Neyse ki, devleti yönetenler, medyada savaş tamtamları çalanlardan çok daha akıllı ve çok daha soğukkanlı… Yoksa şimdiye kadar, çoktan Suriye’ye savaş ilan etmiş olacaktık.
Uluslararası silah baronları, 15 aydan beri, yani Suriye karıştığından itibaren, Türkiye’yi Suriye çukuruna itmeye çalışıyor. Yer yer Amerika’nın da yüreklendirdiği o baronlar, önce toplumu manipüle etti, sonra da kimi siyasetçi üstünden, “Türkiye’nin en tehlikeli düşmanı artık Suriye’dir” tezini işledi.
Suriye yönetiminin, sivil halka karşı giriştiği insafsız saldırılar, esasında bütün insanlığın, evvel emirde de Birleşmiş Milletler’in öncelikli sorunu olması gerekirken, Batı orijinli ajitasyonlarda, sanki Suriye, Türk halkına vuruyormuş gibi, takdim ediliyor.
Zaman zaman Başbakan Erdoğan’ın da Beşar Esad’a dönük çok sert çıkışları, manipüle merkezlerinin ekmeğine yağ sürdü. Türk toplumunu bütünüyle Suriye karşıtı kılmak ve de muhtemel bir savaşta, kamuoyunun onayını almak amacıyla tertiplenen üretilmiş haberler, son zamanlarda öyle bir noktaya ulaştı ki, başımıza gelen her türlü bela ve sıkıntının sorumlusu olarak, Beşar Esad’ı görmeye başladık.
Misal; PKK’nın son Dağlıca Yeşiltaş saldırısı…
Hatırlayınız lütfen; saldırıya dair henüz sağlıklı bilgi ortaya çıkmadan, Batı kaynaklı haberler anında tercüme edildi ve “PKK’nın karakol saldırısında emri veren yönetici, Suriye asıllı Bahos Erdal kod adlı Fehman Hüseyin’dir” diye yazıldı.
Oysa birkaç gün sonra, telsiz konuşmalarından anlaşıldı ki, çirkin saldırıyı tertipleyen ve uzaktan yöneten bizzat Karayılan’mış. Buradaki amaç belli: Türkiye’nin, Suriye’ye karşı daha sert bir tutum takınmasını isteyen çeşitli çevreler, şehitlerimiz üzerinden, toplumsal tepkiyi köpürterek, heyecanlı kitleleri galeyana getirmekti.
Batı, nasıl ki, Balkanlar’daki Sırp katliamına aylarca göz yumduysa, şimdi de Suriye merkezli insanlık dramını görmezden geliyor. Ama bir yandan da el altından, Türkiye’nin fiilen pozisyon almasını istiyor ve teşvik ediyor.
Silahsız savaş jetimizin, uluslararası hava sahasında, Suriye tarafından vurulması, bir kez daha malum odakların iştahını kabarttı:
Bu kez tamam; Türkiye, artık bu saldırıyı savaş nedeni sayar ve aylardan beri beklediğimiz şeyi gerçekleştirir. Türk ordusu, Şam’a girer.
Sonra?
Sonrasının ne önemi var ki…
Maksat, Ortadoğu’nun kan gölüne dönüşmesi ve böylelikle haritanın yeniden çizilmesi ve Batı’nın çıkarlarının sağlama alınmasıdır.
Geçen şu birkaç günden beri, Ankara bu krizi, son derece suhuletle götürüyor. Ekranlara, ellerindeki savaş baltalarıyla çıkan gözü dönmüş uzmanların aksine, iktidar- muhalefet, büyük bir devlete yaraşan tavır sergiliyor.
Kimse, Suriye’nin yanına kar kalsın demiyor; bilakis, uluslar arası zeminde mutlaka bunun hesabını vermeli ve eyleminin bedelini ödemelidir.
Nasıl ki 1996 yılında, Kardak krizinden sonra, Yunan ordusu tarafından bir jetimiz vurulduğu zaman, Yunanistan’a savaş açmadıysak, şimdi de Suriye’ye karşı bir savaşa girişmemeliyiz.
Hesap sormak ayrı şey, fiilen savaşmak ayrı…
Televizyon ekranlarında, “…bu bir savaş sebebidir, onurumuzu kurtarmalıyız” şeklinde efelenen adamların çoğu, Allah korusun muhtemel bir savaşta, ne cepheye gidecek kimselerdir, ne de yaralı bir askere merhem olurlar.
Çok şükür ki, devlet, aklıselim insanların elinde de, kimse gaza gelip tanka tüfeğe sarılmıyor.
Her ne kadar kendi halkına bile acımayan zalim Esad, dün geri adım atıp, “…bu bir kazadır, hukuken doğacak her türlü mesuliyeti kabul ediyoruz” anlamında, resmi açıklama yaptıysa da, sırf daha önce verdiği sözleri tutmamasından ötürü, Türkiye tarafından inandırıcı ve samimi bulunmuyor. Bu sebeple olsa gerek Türkiye, haklı olarak saldırıyı, BM ve NATO gündemine oturtmak istiyor.
Yani, aylardan beri savaş tamtamları çalan silah baronları, bu manevrayla da, iki ülke arasında savaş çıkarmayı başaramadı.
İnşallah bundan sonra da bu amaçlarına ulaşamazlar.
Çünkü, savaş çocuk oyuncağı değil.