Vakti zamanında Abbas isimli bir hemşehrimiz ciddi bir hastalık geçirmiş, doktorlar yaklaşan Ramazan ayını göz önüne alarak, Abbas’a sağlığı için oruç tutmaması gerektiğini söylemişler.
Bir Erzurumlu için Ramazan’da oruç yemek hiçte kabul edilecek bir durum olmadığından, Abbas formülü İstanbul’a gitmekte bulur.
Ramazan ayını İstanbul’da geçiren bizim Abbas, her ne kadar vicdanı rahatsız olsa da orucu yiyip gezmektedir.
Bir gün lokantanın cam kenarında yemek yerken, tesadüf o ya Erzurum’dan arkadaşları Abbas’a rast gelirler.
Orucunu yiyen Abbas’a demediklerini bırakmazlar, bir ara söz söyleme fırsatını yakalayan Abbas durumunu anlatır, sonunda da “Ula uşah; Ramazan giderse bir daha gelir, ama Abbas yolcu olursa bir daha gelmez” diyerek, esprili bir şekilde meramını anlatır.
Fıkra bu ya giden Ramazan tekrar geldi.
Her gelen Ramazan’da, belli bir yaş grubu geçmişin özlemini yâd ederek Ramazan hatıralarını tazelerler, yeni nesillerde eskilerden gördükleri alışkınlıkları ileriye taşımaya çalışırlar.
Erzurum; Ramazan ve oruç konusunda, İslam coğrafyasında belki de Mekke ve Medine’den sonra en göze çarpan şehirlerden birisidir.
İbadetin diğer alanlarında gösterilmeyen ihtimam, her ne hikmetse oruç konusunda gösterilmektedir.
İftar sofraları ve davetleri, sahur, teravih namazı, hatim dinleme geleneği, fakir fukarayı gözetme, çarşı ve pazardaki alışveriş bereketi, Ramazan davulu, camilerde yapılan vaazlar Ramazan ayının öne çıkan özellikleridir.
Ramazan ayı oldu mu şehrin ayyaşı, berduşu, kabadayısı, bitirim tipleri kendilerine çeki düzen verirler, kötü alışkanlıklarından dolayı terk-i nefs ederler, günlerini camilerde vaaz ve hatim dinleyerek, vakit namazlarını kılarak geçirirler.
Ramazan’da, başlarında beyaz takkeleri, ellerinde tespihleri, ceplerinde birbirlerine ikram ettikleri esanslarıyla dikkati çeken bu kardeşlerimiz, Naim Hoca’nın imamlık yaptığı Şeyhler ve Zeynal camilerinin Ramazan ayındaki değişmeyen cemaatleriydi.
Camilerin çokluğu ile ünlü şehrimizde, bazı camilerin özel cemaatleri olurdu.
Hatimle teravih kılmak isteyenler Ayazpaşa Camii’ne, hızlı teravih kılmak isteyenler, o günlerde revaçta olan Pervizoğlu Camii’ne giderlerdi.
Naim Hoca’yı dinlemek isteyenler Zeynal ve Şeyhler Camii’ne, şehrin bürokratları ve eşrafı daha ziyade Lalapaşa Camii’ni tercih ederlerdi.
Hatimle teravih namazının kılındığı Ayazpaşa Camii’nin imamı Mehmet Hoca’nın emekli olmasından sonra, bu geleneği bir müddet Derviş Ağa Camii sürdürdü, daha sonra bu güzel alışkanlık Gez Camii ile devam eder oldu.
Şu anda Erzurum’da on bir camide hatimle teravih namazı kılınması, geçmişe ait değerlerimizi koruduğumuzun bir göstergesi olarak son derece memnuniyet vericidir.
Av. Lütfü Esengün, Av. Türker Kaya, Naci Narmanlı ile birlikte uzun yıllar hatimle teravih namazı kıldığımız Ayazpaşa Camii’nde, oldukça ilginç sahnelere de tanıklık ederdik.
Namazın uzun sürmesinden ve sobanın ısısından dolayı, Av. Türker namazda uyuduğunu ve rüya gördüğünü itiraf etmişti.
Camide hatimle teravih namazı kılındığını bilmeyen ve hasbelkader camiye gelenlerin, uzun süren namazdan dolayı şaşkın ve çaresiz davranışlarını gördüğümüz de olurdu.
Bilmeyerek Ayazpaşa Camii’ne giden Karadenizli bir vatandaşımızın, hatimle teravih namazını kılıp dışarı çıktığında, etrafındakilere; “Bu nasıl bir namazdı, imam Kur’an koymadı okudu” diye dertlendiği rivayet edilir.
Yine bir defasında iki genç camiye gelmişlerdi, teravih başlayıp ilk selam verildiğinde, öndeki genç arkadakine: “Ula kalk gidah, bu nasıl uzun bir namaz, bitip tükeneceği yoh” diye söylendiğini duymuştuk.
Naim Hoca’nın vaaz verdiği, Suat Işıklı’nın müezzinlik yaptığı Şeyhler Camii’nin cemaati arasında Raci Alkır, Karslı Yılmaz, Özbekli Nihat, Tablacı Kor Sabri, Mirzaların Kor Şahmettin gibi Erzurum’un renkli simaları bulunurdu.
Teravih kılındıktan sonra sesi güzel müezzinlerin okudukları “İşfeâlena yevmel arasati vel mizan…” duası, Erzurum’a özel hoş bir gelenektir.
Naim Hoca’nın imamlık ettiği, Suat Işıklı’nın “İşfeâlena”, Raci Alkır’ın gazel okuduğu Şeyhler Camii’nin o günkü ortamı, ne yazık ki geçmişin güzel hatıralarında kaldı.
Kürsüye çıkan Naim Hoca; “Dikkat et Müslüman” diye vaaza başlar, ince zekâsıyla seçtiği konuyu esprili bir şekilde cemaate yansıtırdı.
Naim Hoca vaaz verirken ara sıra başındaki kavuğu çıkarır, mendiliyle başındaki terleri siler, sohbetine kaldığı yerden devam ederdi.
Hoca sohbetine espri katarak insanların düşünmelerini ve ders almalarını sağlardı.
Bir Ramazan ayında Hoca kürsüdedir, cemaat arasında içki müptelaları da vardır, Hoca’yı can kulağı ile dinlemektedirler, Hoca vaazın bir yerinde: “Ben serhoşları çok severem, eleki akşam içir kendilerinden geçirler, sabah uyanırlar. Cemaat içinde ömür boyu heç uyanmıyanları gördükçe, serhoşlara muhabbetim biraz daha artir.” diyerek, müthiş bir mesaj verir.
Hoca’nın vaazına kadınların ilgisi de oldukça fazlaydı, mahfile dolan kadınların fazla gürültü yapmaları üzerine Hoca’nın sabrı taşar, “Ey kadın; seni buraya imanın getirdi, sessiz ol” diye çıkışırdı.
Naim Hoca divan şiirinden örnekler vererek sürdürdüğü vaazlarında “Dikkat et Müslüman, ellem gullem yok” demeyi de ihmal etmezdi.
Cemaatin psikolojisini çok iyi takip eden Hoca, vaaz sırasında dikkati dağılanları da ikaz etmeden çekinmezdi.
Hoca hararetle vaazını verirken, cemaatten bir tanesi halının desenlerine gözünü takmış, elleriyle desenleri sayıyormuş, bu olayın farkına varan Hoca, kürsüden bu kişiye hitaben “Ula Müslüman, burayı Naim’in kehvesimi sandın” diyerek uyarır.
Ses düzenlerine yeni geçildiği dönemde, Şeyhler Camii’ne yeni ses cihazı kurulmuş, Hoca yine cemaate vaaz verirken, radyo dalgalarından caminin ses düzenine bir karışma olmuş ve bir anda İbrahim Tatlıses’in okuduğu “Ayağında kundura, yar gelir dura dura” türküsü camide yankılanmış, bu beklenmedik durumda Hoca paniklemiş “Bismillah, Bismillah, herhal yecüc mecüc gelmiş, hele kalkın abdestleri tezeliyah” dediği de o günü yaşayan cemaat tarafından tebessümle anlatılmaktadır.
Kadir Gecesi’nde Naim Hoca Sakal-ı Şerif’i dualarla açarken, caminin içerisinde müthiş bir hareketlenme başlar, Sakal-ı Şerif’i görmek isteyenlerin yaptıkları izdiham ve gürültü, Hoca’nın: “Fenikmeyin, hepiz bahacahsız” sözlerine rağmen hiç azalmazdı.
Sakal-ı Şerif’in ziyaretinden sonra manevi hazzın lezzetine erişen cemaat, Raci Alkır’ın, Alvarlı Efe hazretlerinden okuduğu gazellerle kendinden geçerdi.
Erzurumspor’un en ateşli taraftarlarından biri olan Naim Hoca’dan sonra, Erzurumspor’un gerçekten sahipsiz kaldığını söyleyebiliriz.
Hiçbir maçı kaçırmayan Naim Hoca’nın, maç ile namaz aynı saate rast geldiğinde “Namazın kazası olur da maçın kazası olmaz” yönünde bir espri yaptığı da vatandaşlar arasında sıkça anlatılır.
Yine kalabalık bir davette, yenir içilir, sıra dadaşların bar oynamasına gelir, davul zurna çalınca, katılımcılar arasında aşırı tutucu birkaç kişi “Çalgı var” diye programı terk ederler, Naim Hoca dayanamaz; “Davulla giden din anlayışı işte budur” diyerek tavrını gösterir.
Aydın din adamı kişiliğiyle her alanda yokluğunu hissettiğimiz Naim Hoca’mıza bu vesile ile Allah’tan rahmet dilerken, Erzurum’dan bir Naim Hoca daha çıkar mı diye de ümit etmekteyiz.
Pervizoğlu Camii’nde teravih namazı çok çabuk kılındığından, caminin cemaatini; acele iftarını etmiş, kahvehaneye koşup okşin veya konken partisinin başına oturmak için acele eden gençler teşkil ederdi.
Yakutiye Medresesi’nin arkasında bulunan Kümbet, bir dönem mescide dönüştürülmüştü, burada kılınan teravih namazı da Pervizoğlu Camii’ni aratmayacak süratteydi.
Her ne hikmetse camiye gelen küçük çocuklar camide rahat durmazlar, etrafta koşar, yaramazlık yaparlar, gülme krizine yakalanmış gibi kıkır kıkır gülerlerdi.
O günlerde çocuklar arasında tapa patlatma furyası vardı, demir tellerden bir halka yapan çocuklar, telin iki ucu arasına yerleştirdikleri tapayı, halkayı fırlatarak patlatırlardı.
Bazı çocuklar, cemaat namazdayken halkalardan birkaç tanesini caminin içerisine atıp kaçarlardı.
İftarın rehaveti, teravih namazının uzunluğu münasebetiyle kendinden geçmiş cemaatin, bu patlamalarla birlikte birden bire paniklemeleri çocukların hoşlarına giderdi.
Bugünde çocukların camilerde yaptıkları aynı sevimlilikleri görünce, bizim çocukluğumuzla günümüz çocuklarının camilerdeki davranışlarında fazla bir farklılık olmadığını görmekteyiz.
Kadayıf ve yumurtalı pide kuyruğundaki kavga ve dövüşler nispeten azalsa da trafikteki sabırsız davranışlar ve ilişkilerdeki agresif tutumlar devam etse de davul ve zurnanın içimizi coşturan sesine hasret kalıp, teneke sesli trampete mahkum edilsek de bir zamanlar sokaklarda yankılanan “İftariye horoz şekeri” sesini duymasak da Erzurum’da Ramazan bir başka güzeldir.
Bu münasebetle tüm İslam âleminin ve okuyucularımın Ramazan-ı Şerif’lerini tebrik eder, hep birlikte sağlıklı ve şuurlu bir Ramazan geçirmemizi Rabbimizden dilerim.