Pavlov'un köpekleri...

Ergun Hiçyılmaz, "...vakti saati geldiğinde cellatları da asarlar" demişti. Ayniyle vaki... Tıpkı tarihin tekerrür etmesi gibi.Malum, Pavlov'un köpeği için zil sesi nasıl ki "et" anlamına geliyorduysa, avcının köpeği için de her av, yeni bir "ziyafet" demekti.
Pavlov, güya bir bilim adayımdı. Ama tüm deneylerini hayvanlara eziyet etme üzerine yaptığı için aslında bilim adamından daha çok acımasız bir cellata benziyordu.
Avcı köpeği ise bir hayvandır. Ama o diğer köpeklerden farklı olarak sırf efendisi "aferin" desin diye, acımasız bir canavara dönüşebiliyor.
Yavru bir bıldırcının yuvasını da ihbar eder, yaralı bir kekliğin yakalanmasını da sağlar. Yeter ki,  efendisi memnun olsun.
Sonuçta ikisi de köpek...
İlki bir lokma et için Pavlov'un oyuncağı olmuş, öteki de efendisinin iltifatı uğruna zalimlerin zalimi...
Aynı şey insanlar için de geçerli değil mi?
Şu kısacık dünya hayatında bile kimilerimiz bir dilim et uğruna nice şarlatanlıklara, kimilerimiz de kuru bir aferin için türlü türlü zalimliklere peşinen evet demiyor muyuz?
Dün ajanslar flaş haber olarak geçti: Bir kaç yıl öncesine kadar en büyük idam sehpalarını kurduran ve adından söz edilirken hemen herkesin saygıyla eğildiği bir av köpeği gözaltına alınmış!
Şaşırmadım...
Çünkü her cellat gibi er ya da geç o da darağacıyla hesaplaşacaktı.
Köpek olmanın sonunda zafer yoktur.
İster Pavlov'un köpeği, isterse av köpeği ol...
Farketmez. Çünkü tarihi tecrübeyle sabittir ki:
Kaybedenler hep köpeklerdir.
Dün de öyle oldu.
Ensesi kalın avcıların doğaya saldıkları ve de "haydi yakala" dedikleri o köpek, bu kez bavul dolusu körpe ördekle geri dönemedi. Çünkü bu sefer bizzat kendisi o bavulun içindeydi.
Artık zil çalıp et veren Pavlov da yoktu, kendisine "aferin" diyen ensesi kalın efendisi de...
Savunmasızdı, çaresizdi... Sanki de sokak başında ölüme terkedilmiş zavallı bir köpek yavrusu gibiydi.
Gözlerine korku hakimdi, yüzüne ölüm sessizliği çökmüştü...
Belki de ilk kez  o an fark etmişti, köpek olmanın böyle bir sona mahkum olunacağını...
Analar ağlamıştı, gencecik eşler körpe çocuklarını zifiri karanlıkta babasız emzirmişti...
Niceleri intiharda bulmuştu uğradıkları haksızlığa isyanın adresini...
Tam da Bahtiyar Vahapzade'nin dediği gibi zulme gebeydi geceler...
Aslanın fareye boğdurulduğu alçak bir arenaydı o...
Evlatlar başları yerde, yarınlara küskün yürümüştü...
Ama bizim avcı köpeği yılmamıştı: İftiraları bavul bavul taşımıştı, tabut tabut evlere figan salmıştı.
O gün için kahramandı! Efendisinden her seferinde "aferin" alan zalim bir av köpeğiydi çünkü...
Yaşasaydı eğer Pavlov bile bu kadarına "dur" derdi...
Büyüklerimiz bize şöyle bir ilke ezberletmişlerdi:
Eğer bir haberi sen arayıp bulmuyorsan ve o haber senin masanın üstüne geliyorsa, ondan uzak dur. Çünkü ne o haber haberdir, ne de sen gazetecisindir. Dün televizyonda gördüm; bir zamanların en azılı, en acımasız, en vahşi olan o avcı köpeği çaresizdi, mahpustu, yenilmişti, bitkindi ve de kandırılmıştı...
Ama köpekti...
Ne zil çaldığında kendisine verilecek bir parça et, ne de efendisinden yaralı bir ördeği getirmesi için söylenecek "aferin" sözcüğü yoktu.
Mağlup bir köpek acizliğindeydi.
Artık havlasa da kimsecikler sesini duymuyordu.
Çünkü hainliğin ve de ihanetin sonu buydu....
Sadece köpek olarak kalsaydı o da bi şeydi; ama o köpek olarak kalmayı dahi beceremedi...
"Avcı köpeklerini sevmem" diye, kimbilir kaç kez yazmışımdır; haydi siz söyleyin haksız mıyım?
Pavlov'un köpekleri bile bu avcı köpeği karşısında daha seviyeli değil midir?
Türkiye bugün paralel yapıya dair çok önemli mesafe almış ve Tayyip Bey'in ifadesiyle paralel yapının inine girmiş bir ülkedir. Ancak Türkiye aynı zamanda öyle zengin ve öyle hoşgörülü bir ülke  ki, aynı anda çeşit çeşit köpekler enine de boyuna da koşup duruyor. Neyse ki hala bu ülkede köpek olmamak geçer akçe...
Yoksa o bavul dolusu malumattan sonra halimiz nice olurdu!
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.