Gençlik yıllarımızda, " Çırpınırdı Karadeniz bakıp Türk'ün bayrağına" şarkısıyla heyecanlanır,esaret altındaki Türk dünyasını hayal eder,demir perde arkasında kalan ata yurdun hasretiyle yanar tutuşurduk.
"Zaman,en iyi ilaçtır" sözü,ne kadar doğru bir tespittir
Köprülerin altından çok sular gelip geçti.
Ne Berlin duvarı kaldı, ne de demir perde.
Yıllar içerisinde,Türk dünyası birer birer özgürlüklerine kavuştu.
Bu sefer, hayallerimizin gerçekleşmesiyle birlikte, yeni bir heyecan dalgasına kapıldık ve ata yurdu görmek düşüncesi ile yanıp, tutuşur olduk.
Geçen yıl yaptığım, Kırgızistan ve Kazakistan gezisinde, bu özlemin bir kısmını gerçekleştirmiş olsam da, ilerleyen zaman içerisinde başka bir kardeş ülkeye gitmek isteğimi içimde hep saklı tutmuştum.
İşte bu beklenti içerisindeyken, Prof.Dr.Sait Keleş hoca'dan aldığım Özbekistan'a yapılacak kültür gezisi teklifi ile müthiş bir sevinç duyduğumu söyleyebilirim.
Gezi ye, Atatürk Üniversitesinin Değerli Rektörü Sn.Prof.Dr. Hikmet Koçak ile Rektör Yardımcıları Prof.Dr.Sadi Çöğenli ve Prof.Dr.Sait Keleş'in eşleriyle birlikte katılmaları, işin bir başka güzel tarafıydı.
Kültürel değerler hakkında ciddi birikimleri olan bu guruba dahil olmam,şahsi bütçelerimizle bu gezinin organize edilmesi, benim için iyi bir fırsattı.
Özbekistan, ülkemize yeşil pasaport dahil vize uyguladığından, vize konusunda biraz endişe yaşamış olsak ta Sait Keleş Hocanın Ankara'ya giderek bu işimizi çözmesi ile derin bir nefes aldık.
İstanbul Atatürk Hava limanından Taşkent'e doğru havalanırken keyfimiz tam yerindeydi.
Türkiye ve Özbekistan arasında iki saatlik bir fark olduğundan saatlerimizi iki saat ileri aldık, yaklaşık 5 saat süren bir yolculuktan sonra Taşkent havaalanına indik.
Özbekistan'a giriş biraz meşakkatliydi,uçakta verilen formları doldurduğumuz halde, aynı formdan bir nüsha daha doldurmamız istenince biraz zaman kaybetmiş olduk.
Bu verilen formlara; cebinizdeki parayı, taktığınız yüzük,bilezik vs. yazmak ve ülkeden çıkınca bu formu göstermek mecburiyetindesiniz.
Epeyce bir uğraşıdan sonra sıra bavul beklemeye geldi.
Eşimle birlikte iki bavul almıştık,bizim bavulların boyları kafiledeki diğer bavullardan büyüktü,bu yüzden bizim bavullar kafile de biraz espri konusu oldu.
Bavulların birinde kete,çörek,kurabiye olduğunu söylediğimizde kafilenin gözü bu bavulda kaldı.
Ben ve eşimden başka bavullarını bagaja veren olmadığı için endişeli bir şekilde bavullarımızı beklemeye başladık.
Bant, bavullardan dolayı tıkanmıştı,ortada tıkanan bandı açacak sorumlu yoktu,turistler üst üste binmiş bavulları düzelttiklerinde sistem biraz rahatlıyordu.
Sadi hocadan, Moğolistan da kaybolan ve bir hafta sonra gelen bavullarının hikayesini dinleyip,bu düzensizliği görünce,itiraf etmeliyim ki bavullardan ümidimizi kesmiştik.
Bu endişe içerisindeyken , bant üzerinde kırmızı kurdeleli bavulumuz göründü,bizde, yitiğini bulmuş biri gibi keyiflendik,hele arkasından kete,çörek bavulu gelince derin bir nefes aldık.
Bavulları alıp,Taşkent havaalanının dışına çıkınca, Özbek rehberimiz Mansur Buhara bizi muhabbetle karşıladı ve aracımıza götürdü.
Yeni tanıştığımız rehberimiz Mansur, esmer tenli,iri yarı,güzel Türkçe konuşan ,işini profesyonelce yapan bir Özbek'ti.
Otele varıncaya kadar Mansur bize Özbekistan hakkında kısa bilgiler verdi.
Bu konuşmada Özbekistan da 100 civarında milletin varlığından bahsetti ve Fergana vadisinde en çok Özbeklerin,Rusların,Taciklerin,Kırgızların,Kazakların ve Ahıskalıların bulunduğunu anlattı.
Özbekistan'ın 30 milyon nüfusa sahip olduğunu ve Taşkent'de üç milyon insan yaşadığını yine Mansur'dan öğrendik.
Taşkent Lotte Hotel'e geldiğimizde gün ışımıştı ve bir hayli yorulmuştuk.
Pasaportlarımızı resepsiyona verip ,otelde kaldığımızı gösterir bir belgeyi aldıktan sonra döviz bürosuna doğru yöneldik.
Kapıda "open" yazmasına rağmen ortalıkta kimse yoktu ,biraz oyalandıktan sonra tekrar büroya gittiğimizde veznede uyuklayan bir bayanla karşılaştık.
Bayanın bizi fark edip uyanmasıyla birlikte paralarımızı bozdurmaya başladık.
Büroda iki bayan görev yapıyordu, prosedür oldukça uzun ve sıkıcıydı.
Özbekistan parasına "Sum" deniliyor, bir dolar yaklaşık 2320 "Sum" yapıyor.
Verdiğimiz elli dolar karşılığında bir tomar para almamız, aramızda espriye sebep oldu.
Aldığı parayı ceplerine zor sığdıran Hikmet hoca'nın "Cebimiz ancak para gördü" demesi, günün en güzel esprisiydi.
Kahvaltımızı edip, birkaç saat dinlenmek ve Cuma namazına hazırlık yapmak için odalarımıza çekildik.
Cuma namazının vaktine yarım saat kala, lobide buluştuktan sonra,bizi bekleyen aracımıza binip camiye doğru yol alırken, etrafı dikkatli bir şekilde incelemeye başladık.
Yollar,diğer Sovyet şehirlerinde olduğu gibi çok geniş ve bakımlıydı,kaldırımlar ise neredeyse tören alayı geçebilecek kadar genişti .
Yeşil alanlar ise bir hayli fazlaydı.
Bilboardlarda " Qadır Qımmatım,Tayanchım va İftxarımsan Mustekıl Ozbekistan" şeklindeki
vatan sevgisini ifade eden sözler oldukça anlamlıydı ve gezi süresince bu yazıları sıkça görüyorduk.
Araçların gazla çalıştığını, Özbekistan' da benzin sıkıntısı olduğunu, normalde litresi bir dolar olan benzinin karaborsada iki dolardan satıldığını rehberimiz Mansur'dan öğrenince bir hayli şaşırdık.
Bağımsızlık caddesinden geçince, at üstündeki Timur heykelini ve sol tarafımızda meclis binasını görüp,camiye geliyoruz.
Geldiğimiz Cami mahalle camisi ve burada Novza ismiyle biliniyor.
Havanın güzelliğinden dolayı caminin dışına sergiler serilmiş, cemaatin büyük bir kısmı burada yani açık havada saf tutmuştu.
Biz caminin içerisini tercih edip, uygun saflarda yerimizi aldık
Mihrabın önünde bir kitabın sığabileceği genişlikte ve yaklaşık 1,5 m yüksekliğinde bir kürsü bulunuyordu ve imam bu kürsünün arkasından vaaz ediyordu
İmam'ın konuştuklarının bir kısmını anlayınca ,konunun "Dilencilik olduğunu" kolayca kavradık.
Cemaatin gençlerden oluşması gelecek için ümit verici bir durumdu.
Halıların üzerinde uzunca minder şeklinde sergiler bulunuyordu,Müezzin ise imamın arkasındaki saf da yer alıyordu.
Mihrabın sağ tarafında mihrap gibi bir içerisi oyuk bir kısım vardı, Minber oraya yerleştirilmiş ve birkaç basamaktan oluşuyordu.
İmam, Minbere geçtiğinde sol eline ağaçtan yapılmış bir asa aldı ve hutbeyi oldukça kısa tuttu.
Feyizli bir namaz kıldıktan sonra bu şirin camiden ayrılıp otelimize geri geldik.