Polis ve hap

Evet, polis ve hap!

Ve bağlacı ile polisle hapı niye bağladığımı söyleyeceğim elbet.

Önce hap.

1980 öncesi İzmir'de camilerde verdiği vaazlarla Stalin ve Lenin'in düzenindeki adaletsizliği anlatırken Marx'ın teorilerini yerden yere vurarak, arada bir de ağlayarak kürsüden ekonomi dersi veren muhteremin şimdiki konuşmalarını yayınlayan radyoyu dinlerken, reklamlarda adı geçen bir ürünün tanıtımını duyduğumda gerçekten şaşırdım.

Elbette ürünün adını tam olarak vermeyeceğim; ama bu bir hap. (İlgilenmediğim için manevi bir şeyi kastediyorsa onu bilemem; ama benim reklamdan anladığım budur.)

Bu hapın güzelliğini bilmiyorum, ancak özelliğini söyleyeyim.

Bu hapı sahurda yutan, iftar vaktine dek ne açlık ne de susuzluk hissediyormuş.

Yani nefsinizin kontrolünü imanınıza değil, bir kimyasala emanet ediyorsunuz.

Oysa bize öğretilen ve aklımızın yattığı şey şudur. Oruç, nefsi terbiye etmek, inancınıza ve de imanınıza dayanarak Yaradan için sabretmektir.

Oruç tutan biri açlık, susuzluk ve bedeninin diğer ihtiyaçlarını şiddetli bir şekilde hissetmez ve buna direnmez ise, o orucun anlamını biri çıkıp açıklamalıdır.

İbadette pratik çözüm.

Hapı yut, orucu tut!

Canınız ne su ister ne de yemek.

 Bu şu demek!.. Amaç, bir şey yememek ve içmemektir. Oruç ibadeti bu kadar basittir!

Oruçluyken biri size hakaret ediyorsa, sabredeceksiniz, karşılık vermeyeceksiniz. Biz bunu da böyle biliyoruz. Belki bunun da çaresi bulunur!.. Bir bakmışsınız, oruçluyken kullanacağınız kulak tıkaçları da piyasaya sürülmüş ve yirmi dört saat ilahi ve dini yayın yapan bir yayın organında reklamı yapılıyor!.. "Tık kulak tıkaçlarıyla kötü söz duymazsınız; böylece sabrınız sınanmaz!" Falan filan...

İbadetin gerçek manasından uzaklaştıkça ilerde namaz için de bir çözüm bulunur bu gidişle.

Mesela şöyle, "Niyaz namaz robotları hizmetinizde, vakit sektirmeden sizin yerinize beş vakit namazınızı kılar; ayrıca kaza namazları için de minik robotomuz hediye!"

İster inananlardan olun, ister inanmayanlardan; ama insan olan ürperiyor değil mi!

Dini siyasete ve ticarete alet edenler, dinin gereği olan ibadeti de paraya çevirirlerse buna şaşmamak gerek!

Yok artık, o kadar da değil, demeyin!..  Bekleyin bakalım, insan yaşadıkça ve paraya ve erke taptıkça daha neler göreceğiz.

Gelelim polise!

Diyelim ki iktidar milletvekillerinden bir zat-ı muhteremin mahdumusunuz. Arabanızı Emniyet Müdürlüğü'nün önüne ve asla sivil araçların park edilmeyeceği bir yere bırakmak için arabanızdan inmektesiniz. Tam o sırada görevli polis gelip size bunun yasak olduğunu söylese. Aldığı cevap da şu olsa. "Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" 

Başka bir polisi karıştırmayalım. Diyelim ki o polis de ben olsam. Önce demesem de aklımdan geçeni söyleyeyim. "Evet, senin kim olduğunu biliyorum; ama sen senin kim olduğunu bilmiyorsun!"

Elbette bunu bir vekilin mahdumuna söylemek için ne maçamız ne de façamız müsait!

O yüzden gayet nazik bir şekilde desem ki; "Evet beyefendi sizin kim olduğunuzu biliyorum, ama buraya sivil aracın park etmesi yasak, lütfen saygı gösterin!"

Aldırmasa ve yürüse!

"Durun," desem, durmasa; "yapmayın," desem, yapsa; koşsam peşinden hafifçe tutsam kolundan ve o muhterem de benim kolumu sertçe itse!

Sinirlerim gerilse, keçilerim tepemde tepinse ve şöyle düşünsem; "oğlum Ömer, sen devletin resmi elbisesini taşıyorsun, yani devlet denilen çarkın ufak da olsa bir parçasısın; kendime değil, taşıdığım elbiseye yapılıyor bu saygısızlık," desem ve karşılık versem!..

Eee vermek kolay da sonrası zor!

Görev yaptığım binanın bir odasında on arkadaşımla birlikte duvarın karşısına teşhis için dizilsek.

Karşımızda da vekilin biricik oğlu, tek tek gözlerimize baksa, taa gözlerimizin içine. Kimimiz boş boş tavana baksak, kimimiz de suçluymuş gibi başını önüne eğse ve benim gözlerimden iki damla yaş akarken şunları düşünsem ayıp mı!

"Ulan Ömer, meslektaşlarım üzerindeki elbise devleti temsil ettiği için kurşun yer, bombalanır! Yani beni ya da arkadaşımı kurşunlayan terörist beni ben olduğum için öldürmüyor ki!.. Üzerimizdeki elbise için öldürüyor, devleti temsil ettiğimiz için sıkıyor kurşunu. Peki, bu elbise beni ve meslektaşlarımı ölüme götürüyorsa, bu elbise hiç mi saygıyı hak etmiyor!.."

Evet, ediyor!.. Ne yazık ki çok az da olsa bu saygıyı göstermeyenler var!..

Milletvekili dokunulmazlığı da var elbet. Ama bu sadece vekil için değil mi!

Yoksa, vekilin kayınçosu, baldızı, bacanağı, oğlu, kayınpederi , baldızının görümcesi falan da mı bu dokunulmazlığa sahip!

Elbette kendini bilmeyen ve haksız ve de orantısız güç kullanan polisler de var; ama bu denizde bir damladan fazla değil.  Söyler misiniz, hangi polis kendi halinde yolda yürüyen bir adama tekme tokat saldırdı! Hangi polis durduk yere bir vatandaşa zor kullandı?

Öyle olaylar oluyor ki, polis zıvanadan çıkıyor!.. Ve kendini kontrol edemez duruma da gelebiliyor. O yüzden polisler için de bir hap gerekli. Kendini bilmez biriyle karşı karşıya mı geldi, hemen bir hap göndermeli  ağzından aşağı. Açlığa ve susuzluğa faydası olmasa da sinirleri gevşetmeli!

Bu arada biber gazını unutmuş değilim. Bu gazı da başka yazıda anacağız!

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.
  • Erzurumlu Adam 01 Ocak 1970 02:00

    Bravo ömer bey okumaya doyamadık yazınızı,elinize yüreğinize sağlık

  • FATİHK 01 Ocak 1970 02:00

    ÖMER NAZMİ HOCAM ELLERİNİZE SAĞLIK...

  • melih 01 Ocak 1970 02:00

    Hocam bir sivaslı olarak yazınızı dikkatle okudum çok haklısınız ellerinize sağlık Gardaş kelimesinin en anlamlı söylendiği yerde Gardaşlarımızın yanmasına göz yumduk bir sünni olarak kınıyorum ama bende anlam veremiyorum.