Kısa bir yolculuktan sonra Kubbetül İslam ve Buhara-i Şerif denilen Buhara'ya geldik.
Buhara'daki butik otelimiz şehrin merkezindeydi,İki katlıydı ve oldukça sevimliydi. Otelde biraz istirahat ettikten sonra rehberimiz Mansur bizi kendi mahallesinde olan bir Özbek evinde yemeğe götürdü.
Otel ile gideceğimiz evin mesafesi kısa olduğundan yaya olarak mahallenin içerisinden geçip, güzel bir Özbek evine konuk olduk.
Ev de bizden başka yaşlı iki Japon turist, rehberleriyle birlikte yemek yiyorlardı. Daha önceden planladığımız üzere rehberimiz Mansur, yemeğe yöresel bir bayan sanatçı ve arkadaşlarını davet etmişti.
Eve gittiğimizde sanatçılar oradaydılar.
Servisi Evin hanımı ve sevimli bir erkek çocuğu yapıyordu,yemekler yöreseldi. Şarkıcı Saadet hanım uzun boylu esmer bir hanımefendiydi, yanında kızı ile kendisine eşlik edecek iki erkek müzisyen vardı.
Saadet hanım ,muhteşem sesiyle Özbekçe ve Farsça şarkılar söyledi ve "Sen gelmez oldun" isimli Türçe şarkı ile gönlümüzü hoş etti.
Unutulmaz bir gece geçirdikten sonra otelimize geri geldik. Otelimizin yanında bir park vardı etrafında ise işyerleri mevcuttu. Ben rahatsızlığımdan dolayı kendimi odaya atarken, kafilenin bir kısmı parkta gezmeyi tercih ettiler.
Sabah kendimi daha iyi hissederek uyandım, kahvaltımı yaptıktan sonra akşam gidemediğim parkı görmek ilk işim oldu.
Parkın ortasında fıskiyeli güzel bir havuz vardı.
Hoca Nasrettin'in eşek üstünde heykeli parkta en fazla ilgi gören yerdi. Bu heykel de hoca, eşeğe düz binmişti.
Kafile araca bindiğinde, bende park gezimi bitirmiş, fotoğraflarımı çekmiştim.
Aracımız hareket edince rehberimiz ilk önce Seyit Emir Külal hazretlerine gideceğimizi söyledi ve Emir Külal Hazretleri hakkında bilgiler vermeye başladı. Sait Hoca,Sadi Hocanın hazırladığı bilgi notlarını okuyunca da Emir Külal Hazretleri hakkında epece bir bilgi edinmiş olduk.
Buharaya çok yakın mesafedeki "Suhari" köyünde doğan Emir Külali Hazretleri, yine burada vefat etmiş.
Çömlekçilikle uğraştığı için kendisine çömlekçi manasına gelen "Külal" denilmiş. Seyit olan Emir Külal, Silsileyi Aliyen'nin on dördüncü halkasıymış. Gençliğinde güreşe meraklı olan Emir Külali, bir gün güreş tutarken orada bulunan birisi nasıl olurda peygamber soyundan gelen biri böyle işlerle vakit geçirir diye aklından geçirmiş.
Ne olmuşsa, bu adamı uyku basmış ve kendisini derin bir bataklığın içerisinde bulmuş.
Adam bataklıkta çırpınırken Emir Külal Hazretleri bir anda karşısına gelmiş ve kollarını uzatarak adamı bataklıktan çıkarmış.
Adam rüyadan uyanınca, Emir Külal Hazretleri ona "Bizim pehlivanlığımız bataklığa düşenleri kolundan tutup çıkarmaktır" demiş.
Şahi Nakşibendi Hazretlerinin Hocası olan Emir Külal'ın türbesine giderken güzel bir bahçeden geçtik.
Bu külliye içerisinde güzel bir şadırvan ve mescit bulunuyordu. Tüm seyahatimiz sırasında Özbekistan Devletinin büyük zatlara ve tarihi eserlere olan ilgisini hemen hemen her yerde gördük.
Muazzam bahçeler ,harika işçiliklerin kullanıldığı türbeler,mezarlar ,külliyeler ve camiler gerçekten çok bakımlıydılar ve çok titizlikle korunmaktaydılar. Özbekistan, laik bir ülke.
Tarikat,cemaat ve dini akımlara sıcak bakmıyorlar. Ezan sesi hiç duyulmuyor,ezan caminin avlusunda çıplak sesle okunuyor.
Emir Külalı Hazretlerinin ziyaretinden sonra "Yolcu yolda gerek" diyip, aracımıza bindik ve rehberimizin tanıdığı bir Özbek evine, kısa süreli misafir olduk. Evin çok güzel bir bahçesi vardı,asmaların üstündeki üzümler torbalara sarılmıştı ve görüntüleri müthişdi.
Çiçek tohumu aldığımız bu evin "Sevinç" isimli çok sevimli bir çocuğu vardı. Bu arada evin erkeği, adetleri gereği kopardığı çiçekleri kafilemizdeki hanımlara tek tek hediye etti.
Bu sevimli Özbek aileden ayrıldıktan sonra Şahi Nakşibendi hazretlerinin mezarının bulunduğu külliye'ye gittik.
Etrafı ağaçlarla bezenmiş harika bir yoldan yürüyüp ,kemerli bir kapıdan içeri girdik.
Giriş yaptığımız bu kısım külliyenin arka tarafıydı, yani ana kapı değildi. Biraz yürüdükten sonra önümüze içerisinde ördeklerin yüzdüğü güzel bir havuz çıktı.
Sağ tarafta asırlık bir ağaç yan yatmış duruyordu ve üzerinde dilek tutanların bağladığı bezler ve atmış oldukları paralar vardı.
Bazı insanlarda bu ağacın altından geçmeye çalışıyorlardı.
Kutsal sayılan bu ağaçta fotoğraf çektirdik ve oradan içeriye doğru yürüdük. Sağ tarafta müze,sol tarafta ise bir minare ve çeşme bulunuyordu Ücreti mukabilinde girdiğim müze çok etkileyiciydi ,içeride tarikata ait tesbihler,mutfak gereçleri,tarım aletleri,tarikat giysileri,musiki aletleri ve Kuran-ı Kerim vardı.
Şah-ı Nakşibendi Hazretlerinin mezarını gördüğümüzde sevinç ve heyecan karışımı bir duygu içerisindeydik, işin doğrusu bayağı etkilenmiştik.
Beyaz mermerden yapılmış mezar taşının ön tarafında ulu bir çınar vardı ve çınarın etrafında daire şeklinde üstünde minderler olan oturma yeri bulunmaktaydı.
Gelen ziyaretçiler burada oturp dualarını ediyorlardı.
"El'in kârda,Gönlün Allah'la olsun" diyen Nakşibendiliğin kurucusu Şah-ı Nakşibendi hazretleri 1318 yılında Hinduvan'da doğmuş, burası daha sonra Kasr-ı Arifan (Arifler Köşkü) olarak isimlendirilmiştir.
Nakşibendilik,nakış yapan manasında olup, felsefesi; kalbe, zikri nakşetmektir. Manevi terbiye yollarının en önemlisi olan Nakşibendilikte esas, Zahirde halk ile,batında ise Hak ile olmaktır.
Nakşibendiliğin temel düşüncesi, Kuran ve Sünnet ışığında dini anlama ve yaşama olmuştur.
İslam coğrafyasında çok yaygın olan Nakşibendiliğin bir çok kolu olduğu bilinmektedir.
Ziyaretimiz esnasında Sadi hocamız,bu kolları bir bir sayarken Avusturalya'da meçhul bir trafik kazasında rahmetli olan Prof.Dr.Esat Coşan Hoca Efendiyi de hayırla yad ettik.
1318 yılında Hakka kavuşan Şah-ı Nakşibendi efendi hazretlerinin mezarı başında dualarımızı yapıp, tekrar gelmek arzusu ve aldığımız manevi haz ile buradan ayrıdık ve külliyenin ana kapısından dışarı çıktık.