ErzurumHaber Girişi : 14 Haziran 2010 03:57

Satrancını Hayatıyla Ödeyen Şair: İlhami Çiçek

Satrancını Hayatıyla Ödeyen Şair: İlhami Çiçek

umut kesilmiyorsa dostlarım

kesip barikatlar kurarak kangrenli

gövdemizden

şurda güneşe ne kaldı

 

            14 Haziran 1983 tarihi, hayat hikâyesi 1954 yılında Oltu’da başlayan Erzurumlu bir şairin hayatına nokta koyduğu tarihtir. “Sığ ve anlamsız ilişkilerden sürekli rahatsızlık duyan ”, “...has ve güzel ilişkilerin âdeta bıçakla kesilmiş gibi bitmiş olmasını kabullenemeyen” bu şair İlhami Çiçek’tir. Çünkü, herkesinki gibi değildir yüreği... Onunki şair yüreğidir. Ali Yüce’nin şairler için söylediği, “Cam gibi saydam / Keman teli gibi titrek ” mısraları onun için de geçerlidir. İlhami Çiçek’e göre ise; “Yalnız hüznü vardır kalbi olanın”.

 

            Şiiri, çocukluğunda çevresindeki âşıkları dinleyerek tanımaya başlayan şairin mısralara olan ilgisi ortaokul yıllarında artar, lisede ise yazmaya başlar. Lisede iken yazdığı “Otel Odası” adlı şiiri, o sıralar Erzurum’da yayımlanmakta olan Adımlar Dergisi ( “Kesintisiz iki yıl çıkarak (…),Türk kültür ve sanat âlemine şair, hikâyeci ve düşünce adamı olarak bazı kişilerin takdimini sağlamıştır. Bunlardan akla ilk gelenler Mustafa Kutlu, İlhami Kaygusuz ve İpek’tir.” (…) “1970-1972 arasında toplam 24 sayı çıkarılabilen Adımlar, Erzurum’da çıkan ve kapanan pek çok dergiden biri. Fakat iki önemli özelliği var: Birincisi, pek az mahallî dergi 24 sayı, hem de aksamadan muntazam olarak çıkabildi. Diğerleri sadece birkaç sayı dayanabildiler. Pek çoğu ise, sadece bir tek sayı çıkıp, arkası gelmedi. Evet, iki yılda olsa çıkabilen; Anadolu Fikir Derneği Erzurum şubesi yayın organı olan bu aylık yayının ikinci özelliği ise, benzerlerine göre daha tesirli olmasıydı.) ’nin açtığı şiir yarışmasında birincilik kazanır. Bir bölümü şöyledir bu şiirin:

 

            Bir otel odasının karanlık köşesinde

            Fırtınanın sesini andırıyor nefesim,

            Kulağımda saatin hüzünlü tik takları

            Karşıda ise beni parçalayan bir resim!

 

            Tavanın bakışları gözlerime takılmış

            Beni tehdit ediyor zalim yalnızlığıyla

            Çilekeş kitaplarım konuşmuyorlar artık

            İçimde gizli bir ses hükmediyor ki “ağla”

 

            İlk ve ortaokulu Oltu’da, liseyi Erzurum’da bitiren İlhami Çiçek, Erzurum’da edebiyat fakültesinde okurken, mahallî gazetelerde halk edebiyatına ilişkin yazılar da yazar. Şiir çalışmaları bu sırada daha bir yoğunluk kazanmış ve bu vadide kendine yer edinmeye çalışan İlhami Çiçek için şiirin önemi daha da artmıştır. 

 

            Üniversiteden sonra 1978 yılında Kırıkkale lisesinde edebiyat öğretmenliğine başlar. Bu yıla kadar Nuri Pakdil’in yönettiği Edebiyat dergisinin bir okuru olan İlhami Çiçek, bu yıldan sonra derginin sürekli şairlerinden biridir. Artık, “Aradığı öğretisel duyarlılığı en canlı biçimde yaşayan bir çevrenin içinde bulunmanın sorumluluğunu taşımaktadır.” Ve, “ Bu sorumluluğu boyutlandırabilmek için yapmak istediği çalışmalar yüzünden sağlığı iyiden iyiye bozulma noktasına gelir.

 

            Zaten sağlığına pek dikkat eden biri de değildir. Bir dönem Kırıkkale’de aynı evi paylaştığı ve aynı okulda çalıştığı Cahit Yeşilyurt’un cümleleriyle; “Gıdasını düzenli biçimde almaya hiç özen göstermezdi. Sigara ve çay baş köşeyi tutardı onun yaşantısında. Benim zorum olmasa yemek yemiş yememiş pek aldırmazdı.

 

            İşte “Satranç Dersleri” adlı şiir kitabı, böylesine sıkıntılı ve sancılı dönemin ürünü olarak ortaya çıkar. Ki, satranca aşırı bir düşkünlüğü de vardır şairin... Yani somut biçimde sürekli oynadığı oyunun, soyut olarak şiirine yansımasıdır da denebilir satranç dersleri için... Yine Cahit Yeşilyurt’un ifadeleriyle, “Satrançtaender yenilen biri olduğundan herkes onda kendini denemeye (korka korka) can atardı. Rakiplerinin ardı arkası kesilmezdi.” Anlaşılan o ki; satrançta ortaya koyduğu yenme gücünü, insanları duyarsızlaştıran hayata direnme noktasında gösterememişti. Zira; Rollo May’ın söyleyişiyle; “Bu sarsıntı çağında duyarlıkla yaşamak gerçekten cesaret istiyor. ” O ise bir şairdi ve bu duyarlılığı çok ileri boyutlarda yaşıyordu.

 

            Sonra İstanbul’a gider. Öğretmenliğini Pendik lisesinde sürdürür. Bu sırada evlenir ve bir oğlu olur. Bu günler, hastalığının da iyice alevlendiği günlerdir.

 

            1983 yılının Mart ayı... İlhami Çiçek kısa dönem askerlik için Tokat’tadır. Hastalığının iyice artması sebebiyle, bir ara Mevki hastanesinde tedavi altına alınır. İyileştiği sanılarak Tokat’a geri gönderilir. Ve askerliğinin bitmesine çok kısa bir süre kala, geçirdiği şiddetli bir kriz sonrasında vefât eder.

 

Şiire ve düşünceye adanan bir ömür, yirmi dokuzunda son bulmuştur. Ardında; kaçışın, hayattan ve kirliliklerden kaçışın resmedildiği “sığınak sözcükleri” bırakan, Pakdil’in “bir şiir sandığı” dediği İlhami Çiçek, “şair olmanın ötesinde, tefekkür, çatışma ve inandığı öğretiyi hayata geçirmenin zihin çilesiyle kısacık hayatını ebedileştirmiştir.” böylece...        

 

            Şairin, “Satranç Dersleri” adlı şiirinin bir bölümünde;

 

            ün geldi ey iskender

            çok acayip gördün ömrün tükendi

            geri dön

            ürktü

            ki endişe

            dünyadandır ve hayal hiçtir

            sözü onun

            ...avda

 

            yine geri dön bu son

            yoksa öleceksin gurbette

            dedi ses ve işitip ağladı

            o koca iskender ki

            tuhaf matlar yapardı

            mat oldu olağan biçimde

 

dediği gurbetten geri dönemedi ve erken bir yaşta gurbette son buldu hayatı... Tıpkı şiirinde dile getirdiği Büyük İskender gibi.

 

            Genç yaşında, sürekli kafasında taşıdığı ölüm gibi bir gerçekle yüz yüze gelen şairi anlatmaya çalıştığımız yazımızı, ölümünden önce yapılan, ama yayımlanmamış sohbetinden aldığımız bir bölümle noktalayalım:

 

            Çağımız korku çağıdır. Umutla dengelenmediği için, erdeme yer yok bünyesinde. Korkunç bir biçimde ‘sınırsız ilerleme’ melankolisiyle başı dönmüş. Bu yüzden hiç kutsal tanımıyor. Maddesel ve duygusalolanı abartarak, Tanrısalı yadsıyan bir uygarlık yönlendiriyor bu çağı: Batı Uygarlığı. (...) İnsan yalnız. Bütün ilişkilerinde eşyanın gölgesi. İnsanın temel eğilimleriyle, çağın eğilimlerinin böylesine çeliştiği bir başka çağ var mı sorusu hızla gündemlere giriyor. (...) Eşya sarasına tutuldu bir ara insanlık. Geçiyor işte. Tanrı gereksinimi çığ gibi büyümektedir.

 

            NOT: İlhami Çiçek; bu yılın (2010) Nisan ayında Erzurum’da Üniversite kitabevi’nde bir kere daha anıldı. Hüzün konusunda akademik çalışma yapan Ahmet Karakuş’un yönettiği söyleşide,  Eğitimci ve yazar Mustafa Nezihi Pesen, İlhami Çiçek’in hayatını ve şiir dünyasındaki yerini anlatmaya çalıştı.

 

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.