Türkiye elinden geleni yaptı; lobi çalışması ise lobi çalışması, mektup yazmaksa mektuplar yazıldı, karşılık alınamayan telefonlar açıldı, iş ve siyaset dünyasının önde gelen isimleri, otelden kovulmuş olmalarına rağmen Paris’te adam adama markaj yaptı, Türkiyeli Ermeniler “etmeyin eylemeyin, biz burada huzur içinde yaşıyoruz” dedi… Yani yapılması gereken ne varsa fazlası yapıldı. Buna rağmen Fransa parlamentosunda bugün o hınç ve nefret yüklü yasa için oylama yapılacak ve muhtemelen de yasa kabul edilecek. Bundan böyle kimse Fransa sınırlarında, “Ermeni soykırımı yoktur” diyemeyecek, dese cezai yaptırımla karşı karşıya kalacak.
Ve bu Fransa kalkıp utanmadan “düşünce özgürlüğü”nü savunacak ve “Fransa Batı’nın kültür başkentidir” diyecek.
Çifte standart böyle bir şey işte…
Fransa rey uğruna bile bile tarihi çarpıtıyor.
Buraya kadar doğru…
Doğru ama Türkiye Fransız’a kızıp Batı’ya sırt mı dönmelidir, yoksa bu yolda ilkeli ve onurlu biçimde ilerlemeye devam mı etmeli?
Bu ve benzeri tutumdan ötürü artık şurası kesin bir şey:
Türkiye`nin artık eskisi kadar, AB üyeliği hevesi yok ama yine de bu uzun ve de çetin yolda ilerlemeye devam ediyor.
Fazla istekli olmamamız hiç de yadırganacak bir durum değildir. Çünkü AB içindeki genel tutum gerçekten artık kabak tadı veriyor.
Fransızların yaptığı sadece bardağı taşıran son damla…
Günün birinde ya Avrupa Birliği dağılır, bu yüzden de üye olmamızı gerektirecek bir topluluk olmaz, ya da Türkiye, başta demokrasi ve insan hakları alanı olmak üzere, dört bir yanıyla öyle gelişir ve kalkınır ki, "şimdi de biz istemiyoruz" der.Gerçi bu ikinci şıkkın pratikte olacağına inananların sayısı çok fazla değil, ama bendeniz (görür müyüm bilemem) öyle çok da uzak olmayan bir gelecekte, tıpkı yönetmen Nuri Bilge Ceylan`ın dediği gibi, "yalnız ve güzel ülkem"in Batı standartlarını yakalayacağına, hatta geçeceğine inanıyorum.
Sorunlarımız, eksiklerimiz, ayıplarımız ve de hastalık derecesine varan takıntılarımız yoktur demiyorum; bilakis statüko ve dayatmacı anlayış, ülkenin ayaklarına öyle zalim prangalar vurmaya çalışıyor ki, bazen koşmak şöyle dursun, yürüyemiyorsunuz bile…
Fakat buna rağmen bu ülke, öyle güçlü bir enerjiye sahip ki her türlü perdelemeye karşın, yürümek ve koşmak azminden vazgeçmiyor.
Tamam; iletişim araçları sayesinde dünya artık iri bir köy hükmünde… Baksanıza Ortadoğu`daki halk isyanları, tüm kitle iletişim araçlarının anında stop edilmesine rağmen, anında bütün insanlık tarafından duyuldu ve bilindi.
Bu sebeple, "Dünyanın ve Türkiye`nin nereye gittiğini görmek için illa da Erzurum`un dışına çıkmaya gerek yoktur" demek mümkün.
Mümkündür; lakin eksik teşhistir...
Çünkü dünya öyle baş döndürücü bir hızla dönüşüyor ki, Türkiye`nin bu serüvenin dışında kalması imkansızdır...
Görüyoruz ki, Türkiye de değişiyor, dönüşüyor.
Hem de kökü asırlar öncesine dayanan alışkanlıklarına inat...
Bu ülkenin Batı yolculuğu, öyle sanıldığı gibi ne Tanzimat`la başlar, ne de AB`ye üye olmak için resmi başvuru yaptığımız yarım yüz yıl öncesine dayanır. Adına ne diyecekseniz diyin ama bu milletin Batı yolculuğu, Asya`dan steplerinden kopup karlı dağları aşmaya başladığımız gün başlamıştır. Dikkat edin o gün bugün bir daha yönümüzü Doğu`ya çevirmemişiz hiç; hep Batı`ya gitmek istemişiz.
Günümüzün modern Türk devleti de aynı hedef peşinde...
Batı`ya gitmek ama Batı içinde un ufak olmamak...
Olur ya da olmaz, fakat rotamız bu...
Bazıları bu hedef için derler ki, "Doğu`ya giden bir geminin güvertesinde, Batı`ya koşmakla Batı`ya gidemezsin."
El hak doğru...
Hem öyle bir doğru ki, tarihi tecrübeler bu ibret hikayelerini anlatıp durur...
Bizim hikayemiz farklı: Biz Doğu`ya giden bir geminin güvertesinde, Batı`ya koşan adam gibi değiliz ki… Biz bidayetinden beri yönümüzü hep ileriye dönmüşüz. Bu, dün de, bugün de Batı`dır. Fakat gün gelir başka bir cenah olur, yahut da bizzat biz yön çevrilen nokta oluruz.
Neden olmasın ki?
Bir süre evvel "Avrupa Yolunda Yerel Basın" konulu bir seminere katılmıştım
O seminerde, alanlarında uzman bir çok önemli ismi dinlemiş ve birebir sohbet imkanı bulmuştum.
Bu kişilerden biri Başmüzakereci ve Devlet Bakanı Egemen Bağış, öteki de ünlü gazeteci Mehmet Ali Birand`dı.
AB dünyasında yerel basın son derece önemli bir olgudur; yani bizde henüz olmadığı kadar…
Devlet Bakanı Egemen Bağış da bunu biliyor, o gün o toplantıya katılan AB ülkesi büyükelçiler de...
Bakan Egemen Bağış, tipik bir siyasetçi triplerinden uzak, o dünyayı çok yakından bilen bir yurtsever edasıyla sorulara cevaplar verdi...
Kendi adıma son derece istifade ettiğimiz bir toplantıydı…
Ve kendi kendime demiştim ki, AB bizim önümüze ne kadar engel koyarsa koysun, biz Batı’dan uzaklaşmamalıyız ama kendi coğrafyamıza da sırtımı dönmemeliyiz. Tıpkı Batı oryantalistlerin söylediği gibi “Türkiye Batı ile Asya arasında muazzam bir köprüdür”
Evet muazzam bir köprüyüz.
Lakin bu köprünün bir ayağı Batı’da olmadığı sürece, köprü, köprü olmaktan çıkar.
Yaklaşan seçim nedeniyle Ermeni desteğine oynayan Fransa hükümeti istiyor ki, Türkiye Batı’nın kıyısına bile gelemesin ama büsbütün de uçuruma yuvarlanmasın.
İşte bu iğrenç bakışı artık kimse yemiyor ve Türkiye sadakaya muhtaç değil.
Rotamız Batı, ama ilkeli bir yolculuk olması kaydıyla…