Türküye konu olan Senan ile Humar'ın aşkı; Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Aslı ile Kerem'in aşkından geri kalmıyor.13. Yüzyılda yaşanan Şeyh Senan ile Humar Hanım'ın aşkı, günümüzdeki tartışmalara da ışık tutuyor.
Topluma mal olan ''Sari Gelin'' türküsü hakkında ortaya atılan “Sari Gelin’in sarı bir kız olduğu ve aslen Ermeni olduğu” yönündeki iddialara, romanda açıklık getiriliyor. Kitapta, ''Sarı Gelin’'in esmer, yeşil gözlü ve sadece annesinin Ermeni olduğu gerçeğinin yanı sıra ona âşık olanın da Bağdat’tan gelen bir Şeyh olduğu, bu türkünün de Şeyh tarafından yazıldığı anlatılıyor.
SARI GELİN’İN ÖYKÜSÜ
13, yüzyıl başlarında Abdulkadir Geylani Hazretlerinin müritlerinden Şeyh Senan, puta taptığını gördüğü bir rüya üzerine Bağdat’tan yola çıkar. Şeyh Senan, Erzurum’da gördüğü Kıpçak Kralı IV. David’in kızı Humar Hanım’a âşık olur.
Şeyh Senan, giydiği Hint elbisesinden dolayı Sari Gelin adını taktığı Humar Hanım’ın tüm isteklerine boyun eğmektedir. Aşkı uğruna şarap içen, Kuran’ı ateşe atan ve Hristiyan olan Senan, Humar Hanım’ın isteği üzerine domuz çobanlığına başlar.
Şeyhlerinin düştüğü durumdan rahatsız olan dervişleri, buna çare bulamayarak Bağdat’a döner. Şeyhlerinin yakalandığı aşkın gerçekte, Allah uğruna çektiği çile olduğunu öğrenen dervişler, tekrar Erzurum’a dönerek şeyhlerine sahip çıkarlar.
Dervişliğin en yüksek mertebesine ulaşan Şeyh Senan, Sari Gelin’e kavuşmak üzereyken domuz çobanlığını bırakarak, dervişleriyle saraydan ayrılır. Müslüman olan Humar Hanım, Şeyh Senan’ın aşkı uğruna yaptığı fedakarlıklar karşısında hatasını anlayarak, peşlerinden gider. Sari Gelin’in babasının gönderdiği askerler, kızıyla birlikte Şeyh Senan ve kırk dervişini öldürür.
Sari Gelin ve Senan’ın öldürüldüğü dağların ismi, o günden itibaren Allahuekber adıyla bilinmektedir.
“SAĞ YANIM UYUŞMUŞ OLUYORDU’’
Kılıç, Sarı Gelin türküsünü araştırmaya karar veriş nedenini kitabında şöyle anlatıyor:
‘’Kimimiz sevip alamamışız, kimimiz seveceğimizi bulamamışız, kimimiz içimizdeki Sarı Gelinin hayaliyle yaşamışızdır. İster hayallerde yaşasın, ister gönüllerde, isterse bu cihanda yaşasın… Yaşasın da nerede olursa olsun. Önemli olan sevginin yaşıyor olması değil midir?
Sevgili, uğruna çok şey feda edilen ve buna değendir. İnsanoğlunun sevdiği için feda edemeyeceği şey yoktur. Hangi sevgili, sevgisi uğruna neleri feda etmemiştir ki? Bu sevgili, bazen Allah sevgisi olarak çıkar karşımıza; bazen bir yüce makam, bazen güzel bir kız, bazen de dünya malı…
O soğuk kış mevsiminde hapsolduğumuz evimiz, sobanın sıcaklığıyla kucaklardı bizi. Sobanın üzerinde fokurdayarak kaynayan suyun sesi, radyodaki haberleri okuyanın sesiyle yarışır dururdu. Dizine yatarken sırtımı verdiğim sobanın sıcaklığı, annemin anlattığı masallar unutulur gibi değil.
Annem, “Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber iken, develer tellal iken, ben annemin dizinde mışıl mışıl uyurken” diye başlardı anlatmaya. Masalların hiçbirini sonuna kadar dinleme imkanı bulamamıştım. Uyandığımda, sağ yanım uyuşmuş oluyordu. Öyle uyuşmuştu ki o uyuşukluk, masallarda dinlediğim Sarı Gelin’i arayıp buluncaya kadar gitmemişti. İşte o zaman bir şeylerin farkına yeni yeni varabildim.’’
‘KÜLTÜRÜN MİLLİYETİ OLMAZ’’
Yaklaşık 800 yıl önce yaşanan Sarı Gelin’in günümüze kadar unutulmadığını anlatan Kılıç, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı’nın aşkından geri kalmayan Sarı Gelin ile Senan’ın aşkının, özellikle son yıllarda Ermeniler tarafından sahiplenmeye başladığını, bu kavganın, o kutsal aşkı gölgeleyip, türkünün başka mecralara çekilmesine neden olduğunu söyledi.
Yazar Kılıç, ‘’Ermenilerin, Gürcülerin, Azerilerin sahip çıktığı Sarı Gelin türküsü, günümüze kadar bu sahiplenme duygusuyla gerçeğinden saptırılmıştır. Kültürün milliyeti olmaz düşüncesiyle yaklaşık 3 yılı aşan araştırma çalışmalarımın sonucunda böyle bir kitap yazma zarureti doğdu. Onlarca kitap, yüzlerce yazılı eser taramamda elde ettiğim bulgular ışığında yazdığım bu roman, hayal ürününden ziyade gerçekleri yansıtan bir eserdir’’dedi.