Önceki gün canına kıyan Bayburt Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Gökhan Budak’ın, ölümü üzerindeki sis perdesi henüz aralanabilmiş değil. Hatta kendisini balkondan atmadan önce söylediği, “başaramadım” sözü, intiharı daha da esrarengiz kılıyor.
Dün, Gökhan Hoca’nın eşi ve yakınları savcılıkta verdikleri ifadelerde, sır perdesini aralayacak bir ipucu veremediler. Demek ki ölüm sabahına kadar, her şey o kadar normal ve sıradan ki, ne yürekleri yaralı çocukları ne de muhterem eşi bir şeyden şüphelenmemişler. Hanımefendi’nin, “keşke bir mektup veya küçük bir not bıraksaydı” demiş olması da, intiharı büsbütün soru işaretlerine hapsediyor.
Önce, “zayıflamak için bitkisel ilaç kullanıyordu” denildi; sonra da, depresyon ilaçları kullandığına dair bilgiler saçıldı etrafa…
Dün İstanbul’da asabiye uzmanı ama insan beyniyle ilgili yaptığı çalışmalar ve yayınlarıyla artık adını yurtdışında bile duyuran Dr. Mehmet Yavuz’la konuştum. Gökhan Budak’ın intiharını medyadan izleyebildiğini söyleyen Dr. Yavuz, çok ilginç bir tespitin altını çizdi. O da şu:
“Anti depresyon ilaçları kullanan kişilerin intihar etme oranı, hiç ilaç kullanmayanlara göre çok daha düşüktür… Çünkü anti depresyon ilacı kullanan kişilerde ileri derecede bıkkınlık ve yorgunluk hissi olur. Oysa Gökhan Hoca’nın intihar biçimi, hiç de yorgun bir insan emaresi sunmuyor. Baksanıza Hoca önce bileklerini kesiyor, sonra kendisini balkondan aşağı atıyor. Yani bir an önce ölmek istemiş. Bu tablo, anti depresyon ilacı kullanan hasta tablosuna uymuyor.”
Şu halde, “Gökhan Hoca, anti depresyon ilacı kullanıyordu, o ilaçlar da hocayı intihara sürükledi” demek, en azından bu aşamada bilimsel olarak mümkün değil. Kaldı ki Hoca’nın gerçekten bu ilaçları kullanıp kullanmadığı da kesin bir bulgu değil, yalnızca rivayet…
Muhtemelen şimdi savcı da, o tek kelimenin cevabını arıyordur:
“Başaramadım”
Hoca neyi hedeflemişti, bu hedefe ulaşmak için nasıl bir mücadele verdi ve sonunda neler yaşadı ki, hedefine ulaşamadığını görüp hayatına son verdi?
Bu sorulara cevap bulunabilir mi bulanamaz mı bilmiyoruz. Budak Hoca’nın intiharı da, tıpkı Erzincan Üniversitesi rektörü iken intihar eden Erdoğan Büyükkasap’ın intiharı gibi hep bir sır olarak mı kalacak?
Bilim kurgu filmlerinden biliyoruz ki, günümüz teknolojisi ile insan beynine uzaktan da olsa hükmetmek yani telkin yoluyla insana bir şeyler yaptırmak mümkün.
Ne belli; belki de hem Erdoğan Büyükkasap’a, hem de Gökhan Budak’a böyle bir empoze yapılmış olabilir.
Her iki hocanın da aynı üniversite mezunu olması, aynı bölümde okumaları ve her ikisinin de fizik alanında iddialı çalışmalara imza atmış olmaları, bu intiharları “sıradan” olmaktan çıkarmaktadır.
Hoca, neyi başaramadığına inandı ve o başaramadığı şey ne kadar büyük bi şeydi ki, inancına göre en büyük günahlardan biri olan intiharı, zerre kadar tereddüt etmeden “çıkar yol” olarak gördü.
Dr. Mehmet Yavuz dün ki konuşmamızda, altını kalınca çizerek bir hususa işaret etti:
“Yaptığımız araştırmalarda gördük ki, inançlı insanların intihar etme riski veya oranı, inancı zayıf kişilere göre neredeyse yok hükmünde.”
Hal böyle olunca, Gökhan Budak gibi dini bütün bir bilim adamının canına kıymış olması, beylik laflarla geçiştirilecek bir ölüm şekli değil.
Polis, Hoca’nın tüm yazışmalarını, telefon görüşmelerini ve maillerini incelemeye aldı. Oradan intiharı aydınlatacak bir ipucu çıkar mı, çıkmaz mı bilmiyoruz; ancak Hoca’nın bu ölüm şekli hiç de sıradan bir durum değil.
Hoca neyi başaramamış olabilir?
40 yaşında dekan ve rektör yardımcısı oluyor, 45 yaşında da rektör…
Bu parlak yükseliş, kaç öğretim üyesine nasip olur ki?
…Ve bu parlak seviyeye ulaşmış hangi hoca hiçbir iz bırakmadan canına kıyar?