Bundan önceki yazımı, “En iyisi suya sabuna dokunmamak,” diyerek bitirmiştim.
Bu beş kelimelik deyimi gerçek anlamıyla düşünen on yaşındaki yeğenim telefonda şunu sordu;
“Pis mi kalacaksın?”
İster gerçek anlamıyla düşünülsün, isterse taşıdığı gizli yüküyle değerlendirilsin; bir kez daha anladım ki bu söz öbeği her iki durumda da pis kalmayı anlatıyor.
Ve sessiz kalmak!
Pis ve sessiz!..
“Sokrates herkesin işine burnunu sokan bir suçludur, yerin altındaki ve gökteki şeyleri araştırır, zayıf mantıksal çıkarımları güçlü kılar… Ve insanları düşünmeye zorlar…”
Sokrates’in suçlanması kısaca yukarıdaki cümleleri içermektedir.
Sokrates savunmasını yaptıktan sonra suçlu bulunur.
Mantık şudur; insanlar her şeyi kendilerine sunulduğu gibi kabul etmelidir.
Yani, doğru gibi sunulan yanlışlar doğru olarak; yanlış olarak sunulan doğrular ise yanlış olarak kabul görmelidir!
M.Ö 399 yılında Atina şehir hapisanesindeki hücresinde kendisine ikrâm edilecek zehri beklerken, dostu Krito gelir ve Sokrates’e kaçmasını önerir; hatta gerekli kişilere gerektiği kadar rüşvetin de hazır olduğunu bildirir.
Sokrates ise sevgili dostuna şunu söyler;
“İnsan doğru kabul ettiği şeyi mi yapmalıdır, yoksa doğruya inat ihanet mi etmelidir?”
Sokrates’e göre kendisine verilen ölüm cezası yanlış olabilir; ancak, kendisi için verilen bu karardan kaçmak da aynı şekilde yanlış olacaktır.
Ve sunulan ölümü içer!
Eğer şu an bir hapisanede olsaydım ve orada yaşanan insanlık dışı koşulları yazarak dışarı ulaştıramasaydım, mutlaka kendi kendime söylenerek yanlış olan şeyleri kendime anlatırdım. Bunu kimse bilmese de ben bana bildirerek insan olduğumu unutmamaya çalışırdım.
Ama bir genelevde çaycı olsaydım, oradaki davranış ve yaşam biçimi ne kadar olumsuz olursa olsun zamanla o düzeni benim de kanıksama olasılığım çok fazla olurdu.
İki varsayımın birincisinde, yani hapishanede bir hükümlüysem, erkin ve buyuranın tarafında olmadığım için, yanlışları görerek hiç değilse kendime söylemekten geri kalmayacağım aşikâr bir tavır; ama genelevde bir çaycıysam ve yanlış olan o biçimden çıkarım varsa, doğruları düşünmekten günbegün uzaklaşıp, yanlışların o kadar da yanlış olmadığını, hatta doğru bir tarz olduğunu savunma ihtimalim hiç de az değil!
Oysa, doğru her yerde ‘doğru’, yanlış da her yerde ‘yanlış’ değil midir?
Her zaman Yaradan’ın Elçi’sini dillerinden düşürmeyenler acaba şunu hiç düşünmediler mi?
Peygamberimiz de ticaretle uğraşıyordu; ama mescidin yanına yöresine bir ticarethane açılmasına müsaade edilmedi. (En azından böyle bir bilgi bugün yok)
Oyasa bugün her ibadethanenin altında ticarethane bulunmakta, diye eleştirmek isterken birden aklıma Kabe’nin etrafında yükselen lüks oteller geldi!
Ve bunu normal gören ulemaların yanında bizim gibi ukelaların sözü olamaz!
Fakat şunu da düşünmekten edemiyor insan!
Dünyada veya benim ülkemde veya benim şehrimde siyaset yapanların gücü ellerine geçirdiklerinden sonra servetlerinde ne kadar artış olmuştur!
Neyse, bunları geçelim ve diyelim ki!
Hz. Ömer’in adaletinden bahsedenler, keşke o adaletin zerresini taşısalar; Hz. Hamza’nın kılıcından bahsedenler, keşke zalimlere kalkan o kılıcın bir parçası kadar keskin olsalar!
Belki de bizim bildiğimiz doğrular yanlış, yanlışlar da doğrudur bu hayatta.
Herşey sunulduğu gibidir!.. Gerçeği aramak için ne düşünmeye, ne de sorgulamaya gerek vardır!
Ve amaca giden her yol mübahtır!
Eğer Sokrates dostu olan Krito’nun sözünü dinleyerek hapishaneden rüşvet vererek kaçsaydı, kimse demese de ben derdim.
Vay ikiyüzlü pezevenk!..