BölgeHaber Girişi : 14 Eylül 2011 00:03

O politikaya Zürih'te başladı Erzurum'da devam ediyor!..

O politikaya Zürih'te başladı Erzurum'da devam ediyor!..
Fazilet Dağcı Çığlık... Avrupa'da büyüyüp eğitim görmesine rağmen sade yaşam tarzı ile tam bir Dadaş kzı... O'nun milletvekili olduğunu bilmeyenler, sıradn bir vatandaşla asla ayırt edemezler. İki dönemdir mebus olmasına rağmen Erzurum'dan hiç kopmayan v

Erkek egemen toplumda politika yapıyor ve kimseden de geri kalmıyor… Fazilet Dağcı Çığlık... AK Parti Erzurum Milletvekili... Evli ve bir çocuk annesi; İspir doğumlu...

Buraya kadarını artık hemen herkes biliyor. Biz bu röportajla, kamuoyunun bilmediği yanlarıyla O'nu takdime çalışacağız. Çünkü Fazilet Hanım'ı farklı kılan çok özel bir hayat hikayesi var; üstelik de başarılarla dolu...

Erzurum halkı, Fazilet Dağcı Çığlık adını, ilk olarak 2007 seçimlerinde duydu. Kulaktan kulağa yayılan o haber, önce "inandırıcı" bulunmadı, sonra da tepki topladı. Politika kulislerinden, siyaset meydanlarına sızan bu habere göre, AK Parti Erzurum'a "ithal milletvekili" adayı koyacaktı. Hem de sınırlar ötesinden, ta İsviçre'den ithal... Ve de bir kadın... "Yok canım; olmaz öyle şey. Tayyip Bey böyle bir hataya düşmez" şeklinde düşünen ve dillendirenler, müzmin muhaliflere göre esasında en hafif tepkiyi verenlerdi.

Aralarından bendenizin de yeraldığı bir grup gazeteci ise, daha ihtiyatlı bir dil kullanmamıza rağmen, muhtemel gelişmeye itiraz ediyorduk. Gerekçemizin dayandığı temel de, "Erzurum'da politika yapacak kimse mi kalmadı ki, Tayyip Bey Avrupa'dan vekil adayı getirtiyor."

Vekil aday adayları arasında da (açıktan olmasa bile) bir serzeniş ve pasif direniş vardı. Fakat hem AK Parti hem de Recep Tayyip Erdoğan öyle muktedirdi ki, kimse o iradenin karşısında pozisyon alamıyordu.

Erkek egemen toplumun, bıyıklı önderleri sütre arkasından söylenip duruyorlardı:"Nerden çıktı şimdi bu kadın vekil adayı?"

Seçim tarihi yaklaştıkça, herkes gördü ki, fısıltı gazetesinin haftalar önce yayıp durduğu o haber, aslında bizzat gerçeğin kendisiymiş. Tayyip Bey, beklentilerin aksine, Erzurum'dan bir kadın vekil adayı gösteriyordu.

Erzurum, bir kadın milletvekili ile kez Atatürk döneminde karşılaşmıştı. O da, anladığımız manadaki bir seçimle değil, tabiri caizse "atama" yoluylaydı.

Yıl 1935'ti.

Henüz çocuk yaştaki Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kadına seçme ve seçilme hakkı tanımıştı. Hem de Batı'daki bir çok ülkeden önce...

O seçimde, 17 kadın milletvekili Meclis'e giderken, aralarında Erzurum Milletvekili sıfatıyla Nakiye Elgün Hanım da vardı. Nakiye Hanım, Erzurum'u ne kadar tanıyordu bilmiyoruz. Ancak İstanbul Kız Lisesi müdüresi iken, politikaya davet edilmiş ve Erzurum'u üç dönem üst üste temsil etmiş.

Aradan tam 72 yıl geçmişti. Türkiye, tepeden inme de olsa "çok partili sistem"le, sonra demokrasiyle, ardından da askeri darbeyle karşılaşmıştı.

İkide bir açılıp kapanan Meclis'imizde, az çok ama hep kadın vekiller temsil görevini ifa etti. Lakin Nakiye Hanım'dan sonra, ta ki 2007 yılına kadar, Erzurum, bir daha "kadın vekil seçme ayrıcalığı"na sahip olamadı.

Bazı seçimlerde, partiler yasak savma kabilinden kadın adaylara listelerin en altlarında yer verdi, ancak vekil seçilebilecek imkan kadınlara tanınmadı...

Meseleye bu noktadan bakınca, 2007 seçimleri Erzurum için de önemli bir dönemeç oldu: "İspirli gurbetçi İlhami Dağcı"nın kızı bilgisayar ve ekonomi mühendisi Fazilet Dağcı Çığlık, aynı yarışta birlikte koştuğu onlarca erkek rakibini geride bırakarak, kadın parlamenter oldu.

Üstelik de bazılarının korktuğu gibi seçmen, kadın adaya reaksiyon göstermemiş, tam tersi AK Parti, ilk seçime oranla daha fazla bir oy alarak ikinci defa seçimin galibi olmuştu.

O'nun hikayesi, İspir'de başlıyor.

Baba İlhami Dağcı, Petrol Ofisi'nde teknisyen olarak çalışırken, o günlerin en cazip teklifi ile karşılaşıyor: "Almanya'ya işçi olarak gel"

Tarih 1974'ü gösteriyor. İlhami Bey, "çocuklarıma daha iyi bir gelecek sunarım" gerekçesiyle -ki bu gerekçe, o dönem için ilk kuşak gurbetçilerimizin temel dayanağıydı- devlet işini bırakıp, kaptığı gibi bavulunu Almanya'da soluk alıyor.

Fazilet, İlhami Bey'in ilk çocuğudur ve henüz bir yaşındadır. Pek çok gurbetçimizin aksine, İlhami Dağcı rızkını aramak için gittiği Almanya'ya eşini ve kızını da götürüyor.

Ve aradan yıllar geçiyor.

İlhami Bey, İsviçre'den daha iyi bir iş teklifi alınca, ilk gözağrısı olan Almanya'yı bırakıp, Zürih'e gidiyor ve oraya yerleşiyor. Dağcı çiftinin, Fazilet'ten başka biri erkek iki kız çocuğu daha oluyor. Aile büyüdükçe, çocukların ikinci vatanı da artık İsviçre'dir.

Fazilet, ilköğretim tahsilinden sonra sigortacılık üzerine eğitim alıyor ve bir süre bu alanda çalışıyor. Fakat O bu eğitimi "yeterli" görmemiş olacak ki, yükseköğretimde yeni bir alan seçiyor ve Zürih Üniversitesi'nde bilgisayar ve ekonomi mühendisliği bölümünü okuyor.

Kendi ifadesiyle, hem çalışıyor hem okuyor. 'Gurbetçi İlhami'nin kızı, ilk kuşak gurbetçiler gibi 'işçi' olarak kalma niyetinde değildir. Batılı hemcinsleri gibi, makam mevki sahibi olarak ülkesine daha yararlı olacağına inanıyor.

Nitekim günün birinde bu amacına ulaşıyor.

Zaten ilk aşkıyla da (kocası İspirli Muharrem Çığlık) burada, yani üniversite tahsili yıllarında tanışıyor.

Muharrem Bey, -ki kendisi halen Başbakan Erdoğan'ın danışmanıdır- o sırada yüksek lisans yapmak üzere, Zürih'e gitmiştir. Hedefi, politika üzerine Batı normlarında eğitim almak ve Türkiye'de bu alanda çalışmaktır.

Bu söyleşi, ramazan içerisinde kale'nin bendinde ağaç bir bankın üzerinde iftara bir saat kala gerçekleşti. Sağolsun Fazilet Hanım ve sevgili eşi Muharrem Bey, "sizinle bir röportaj yapmak istiyoruz" şeklindeki teklifimizi geri çevirmemiş, bizimle (Dış çekimleri yapan fotoğraf ustası Orkun Çizmeli ve bulunmaz Bursa kumaşı bendeniz) Çifte Minareli Medrese'nin önünde buluşmuşlardı. Şayet Çifte Minareli Medrese otuz ay sürecek bir restorasyon sürecine girmemiş olsaydı, fotoğraf için arka plan tarihi medrese olacaktı. Görsel yönetmenimiz anında karar verdi ve çekim alanı olarak kale'yi gösterdi.

Batı kültürü ile yetişmiş olmalarından ötürü Çığlık çifti, yönetmenin tercihine saygı duyarak, kale'ye çıkmayı kabul etti. Dikkat ettim bir ara Görsel Yönetmenimiz kendisini işine öyle bir kaptırmıştı ki, elinde bir takım aletler, bir gökyüzüne bakıyordu, bir yerdeki gölgeyi ölçüyordu. Sanırsınız mübarek Oskar için film çekecek...

Orkun ise azıcık kilolu olmasaydı, O da görsel yönetmenimiz gibi arka planlar için kale surlarına dekor üstüne dekor taşıyacaktı. Neyse ki oruç ağız buna cesaret edemedi. Çaresiz tabii dekorla tarihe kazınacak kareleri çekecekti.

Karı-koca öylesine kibar ve sanatçıya özen gösteren kimselerdi ki, patika yoldan kale'nin burçlarına kadar yürümeye asla itiraz etmediler.

"Hanımefendi sizi de çok yorduk" deyince de, "İstirham ederim, benim için zevkli bir iş oldu. Kaldı ki, seçimlerden önce ve sonra dağ taş dolaşıyoruz zaten. Geçen seçimde takriben 600 köye gittim ve insanlarla birebir temas kurdum" cevabını verdi.

Çığlık çifti ve biz kale'nin bedeninde dolaşırken, bir anda çevremiz meraklı insanlar tarafından sarıldı. Önce film çekiliyor sandılar fakat çok geçmeden anladılar ki, milletvekili söyleşi yapıyor. Önce mahallenin muhtarı koşup geldi, "Hoşgeldiniz sayın vekilim" deyip hal hatır sordu. Ardından kadınlar ve gençler… Fazilet Hanım, kimseyi kırmak istemiyordu, etrafımıza toplanan herkesin gönlünü aldı. Eşi Muharrem Bey ise, özel talepte bulunan birkaç kişiyi etraflıca dinledi ve yaşlı bir kadına para yardımında bulundu.

Neyse…

Biz tekrar Zürih'e dönelim ve Fazilet Hanım'la, Muharrem Bey'in nasıl tanıştıklarını, nasıl birbirlerine aşık olduklarını (bilmiyorum hala o aşkları sürüyor mu) öğrenmeye çalışalım.

Kaç kere manevra yapmama rağmen, muhterem vekilimiz bu konuda çok fazla konuşmak istemedi. Yalnızca, "Muharrem Bey'le Zürih'te ikimizde öğrenciyken tanıştık. Zaten aynı ilçeli (İspir) olmamız nedeniyle, tanışmamız da evlenmemiz de kolay oldu" dedirtebildim.

Muhtemelen milletvekili olması nedeniyle ağır takılmak istiyordu. Öyle aşk-meşk işlerine dalmak istemiyordu. Bereket, bu aşamada enişte daha şeffaftı; O bir çırpıda söyleyiverdi:

"Ben Fazilet Hanım'a ilk görüşte aşık olmuştum. Dolayısıyla ilk adımı atan da ben oldum. O'na kalsaydı kimbilir daha kaç yıl uzaktan uzağa seven bir aşık olarak bekleyecektim. Gittim evlenme teklifi yaptım, sağolsun O da (demek ki Muharrem Bey'e karşı boş değilmiş) kabul etti.

"İnsan aşık olduğu, yahut da evlendiği kişinin günün birinde ne olacağını elbette önceden kestiremez. Lakin kimi insanların sezgileri ve geleceğe dönük tahminleri çok kuvvetli olabiliyor. Acaba sizin de böyle bir yeteneğiniz var mı? Yani, 'Ben mutlaka bu kızla evleneyim, nasılsa gün gelir milletvekili hatta bakan olabilir, ben şimdiden işimi sağlam tutayım' türünden birşeyler aklınızdan geçti mi?"

Herkes güldü… Tabi ki bu masum şakayı, Çığlık çiftinin gerçekten samimi insanlar oluşlarından hareketle yapabilmiştim. O'nu daha yakından tanımaya çalışıyoruz... Bizde bıraktığı ilk intiba şu oldu: Mütevazı, kibar ve zeki... Aynı zamanda elegant... Sormadan anlatmıyor, anlatırken de iri iri cümleler kurmaktan kaçınıyor.

Bu vesileyle öğreniyoruz ki, Zürih'te önce orta ölçekli bir yüksek öğrenim görüyor. Belli ki bu orta ölçekli öğrenim içine çok sinmiyor. Dolayısıyla pes etmiyor mücadeleye devam kararı alıyor. Önce bitirdiği okula uygun bir işte (sigortacılık) başlıyor çalışmaya; bir yandan da Zürih Üniversitesi'ne yeniden öğrenci olarak dönüyor ve bu kez son derece popüler bir bölümde okumayı başarıyor: Bilgisayar ve ekonomi mühendisliği...

Gurbetçi ailelerimizin ikinci kuşağı, birinci kuşaktan yani anne babalarından belki daha şanslıydılar, en azından daha iyi şartlarda yaşıyorlardı ve çok iyi bir eğitim olanağına sahiptiler; ama onların da en büyük açmazı, iki kültürün arasına sıkışıp kalmaktı.

Ailede, Müslüman ve Türk gibi düşünüyor hatta yaşıyor; dışarıda apayrı bir dünyayı soluyor. Bu gerçek Fazilet Dağcı (Çığlık, Fazilet Hanım'ın Muharrem Bey'le evlendikten sonra aldığı ikinci soyadıdır) için de geçerliydi. Mehmet ŞENER

Erzurum Ajans-Şövenistlik yapıyoruz kabul edilmesin, ancak manzara şu ki… Sonuçta O, bir dadaş kızıydı ve genlerine bu kültür doğuştan kodlanmıştı.

Memleketten binlerce kilometre uzakta yaban elinde, araya sıkışıp kalmak istemiyordu.

Fark yaratmalıydı…

Pek çok gurbetçi ailenin çocuğunun aksine bu dadaş kızı, öyle başarılı olmalıydı ki, İsviçre'de en azından Zürih'te adından söz ettirmeliydi. Çünkü bu, aile için çok para kazanmaktan daha kıymetliydi. Dağcı ailesinin en büyük mutluluğu, kızlarının iyi bir tahsil görmesi ve Batı'nın göbeğinde, Türk kimliğiyle hem de tırnaklarıyla kazarak önemli yerlere gelmiş olmasını görmekti.

Soruyorum:

"Peki ne yaptınız ki kısa zamanda önemli mesafe almayı başardınız? Çünkü pek çok Türk genci yüksek tahsil görüyor ama herkes cemiyet hayatında sizin kadar hızlı yükselemiyor."

- Teşekkür ederim, çok naziksiniz. Aslında abartılacak bir durum yok. Fakat ne yaptım diye özetlemek gerekirse şöyle bir durum çıkar ortaya: Önce çeşitli derneklerde görev aldım. Bu derneklerin başında Zürih Erzurumlular Derneği vardı. Babam bu derneği kurmuş ve beni de hemen üye kaydetmişti. Ayrıca Zürih orijinli çeşitli sivil toplum örgütlerinde, vakıflarda aktif görevlerde bulundum. Örneğin daha temiz ve güvenilir bir çevre için mücadele ettik, daha ileri demokrasi adına koşturup durduk, temel insan haklarının bütün dünyada egemen olması için, kendi çapımızda çaba harcadık, yani evde oturmak yerine hayatın içinde koşturan ve sorularına cevaplar arayan biri oldum hep. Bu çerçevede oradayken (Zürih) içinde insan olan ve insanın daha onurlu, daha sağlıklı ve daha güvenli bir ortamda yaşaması için, sorumluluk hissiden herkes gibi ben de mücadele verdim.

-Politikaya bu sırada mı ilgi duymaya başladınız?

-Evet… Üniversiteyi bitirmek üzereyken, İsviçre'deki Sosyal Demokrat Parti ile tanıştım. Tüzüğü, ilkeleri ve hayata dair tuttuğu projektör bize çok yakındı. Sosyal adaletten, haktan bahsediyordu ve en önemlisi de Batı'daki kimi sağcı partiler gibi, ırkçı bir söylemi yoktu ve de yabancı düşmanlığı üzerine siyaset yapmayı reddediyordu.

-En çok bu yanı mı sizi heyecanlandırdı?

-Büyük ihtimalle… Çünkü o yıllarda Avrupa genelinde müthiş bir yabancı düşmanlığı vardı. (Hoş hala devam ediyor) Yaklaşık yüz bin Türk'ün yaşadığı İsviçre'de bile bazı marjinal çevreler ve partiler, "yabacılar dışarı" türünden ilkel bir sloganı benimsemişti. Benim üye olduğum Sosyal Demokrat Parti tam tersi bir çizgi izliyordu.

-Üye olmaktan öte bir göreviniz oldu mu?

-Gençlik kollarında ve belediye meclisinde bulundum. Oradaki asıl işim de, kültür tercümanlığı yapmaktı. Yani Türkiye'den Zürih'e gelen üst düzey heyetlere, sıradan bir tercümanlığın ötesinde daha kapsamlı bir tercümanlık ve danışmanlık yapıyordum.

-Desenize bu sırada onlarca ünlü Türk'le tanıştınız. Hele hele de Davos'a gelen politika ve iş dünyasının önde gelen isimleri, yanılmıyorum değil mi?

-Hayır, yanılmıyorsunuz. Tam da dediğiniz gibi oluyordu. Misal bu ünlü Türkler arasında, o dönem İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan da vardı.

-Öyle mi? Şu halde sizin Tayyip Bey'le tanışıklığınız 2007 seçimleri vesilesiyle değil.

-Evet.

-Nasıl olmuştu?

-Tayyip Bey, İsviçre'yi her ziyaretinde yanında bulunur, O'na kendi çapımda yardımcı olmaya çalışırdım. Özellikle Davos toplantıları sırasında yakın çalışma imkanı bulmuştum. Tayyip Bey, bizi ismen bilir ve ailemi tanırdı.

-Sonra neler oldu?

-Zürih'te yaşıyor olmama rağmen ülkemle ve doğduğum şehir Erzurum'la hiçbir zaman irtibatım kopuk olmadı.

-Tam da bu noktada sormak istiyorum: İsviçre vatandaşı mısınız, çifte vatandaş mısınız?

-Çifte vatandaşım.

-İrtibatınız kopmadığına göre demek ki, vekil olmadan önce de Erzurum'a gidip geliyordunuz.

-Elbette, aile büyüklerimiz İspir'de yaşıyor. Onlarla ve köyümüzle rabıtamız hiç kesilmedi.

-Peki nasıl oldu AK Parti ile tanışmanız, onlar mı sizi buldu siz mi gidip görev talep ettiniz?

-Onlar geldi ve benden, AK Parti'nin Avrupa ayağı olan Avrupa Demokrat Birliği'ni Zürih'te kurmamı istediler, ben de memnuniyetle kabul ettim. Çünkü biliyordum AK Parti geleceğin Türkiyesi'ni kuracak kadrolara sahipti. Ve kaptan köşkünde Recep Tayyip Erdoğan gibi rüştünü ispatlamış bir büyük lider vardı.

-Avrupa Demokrat Birliği, Avrupa ülkelerindeki Türkleri mi örgütlüyor, ne yapıyor siyasi faaliyet olarak?

-Daha çok dünyada olup biten gelişmeleri yakından takip ediyor, özellikle insan hakları ve demokrasi alanında bilimsel çalışmalar ve araştırmalar yapıyor.

-Siz bu birliğin Zürih'teki ilk kurucusu ve başkanı oldunuz.

-Öyle oldu. Bu görevim sırasında AK Parti kadroları ile daha sıkı bir çalışma imkanı buldum. Tarih 2007'yi gösterirken de, daha çok eşimin desteği ve teşvikiyle, parti kurmaylarına "Ben de Türkiye'ye gelip Meclis'te siyaset yapmak istiyorum" dedim.

-Tayyip Bey'in haberi oldu illa ki…

-Mutlaka…

-Yani paraşütle mi indiniz Türkiye'de siyaset arenasına?

-Hayır. Hem de kocaman bir hayır. Diğer aday adayı arkadaşlarım o süreçte hangi evrelerden ve elemelerden geçtiyse ben de o kurallara tabi oldum ve ön seçim dahil her aşamaya katıldım.

-Fakat Tayyip Bey işaret etmeseydi, herhalde o aşamalardan geçmeniz tek başına aday gösterilmenize yeterli olmazdı.

-Olabilir. Çünkü işleyiş belli… Fakat bilinmesini isterim ki, Zürüh'te yaşarken bir gün 'canım sıkılıyor, en iyisi mi Türkiye'ye gidip vekil olayım' gibi basit değil bu işler.

-Muhakkak öyledir. Ama politikanın öyle bir yanı da var. Yani lider istedikten sonra, sizin altyapınızın olup olmadığına bakılmıyor.

-Mümkündür…

-Hatırladığım kadarıyla 2007'de siz Türkiye'ye gelip AK Parti'den aday adayı olduğunuz zaman, söylenmişti ki, Kocaeli'nden aday olacak. Öyle bir girişiminiz olmuş muydu, yoksa bu birilerinin temennisi miydi?

-Ben İspir'de doğmuş olmakla beraber özbe öz Erzurumluyum. Dolayısıyla ülkemde siyaset yapmaya karar verince elbette ki öncelikle memleketimi düşünürüm. Ancak partideki büyüklerimiz demiş olsaydı ki, 'sizin için falanca il'i uygun gördük' muhtemelen buna da itiraz etmezdim. Dolayısıyla Erzurum dışında bir il'e müracaatım olmamıştı.

-İlk dönem biraz zorlandınız galiba; en azından farklı bir kültür ve devlet mekanizması ile karşı karşıya kaldınız. Üstelik bizde hayatın pek çok alanında olduğu gibi, politika da erkek egemen bir yapıda…

-Çok doğru bir tespit. Ben de önce Ankara'nın düzenini ve devletin işleyiş biçimini haftalarca analiz edip, insanların tecrübelerinden yararlanmaya çalıştım. Bol bol gözlem yapıp, nerede nasıl davranılması gerektiğini ölçüp biçtim. Çünkü Batı'da daha kurumsal bir yapı var ve bizde olduğu gibi ağır bir bürokrasi yok. Fakat oldukça şanslıydım. Çünkü eşim zaten siyaset alanında yüksek lisan yapmış ve Türkiye'yi çok iyi tanıyor. Partiden de arkadaşlar hep yardımcı oldu. En önemli bir avantajım da Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın Erzurum vekili olmasıydı. Bana çok büyük destek oldu. Keza diğer milletvekili hemşerilerimiz…

-Tamam Türkiye'den kopuk değildiniz ama sonuçta hayatınızın önemli kısmı İsviçre'de geçiyordu. Vekil olduktan sonra illa ki Batı ile ülkemizi sık sık mukayese ediyordunuz, o durumda nasıl bir tablo çıkıyordu ortaya?

-Biz çocukken derlerdi ki, "Avrupa ile Türkiye arasında tam elli yıl var" Bu söz, çocuk dünyamda beni öylesine hırpalardı ki, niçin benim ülkem bu denli geri ve alay konusu olsun? Maalesef o söz de öylesine söylenmiş bir söz değildi. Büsbütün olmasa bile hakikat payı çok yüksekti. Rahmetli Özal'la başlayan ve iftihar ederek söylüyorum ki, AK Parti ile de devam eden süreçte Türkiye inanılmaz bir mesafe aldı. İşte son yedi sekiz yıldan beri bu ülkenin geldiği kalkınmışlık seviyesi ortada. Dünya çapında işlere imza atan bir ülkeyiz artık. Sayın Başbakanımız öyle bir çalışıyor ve ekibini çalıştırıyor ki, hemen her alanda Türkiye altmış-yetmiş yılda başaramadığı işleri yaptı.

Misal sağlık hizmetleri, misal ulaşım… Biliyorsunuz yol medeniyettir. Ve bizim de artık Batı standartlarını yakalamış yollarımız var. Hayatın diğer alanlarında da aynı başarı sözkonusu. Ben şahsım adına bu süreçte ve bu süreci yöneten kadroların içinde bulunmaktan çok mutluyum. Şimdi kimse bize, "Türkiye Avrupa'dan elli yıl geride" diyemiyor, diyemez.

-Erzurum'daki parti teşkilatlarıyla ilişkiniz nasıl; örneğin size karşı bir hizip veya direnç var mı?

-Yok. Gerçekten öyle bir karşı cephe durumu sözkonusu değil. Bilakis kadın olmam yüzünden pozitif bir ayrım bile görüyorum. Son derece başarılı, çalışkan ve samimi teşkilatlarımız mevcut. Baksanıza AK Parti ikisi yerel, üçü genel seçim hatta bir tane de referandum olmak üzere, hepsinden galip çıkarken Erzurum en yüksek desteği veren illerin başında yeraldı. Tayyip Erdoğan faktörünü en başa koymak şartıyla, AK Parti'nin elde ettiği bu başarı kuşkusuz ki insanların çabası ve azmiyle oluyor.

-Bakıyorum da, 2007 genel seçimlerinde de listedeki yeriniz 3'tü, bu son genel seçimde de yine 3 oldu. Oysa kimi vekiller listede yer bulamadı, kimilerinin de yerleri kaydırıldı. Anlaşılan AK Parti genel merkeziyle de aranız çok iyi…

-İlla da aday olacağım, illa da yeniden milletvekili seçileceğim diye körü körüne b

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.