistan mebusu, Lazistan mebusu" diye hitap etmişti.
Şayet
devam eden yıllarda bir inkar politikası izlenmemiş olsaydı, belki de 30
yıldır süren PKK teröründen zaten söz etmiyor olacaktık.
Neyse olan olmuş yaşanılan yaşanmış ve bitmiş. Biz artık yarınlara bakmak zorundayız.
Mevlana diyor ya, "Dün dünde kaldı cancağızım artık yeni şeyler söylemek lazım"
Evet; yeni sözlere ve Türkiye'yi içinde yaşayan herkesle beraber yarınlara taşıyacak ufku olan politikalara ihtiyacımız var.
İsrail
gibi hukuk ve nizam tanımaz bir ülkenin Mavi Marmara katliamından
ötürü, (ister Obama'nın zorlaması, isterse Suriye meselesi yüzünden)
Türkiye'den özür dilemesi dahi, müzmin müştekileri tatmin etmeye
yetmedi.
İşte o çevreler, ellerinde tezlerini doğrulayacak bir
materyal olmadığı halde, barış sürecinin "ihanet projesi" olduğunu
söyleyip duruyor.
Peki bir deliliniz var mı?
Yok!
Ama bir delilleri varmış gibi bağırıyorlar.
"Vur
de vuralım, öl de ölelim" hamaseti karşısında, beklenirdi ki, "Yahu
kardeşim siz ne vurması ne ölmesinden söz ediyorsunuz" denilsin.
Tam aksine, "Bekleyin zamanı gelecek" denildi.
Allah aşkınıza söyler misiniz neyin zamanı gelecek ve kim ne için ölecek?
Kimileri de, barış sürecini işaret ederek, "bu bir Amerikan projesidir" diyor.
Olabilir?
Öyle olsa bile şahsen ben şaşırmam. Çünkü zaten PKK'nın kendisi bizatihi bir dış proje değil miydi?
Geçen
hafta Romanya'dan Türkiye'ye bakmaya çalıştım. Tamam, Romanya belki
Avrupa demek değil ama olsun o dünyanın küçük bir parçası ya?
Oradan bakınca gördüğüm şuydu:
Ayaklarına vurulmuş prangalardan kurtulmak üzere olan bir Türkiye var ve Türkiye yeni dünyanın en önemli unsuru olmaya aday?
Diyarbakır'da
açılan Apo posterleri ve PKK bayrakları elbette her yurtsever gibi
benim de kanıma dokundu, hatta daha da ötesi vicdanımı kanattı.
Ama sonunda gözyaşı ve kan duracak diye, kanayan vicdanıma sansür uyguluyorum.
Romanya, dünün Komünisti, bugünün AB üyesi, kendi halinde gariban bir ülke?
İster inanın ister inanmayın orada "Türkiye" denilince, bizdeki bazı çevrelerin ısrarla görmek istemedikleri bir "büyük ülke" akla geliyor. Hem de öyle böyle değil?
Dizi yazısında nasılsa anlatacağız ama burada bir cümleyle de olsa söylemek vicdani bir borçtur.
O
algının doğmasında ki en büyük etken ise, kıymetli hemşerimiz muhterem
Fetullah Gülen Hoca'nın Tuna boylarında vazifeli kıldığı "hizmet
erleri"nin verdiği inanılmaz mücadeledir.
Birilerinin burun kıvırdığı o okullar var ya o okullar, onlar esasında bir "büyük dava"nın sadece su yüzünde görünen kısımları?
Bütün marifet, o görüntünün arkasında duran ruh, inanç, imam ve idealdir.
Türkiye artık dünün Türkiye'si değil.
Adriyatik'ten Çin Seddine ülküsü hiç de uzak değil.
- Nafiz KOÇAK 01 Ocak 1970 02:00
Sayın Mehmet ŞENER, huzurlu ve güvenli bir ülkede yaşama isteğimizin tavan yaptığı bugünlerde bu konuya değindiğiniziçin teşekkür. Kurtuluş Savaşının başlangıcı Erzurumdan "Ya İstiklal, Ya ölüm." nidası yükselmiştir. Aynı Erzurumdan " Ya barış, ya da barış" nidası yükselecektir. Bunu istemek, vatanı sevmek, bayrağı sevmek, insanı sevmektir. Kuru kuru sevmek, bir iddiası olmayan kişilerin işidir. Sesinize ses veriyoruz. Ülkemizi güzel günler beklemekte. Buna dair inancımızı yitirmeyelim. Barış, kardeşlik, birliktelik taleplerimizi içimizden geldiğinde haykıralım. Haykırışımız birilerini rahatsız etse de. Barış... barış... barış...