MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Erzurum Milletvekili Oktay Öztürk, Suriye krizi, terörle mücadele ve Türkiye'nin güvenliği hususlarında parti il binasında düzenlediği basın toplantısıyla açıklamalarda bulundu.
Erzurumajans-MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Erzurum Milletvekili Oktay Öztürk, Suriye
krizi, terörle mücadele ve Türkiye'nin güvenliği hususlarında parti il
binasında düzenlediği basın toplantısıyla açıklamalarda bulundu.
Suriye'nin kuzeyinde meydana gelen gelişmelerin kamuoyunda endişe ve
merakla takip edildiğini ifade eden Öztürk, "Esad'ın faaliyetlerine göz
yumduğu PKK-PYD ikilisi, sınırlarımızın hemen ötesinde Türkiye'nin
güvenliğini ve çıkarlarını yakından ilgilendiren girişimlerde
bulunmaktadır. AKP hükümetinin verdiği siyasi güvence ve Türk ordusunun
kışlasına çekilmesi operasyonundan sonra manevra kabiliyeti artan PKK,
silahlı güçlerinin önemli bir kısmını Suriye'nin kuzeyine kaydırmıştır.
Bölücü örgütün gayesi, burada özerk bir Kürt devleti ilan edilmesidir.
Böylece Türkiye, Suriye, Irak ve İran'dan toprak parçası koparılarak
kurulması planlanan sözde birleşik Kürdistan'ın ikinci aşaması
tamamlanmış olacaktır. Suriye'nin kuzeyindeki oldubitti, doğrudan
Türkiye'nin güvenliğine ve bütünlüğüne yönelmiş bir tehdittir. Bu
tehdide Suriye Lideri Esad tarafından göz yumulmaktadır. Kendince Suriye
yönetimine ayar ve rejimine nizam verdiğini sanan Başbakan Erdoğan ise,bu ülkedeki kanlı iç savaşı kızıştırmaktan öteye gitmeyen bir siyasi
tutum içindedir. Hâlbuki Türkiye tek başına Suriye üzerinde etkili
olabilecek, bu ülkede rejimi ve yönetimi değiştirecek güçten yoksundur.
2003'ten sonra Irak'ta meydana gelen olaylar, İsrail'in Mavi Marmara
Baskını, Türkiye'de hükümetin orduyu hedef alan politikaları ve PKK
terörü karşısındaki teslimiyetçilik, Türkiye'nin bölgedeki çıkarlarının
önemli bir parçası olan Irak ve Suriye Türkmenlerinin haklarının göz
ardı edilmesi gibi hususlar, Türkiye'nin bölgesindeki caydırıcılığına
darbe vurmuştur. Mülteciler krizi yanında son olarak Reyhanlı'da meydana
gelen ve 53 vatandaşımızın ölümüne yol açan patlamalar, Türkiye'nin
güneyinde huzur ve asayişe darbe vurmuştur." diye konuştu.
Yaşanan
gelişmelerin Türkiye'nin bölgesindeki caydırıcılığına ve müessiriyetine
de zarar verdiğini belirten MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Erzurum
Milletvekili Oktay Öztürk, "Son olarak PKK-PYD ile Özgür Suriye Ordusu
arasında vuku bulan çatışmalar yüzünden Türkiye tarafında meydana gelen
ölüm ve yaralanmalar da bu tablonun üzerine tüy dikmiştir. Hükümet,
Suriye sınırının uzunluğundan şikâyet ederek Türkiye'nin içine
yuvarlandığı güvenlik açmazına mazeret aramakta, sınır güvenliğini
sağlamanın kolay olmadığını savunmaktadır. Oysa Suriye sınırı 1921
Ankara İtirafnamesinin kabul edilişinden bu yana hiç değişmemiştir.
Türkiye, aynı sınırları korumak için AKP iktidarından evvel daha ciddi
ve caydırıcı politikalar üretmiştir. AKP iktidarı Türkiye'yi hem
bölgesel, hem de küresel aktör olarak göstermeye çalışırken, asıl
aktörler kendi aralarında sorunu masaya yatırmışlardır. Suriye
konusundaki pazarlık ve anlaşmalar, ABD ve Rusya arasında sürdürülmekte,Türkiye devre dışı bırakılmaktadır. Üstelik Reyhanlı'da meydana gelen
olayla ilgili Rusya ABD ve Türkiye'yi üstü kapalı bir şekilde suçlamış,
ilçedeki korkunç patlamaları, Suriye konusunda düzenlenecek uluslararası
konferansı engelleme girişimi olarak nitelendirmiştir. Güvenliğimizin
bulanıklaştırılması ve sınırlarımızın istikrarsızlaştırılması,
uluslararası aktörlerin stratejilerinin bir parçasıdır. "Sınırın
bulanıklaştırılması" ifadesi Uluslararası Kriz Grubu'nun son raporunun
başlığında yer almıştır. Ankara'nın Suriye politikası güvenlik üretmek
yerine, terör ithal etmekte, istikrarsızlık üretmektedir. Bunun mukadder
sonuçlarına da sınıra yakın bölgelerde yaşayan halk çekmektedir. AKP
hükümeti ülke sınırlarının ve halkının güvenliğini ön planda tutan bir
Suriye politikasına dönmek zorundadır. Terörist eylemleri kevgire dönmüş
sınırlarımızdan içeri sokan mevcut dış politika anlayışını değiştirmek,kendi vatandaşlarının güvenliğini gözeten, bölgede barış ve istikrara
katkıda bulunacak bir millî güvenlik politikası takip etmek zorundadır.
NATO'dan kopmaması için "Batı kolektif güvenlik sistemi" içinde
gösterilmeye çalışılan Türkiye'nin bugün organizasyondaki etkisi artık
oldukça zayıflamıştır. Küreselleşme adı altında ortaya çıkan yenidünya
düzeni karşısında, Türkiye'nin millî güvenlik öncelikleri değişmiştir.
Kabul edilmek istenmese de Türkiye aynı şemsiye altında olduğunu sandığı
küresel güçlerin tehdidi altındadır. NATO üyesi bir ülke olmasına
rağmen Türkiye uzun yıllardan beri bazı NATO üyesi ülkelerce desteklenen
terörist saldırıların hedefinde tutulmaktadır. Çünkü bu ülkelerle
Türkiye'nin bölgesel ve küresel çıkarları çatışmaktadır. Sınırlarındaki
en küçük istikrarsızlık, Türkiye'yi doğrudan tehdide maruz bırakmakta,
NATO şemsiyesi altında Türkiye'nin lehine sağlam bir güvence imkânı
bulunmamaktadır. NATO füzesi Patriotların Türk topraklarına
yerleştirilmesi ise sembolik ve uyutmaya yönelik bir adımdır.
Türkiye'nin gözleri boyanmakta, bağlanmaktadır. Soğuk savaş döneminin
bitmesinden sonra NATO üyeliğinden kaynaklanan güvenlik ve savunma
yaklaşımının hiçbir reel değeri kalmamıştır." şeklinde konuştu. Türkiye'nin sanıldığı gibi NATO'da söz sahibi de olmadığını ileri süren Öztürk, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Bunun böyle olmadığı, NATO güçlerinin küresel birer eşkıya gibi
Libya'nın tepesine binmesi sırasında yaşanmış, Türkiye'nin hiçbir
itirazı ciddiye alınmamıştır. Bu hâliyle Türkiye'nin özellikle Suriye ve
Irak gibi terör ihraç eden ülkelerle olan sınırlarını koruması, halkın
güvenliğini temin edecek bir savunma şemsiyesi oluşturması mümkün
görünmemektedir. O bakımdan artık Türkiye'nin soğuk savaş döneminden
kalma savunma ve güvenlik anlayışını terk etme zamanı gelmiştir.
Türkiye, kendine mevcut bölgesel konjonktüre ve küresel gelişmelere
uygun yeni bir millî savunma ve güvenlik konsepti tayin etmek
zorundadır. Topraklarımızın ve insanımızın emniyetini sağlamak için
Türkiye kendine yeni bir yol, yeni bir strateji çizmelidir. Bu çerçevede
NATO ile ilişkilerden AB üyeliğine, ordu birliklerinin
konuşlanmasından, sınır karakollarının yeniden tanzimine, terörle
mücadele anlayışından ve tehdit algısından diplomatik geleneklere kadar
birçok konunun acilen yeni bir konsept doğrultusunda ele alınması
elzemdir."