Önceki
gün Palandöken’in manşetten verdiği “Kayseri ayıbı” başlıklı haber ve
bu köşede kaleme alınan aynı minvaldeki eleştiri, Türkiye’nin dört bir
yanında olduğu gibi, Kayseri’de de yankı buldu.
Kayseri
Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki, yanlış anlaşılmadan duyduğu
üzüntüyü dile getirdi ve haberde adı geçen işadamı Murat Bilal’in
yaptığı konuşmaya kendilerinin de itiraz ettiğini söyledi. Başkan,
Kayseri halkının asla Erzurum’un zararına olacak bir şeye rıza
göstermeyeceğinin altını kalınca çizdikten sonra, “Yurdumuzun dört bir
tarafı bizim için kıymetlidir. Kayseri kalkınıp gelişsin derken aynı
duygularımız ülkemizin tamamı için geçerlidir. Palandöken’i ve Erzurum’u
da ayrıca çok seviyoruz. Öyle olmasa tatil için Erzurum’a gelir miydim?
Sonradan öğrendim ki kamuoyunda yanlış bir algı oluşmuş, bundan ötürü
ziyadesiyle üzgünüm” dedi.
Aynı yazı ve haber için hem
yurtiçinden hem de yurtdışından bin dolayında yazılı mesaj geldi.
Hepsinde de ittifak edilen ortak nokta, Erzurum’un daha güçlü bir siyasi
temsile ve lobi faaliyetine ihtiyaç duyulmasıydı.
Yorumları
okurken, birkaç yıl önce yine benzer bir konu üzerine, İsmet Paşa’nın o
meşhur “Doğu Raporu”ndan söz etmiş ve Erzurum’un hem stratejik hem de
jeopolit önemine dikkati çekmişiz. İşte o yazı…
Okumuş olanlar
muhakkak hatırlayacaktır; İsmet Paşa’nın meşhur “Doğu Raporu”nda
Erzurum’a geniş bir yer ayrılmıştır. Mustafa Kemal Paşa’ya sunulmak
üzere, cumhuriyetin kuruluşundan sonra kaleme alınan söz konusu bu
raporda, Erzurum için “...vatanın teminatı, Türkiye’nin gözbebeği” gibi
birilerine göre, “hamaset” ölçüsünde görülebilecek iddialı ifadeler
kullanılmaktadır.
Tarihi bilmeden ne günümüzü iyi analiz
edebiliriz ne de geleceğe yönelik güçlü ve kalıcı projeler üretebiliriz.
Bu sebeple, başta mahalli yöneticilerimiz olmak üzere, bu şehir adına
siyasete soyunmuş ve aktif biçimde siyaset yapan kişiler, hiç olmazsa
cumhuriyet tarihini sentez yapabilecek boyutta bilmek zorunda. Aksi
halde, Erzurum’un tarihteki stratejik ve jeopolitik önemi ıskalanmış
olur. Mesele, yalnızca “askeri açıdan önemli” şeklinde sınırlı olsaydı,
belki her kurum aynı çerçevede sorumlu olmayabilirdi. Ama işin bir de
sosyal ve siyasi yanı var. -Ki, günümüzün geçer argümanları bakımından
bu cephe çok daha öne çıkmaktadır.- Soğuk savaş döneminin geride
kalmasıyla, Erzurum ve Türkiye için artık bir Sovyet tehdidinden söz
etmek akıllıca olmayabilir; fakat Batı orijinli kimi senaryolar
karşısında, Erzurum için sosyal ve siyasi gelişmeler olmadığı kadar önem
kazanmaktadır.
Bu şehrin iktisadi açıdan düzlüğe çıkması ve
sosyal hayatın bu girdaptan kurtulabilmesi için daha nitelikli ve de
feraset yüklü bir bakış açısına ihtiyacımız var. Şehir negatif yönde
hızlı bir dönüşüm içerisinde... Demografik yapının endişe verici boyutta
değişmesi, “çekirdek Erzurum”u öylesine erozyona uğratıyor ki,
merkez-çevre ilişkisinde, çevrenin baskın bir hale geldiğini görüyoruz.
Oysa
İsmet Paşa, ta 1930’lu yıllarda, bu “sorun”a işaret ederek, “...Devlet
Erzurum’un sosyal ve kültürel yapısını muhafaza için hiçbir
fedakarlıktan kaçınmamalıdır” diyor. Şayet AB süreci nedeniyle aksi bir
politika ve senaryo hayata geçirilmeyecekse, bu şehirdeki kamu kurumları
ve tüm sivil örgütler bir “aksiyon projesi” ortaya koymalıdır. Rasyonel
kriterlerle kuşatılacak bu aksiyon projesi, daha ziyade bir “silkinip
kendine gelme harekatı” seviyesinde olmalıdır.
Sırf günü kurtarma
adına peşine düşülen işler için harcanan mesai, çaplı meselelere
ayırmamız gereken gücümüzü tüketiyor. Zayıf enerjiye sahip bir
projektörle, ne bugünü kavrayabiliriz ne de yarınları aydınlatabiliriz.
Raporlar, tarihin tozlu raflarında küflensin diye değil, ibret alınıp
gereği yapılsın diye kaleme alınır.
Erzurum’a sahip çıkmak, cumhuriyeti ve istiklali kavramaktır.