Otelimizin karşısında tiyatro binası vardı, bu yapı oldukça sağlam bir yapıymış,öyle ki; 1966 depreminde dahi zarar görmemiş.
Taşkent pilavı yemek için rehberimiz öncülüğünde bir lokantaya gidip ilk intibaları aramızda konuşmaya başladık.
Lokantanın bahçe kısmında iki tandır bulunuyordu, bu tandırlarda Özbeklerin "Samsa" isimli yemekleri pişiriliyordu.
Samsa;içi ,et ve soğanla doldurulmuş hamurun tandırda pişirilmesiyle yapılıyordu.
Taşkent pilavı özel bir pirinçten yapılıyormuş ve bu pirince "lazer" deniliyormuş,her şehrin pilavı da ayrı özellikteymiş.
Özbekler, adetleri gereği yemekten önce misafirlerine ekmek ve çay ikram ediyorlar.
Porselen demlik'le gelen çay, genellikle yeşil çay oluyordu ve çay kaselerde içiliyordu.
Burada ekmeğe "Nan" deniliyordu ve ekmekler oldukça lezzetliydi.
Yemek esnasında Karpuz'a Tarpuz,Kavun'a ise Gavun denildiğini öğrenmiş olduk.
Lokantanın karşı tarafında, beyaz renkli kongre binası ve yeşil kubbeli Timur devlet müzesi görülüyordu.
Yemekten sonra ziyaret edeceğimiz yerlere gitmek için yola çıktık.
1903 yılında ilk tramvayın çalıştığı ,oldukça geniş ve bakımlı olan Ali Şir Nevai caddesinden ve
Anhor kanalından geçip , eski Taşkent'e doğru yol alırken solda bağımsızlık meydanını gördük.
"Şaş" Arapça Taşkent demekmiş,düşmanlarına karşı şehri taş gibi savunduklarından dolayı bu şehre "Taşkent" ismi verilmiş.
İlk olarak İslam fıkhı alimlerinden Ebu Bekir Kaffal Eş - Şaşi türbesine geldik, burası oldukça güzel ve bakımlıydı.
Kendisi iyi bir anahtarcı olduğundan dolayı "kaffal" ismini almış, zira kaffal anahtarcı demekmiş.
Şaş şehrinde doğan Ebubekir Kaffali bu sebepten dolayı "Şaş" ismini de almış.
Türbede ağaç oymacılığı her yerde kendini gösteriyordu, kapılar dantel gibi işlenmişti,türbenin bir kenarında ise boyu oldukça uzun olan bir ağacın üzerinde Tuğ bulunuyordu.
Daha sonraki ziyaretlerimizde bu tuğları sıkça gördük,Kadın ve erkekler için tuğlar farklılık gösteriyordu.
Dualarımızı yaptıktan sonra Barakan medresesine gittik.
Bu medrese Sovyet Rusya döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı olarak kullanılmış şu an içerisinde el işçiliği ile sanatlarını icra eden esnafla dolu,mimarisi ile diğer Özbek eserlerinin bir benzeri konumunda.
Burada biraz hediyelik eşya dükkanlarına dağıldık ve bütçemize uygun hediyelik eşyalardan aldık.
İşçilikler göz kamaştırıcı olsa da fiyatları biraz pahalı bulduk.
Buradan ayrıldıktan sonra Hz. Osman'ın el yazması Kuran-ı Keriminin olduğu Medresey-i Müy'e (Mübarek Medrese) geldik.
16 yy'da yapılmış bu medresenin kubbesinin harcında, Efendimizin sakalı şerifleri bulunuyormuş.
2000 kitabın bulunduğu medrese şu anda müze ve kütüphane olarak kullanılıyor.
Medreseyi gezerken,dünya dillerinde yazılmış Kuran-ı Kerimlerin olduğu bir bölüme geldiğimizde Prof.Dr.Sadi Çöğenli hocanın isminin bulunduğu Kuran-ı Kerimi gördük ve bayağı gururlandık.
Bizim medreseyi gezdiğimiz esnada meğer Sadi Hoca kendi isminin bulunduğu Kuran-ı Kerim'i eşi Hamiyet hanım'a gösteriyormuş.
Bu durum, aramızda şakalaşmaya neden oldu ve Hikmet Hocanın anlattığı fıkrayla günün favori esprisi oldu.
Adamın biri hanımının gözüne girmek istiyormuş ama bir türlü bu işi başaramıyormuş,düşünmüş taşınmış kendine bir yol bulmuş, demiş ki kuş gibi havada uçmayı öğrenirsem o zaman hanımın beğenisini kazanabilirim.
Başlamış idman yapmaya,hocalar tutmuş ve zahmetli bir çalışmadan sonra adam biraz uçmayı başarmış.
Adam, hanımının bulunduğu yerden birkaç defa uçarak geçmiş ve aşağı inip hanımına "Gördün mü beni ,nasıl uçuyordum" diyince, hanımı ;"yalpalayarak gelişinden senin olduğun anlamıştım" diye cevap vermiş.
Hikmet Hocanın anlattığı bu fıkra ile yol boyunca Sadi Hocaya takılıp durduk.
El yazımı Kuran-ı Kerim'i görünce bir hayli heyecanlandık ve etkilendik.
Bu nadide eser,oldukça büyüktü ve ceylan derisine yazılmıştı ,yazıları ise oldukça güzeldi
Timur,Bağdat'ı işgal ettiği zaman bu Kuran-ı Kerimi almış ve Özbekistan'a getirmiş.
Rus İşgalinde; Çar, Kuran-I Kerimi Sn.Petersburg'a götürmüş,devrimden sonra Kuran-ı Kerim Başkurdistan'a oradan da Lenin müzesine götürülmüş,nihayet 1989 yılında İslam Kerimof, Kuran-ı Kerim'i alarak Taşkent'e getirmiş.
Bu muhteşem Kuran-ı Kerim 338 sayfadan oluşuyormuş ve 13 sayfası kaybolmuş.
Çar .1905 yılında bu Kuran-I Kerim'in elli adet kopyasını yaptırmış.
Ziyaretimiz sırasında ,Sn. Rektörümüz Prof.Dr.Hikmet Hocamızın, Atatürk Üniversitesinin bastırmış olduğu 200 yıllık Kuranı- Kerimi bu müzeye hediye etmesi ile ziyaretimiz daha bir anlam kazandı.
Taşkent'te gittiğimiz yerlerden biride göz kamaştırıcı güzelliği ile hepimizi büyüleyen Hz.İmam camiydi.
Hz.İmam cami 53.mt yüksekliğinde iki minaresiyle bayağı güzel bir mimariye sahipti,caminin içinde 5000 kişi namaz kılabiliyormuş.
2007 yılında yapılan bu camide Cuma ve Bayram namazları kılınıyormuş, bizde caminin içerisinde vakit namazını kıldıktan sonra buradan ayrıldık.
Gezi esnasında, rastladığımız işyerlerinin levhalarını ve billboardlardaki yazıları okumaya gayret gösterince bir takım yanlış tercümelerden dolayı epeyce komik pozisyonlar yaşadık.
Aracımızı beklerken karşımızdaki işyerinin tabelasında "Oshgha Teklif Olmaz Marhamat" yazısını "Aşk'a teklif olmaz merhamet" diye okudum.
Bunu duyan Rehberimiz "Oshgha" kelimesinin aş veya pilav manasına geldiğini söyleyince bir hayli güldük.
İşin doğrusu ise " Aş'a teklif olmaz buyurun" şeklindeymiş.
Akşam vakti 30 km. uzaklıktaki Zengi Ata türbesine giderken yolda Limuzinlere rastladık.
Yeni evlenenlerin limuzinlere binip, Ali Şir Nevai parkına gitmeleri adettenmiş.
Aracımızla yol alırken trafiğin bir anda tıkanması üzerine araçların geri viteslerine takıp, geri gitmeleri görülmeğe değerdi.
Rusların yapmış olduğu geniş caddelerde ki çınar ağaçları ise güzel bir görünüm oluşturuyordu.
Özbekistan' da pamuk üretimi bir hayli fazla olduğundan Eylül ayın da öğrencilere,memurlara, pamuk toplamaları için izin veriliyormuş ve bu toplama işi zorunluymuş.
Bizde yolculuğumuz esnasında, pamuk toplamaya giden gençleri taşıyan otobüs konvoylarına sıkça rastlıyorduk.
Aracımızla seyir halindeyken geçen yıl açılan ve mimarisi oldukça farklı olan stadyumu gördük.
Yollarda Kavun ve karpuz satıcılarına da sıkça rastlıyorduk ve Sait hocanın sayesinde aldığımız bu lezzetli meyvelerin tadına bakmış oluyorduk.
Zengi Ata'ya geldiğimizde etraf inşaat halindeydi ve toz toprak içerisindeydi.
Ahmet Yesevi'nin Hocası, Arslan Babanın torunlarından olan Zengi Ata,esmer tenli olduğundan dolayı kendine Zengi Ata denilmiş.
Türbeden içeri girince bir bayanın yüksek sesle Kuran-I Kerim okuduğunu gördük ve o nu dinledik.
Özbekistan da türbe ziyaretine gelen kadın ve erkeklerin yüksek sesle Kuran Kerim okumalarına çok yerde şahit olduk.Zengi Ata ziyaretinin ardından Bağımsızlık meydanına gitmek üzere aracımıza geri döndük.
Bağımsızlık meydanı oldukça geniş bir alana yayılmış ve çok güzel tasarlanmış.İkinci dünya savaşında ölenlerin annelerini temsilen bir anne heykelinin önünde durduk, burada devamlı yanan bir ateş bulunuyordu ve heykelin ön tarafında " Sen Doim Qalbimizdasqn Jiqarım" yazıyordu.
Heykelin sağ tarafında ise beş yüz bin şehidin isimlerinin yazıldığı levhalar pirinç levhalar bulunuyordu.
Akşam karanlığında bu meydanı terk edince, çıkış tarafında zafer takı gibi bir yapı vardı ve üstünde Taşkent'in sembolü leylek heykelleri yer alıyordu.
Artık bir hayli yorulmuştuk bir an evvel yemek yiyip otelimize gitmek istiyorduk.
Gittiğimiz lokantada" Mastava" isimli bir çorba içtik ve lokantanın fırınında pişirilen sıcak ekmeklerden doyasıya yedik.
Lokantada büyükelçimizle karşılaşmamız ve tanışmamız ise günün finaliydi.
Otele gelince ilk işimiz bizim erzak bavuluna bakmak oldu, ketelere bir şey olmamıştı ama kurabiyeler tabir yerindeyse un ufak olmuşlardı.
Sait Hocanın aldığı Karpuz ve Kavunlar otel görevlisi tarafından getirilince, yorgunluğumuzun bir kısmını atıp sabah erken Semerkant'a gitmek üzere derin bir uykuya daldık.