Lakin şu mektep kokusu yok mu? Onu çocukluğunun rüyasına çekiyordu. Kitap, ümit, düşünce, arkadaşlık sanki bir kabın içinde bir arada ezilmiş de havaya serpilmişti. Ana kucağı, düşünme gururu, Allah sevgisi hep onda birleşmişlerdi.
Türk düşünce tarihinin önemli şahsiyetlerinden birisi olan Nurettin Topçu’nun eğitime bakışını incelerken, onu eğitimin toplumu düzenleyici rolüne yüklediği anlam itibariyle “kendine özgü ve yalnız bir düşünür” olarak göreceğiz.
Nurettin Topçu, endüstri toplumları için kurgulanan sanayinin ara eleman ihtiyacını karşılayan eğitim kurumlarının ötesinde, şahsiyet insanını önceleyerek, eğitim kavramına bireyden topluma derleyici ve düzenleyici bir görev yüklemiştir.
Nurettin Topçu; pozitivist, sosyolojist ve pragmatist anlayışın toplumu, bilimi ve eğitimi tasarladığı yıllarda bu anlayışların tam karşında durmuştur. 1934-1974 yılları arasında öğretmenliği esnasında ve 1939-1975 yılları arasında ise derneklerde verdiği seminerleri ile bu anlayışa karşı eleştirilerini sürdürmüştür. Özellikle ‘vazifeyi öne çıkaran, içtimai determinizme bağlı ‘cemiyet adamı’ yahut iyi vatandaş kavramını, insanda şahsiyeti geri plana iteceği, kişi ve toplumları ‘sürü’ haline getireceğinden dolayı sürekli eleştirmiştir.
Nurettin Topçu, eğitime bir dava olarak bakması ve bu dava uğruna bir ömür cephede hep uyanık ve yalın kılıç mücadelesi ile örnek bir şahsiyettir. Kendi ifadesi ile (o veya kendisi) bir millet mistiğidir.
Nurettin Topçu’nun eğitim dünyasına geçmeden önce fikir dünyasında önemli bir yere sahip olan birkaç kavramı yine kendi cümleleri ile ortaya koyarak O’nu tanımaya çalışacağız.
Nurettin Topçu’da “düşünmek, felsefe yapmaktır. Kendimizi eşyaya değil de eşyayı kendimize uydurmaktır. Mantık dilinde düşünmek; şuur ile eşya arasında münasebeti kurmaktır.”
Yine Nurettin Topçu’da “felsefe her şeyden önce biricik kılavuzumuz olan aklın kullanılmasını öğretir. Aklımızın âlemi bütün haliyle kavrayışı demek olan felsefe ahlakımızında sanatkârıdır. Bir cemiyetin kâinatı görüşüdür kâinata uzanan kollarıdır. Felsefe siyasi nizamın da yaratıcısıdır. Felsefe dini inanışımızın da üstadıdır ve nihayet hürriyetimizin kaynağıdır.”
Nurettin Topçu hareketi, “Yalnız insana mahsustur ve insanın kendi kendisini ve başka varlıkları değiştirmesi demektir. Yine hareket, iradenin eseri olmakla beraber mükemmele, daha mükemmele bir özlemdir.” olarak tanımlar.
Topçu için irade, “İçimizden dışa çevrilen itici kuvvetlerle frenleyici kuvvetler arasında şuurlu bir denkleşmedir. Yine hareketin kaynağı olan irade, insan denen öznel varlığın cevheridir ve iradenin iflası insanın iflasıdır.”
Nurettin Topçu isyan ve ahlâk kavramlarını, oluşturduğu düşünce sistemi içerisinde yeni bir boyutta birleştirmiştir.
‘İsyan’ kelimesiyle iradenin kendi içinde bulunduğu şartlara ve ferdiyetini, özgürlüğünü ortadan kaldıran unsurlara boyun eğmeyerek başkaldırması ve mükemmelliğe giden yolda önünü kesen her türlü engele karşı çıkmasını, bir başka ifadeyle, iradenin sonsuza ulaşmak gayesiyle her çeşit menfaat ve tutkuya, nefsin sefaletleri ile ihtiraslarına, sonlu olan iyilik ve mutluluğa dahi başkaldıran sorumluluk idealini ifade edilmektedir.”
Topçu’nun düşünce sisteminde ‘isyan’; insanın kendini özgürleştirmesi, adım adım kendini gerçekleştirmesi, daha yüksek bir iradeye dönüştürülmesi ve daima daha üstün nizamlar oluşturmak suretiyle sonsuzluğa doğru ilerleme hareketidir.
Nurettin Topçu “İnsanı insan yapan ve diğer hayvanlardan esaslı surette ayıran, sahip olduğu irade ve hürriyettir. İrademizin güvenilir bekçisi olan disiplin ve inzibata ise “ahlak” olarak tanımlar. Yine “Ahlak, ruhun kuvvet kazanmasıdır ve bu kuvvet ancak bedenle çarpışarak kazanılır.”
Nurettin Topçu için Hareket Dergisi; ‘Sevgi ile telkin yolunu kendine cihat kabul eden’ ve yine ‘Memleket aydınlarını hakikat ışığı altında toplamak emelinde olan’ yayındır.
Topçu, derginin yayına başlayacağını Cumhuriyet gazetesinin 22 Ocak 1939 tarihli sayısında küçük bir ilan ile duyurur: “1 Şubat’ta HAREKET adıyla aylık bir fikir mecmuası çıkmaya başlıyor. Aradığını bulmak kendisini tatmin edecek hakikat olan ‘fikir’e kavuşmak için neşriyatı tehalükle okuyan münevverlerimize ‘HAREKET’ i almalarını tavsiye ederiz.”
Bu ilan oldukça dikkat çekicidir. Okuyucu kitlesini adeta kendisi tarif eder. Bu kitle “arayış içinde olan ve tatmin edici hakikat olan fikre aç münevverlerdir.”
Nurettin Topçu’nun eğitime ve onun bileşenlerine yüklediği anlamı mümkün oldukça kendi cümleleri ile ortaya koymaya çalışacağız. Elbette kısa bir yazı ile Topçu’nun eğitim dünyasını ortaya koymak mümkün değildir. Ancak ana hatlarını çizebiliriz.
Maarifi insanlık davası olarak gören Nurettin Topçu; “Millet ruhunu yapan maariftir. Maarif hangi yöne yürürse millet ruhu onun arkasından gelir. İkinci fethimizin kapısı milli maarif olacaktır. Millet demek, maarif demektir. Felsefesi olmayan milletlerin maarifi olamaz.”
Maariften beklenti; pozitivist ve faydacı anlayıştan uzaklaşmış, ruhu birliğe ulaştıracak sistemler ile fert ve ilanihaye millet ruhunu sonsuzluğa ulaştırmaktır.
Nurettin Topçu’ya göre maarifin ilk fonksiyonu fertlere “şahsiyet” vermektir. Maarif ferde iyi bir şahsiyet vermişse fert toplum içinde yaratıcı çalışmalar yapabilir. Yüksek şahsiyetli fertler çoğalarak toplum düzeltilebilir. “Şahsiyet sahibi insan, hayat kaidelerine sahip olan sorumluluk sahibi insandır. Sorumluluk hür hareketi yaratır ve ferdin iradesinin ürünüdür.”
“Topçu döneminin milliyetçi muhafazakâr düşünce çevrelerinden ayrılan tarafları bu üst kavramlarda başlamaktadır. Çünkü nerede ise bütün muhafazakâr fikir adamları toplumun yerleşik değerlerini, örf ve adetleri, devlete itaati bir şahsiyet olarak insandan ve hürriyet fikrinden daha üstün bir yerde konumlandırmaktadır. Durkheim- Gökalp çizgisini takiben ‘vazife’yi öne çıkararak, içtimai determinizme bağlı ‘cemiyet adamı’ yahut iyi vatandaş yetiştirme peşinde olmak da bunun bir uzantısıdır. Topçu, insanda şahsiyeti geri plana iten bu yaklaşımın kişi ve toplumları ‘sürü’ haline getireceğini, neticede hem tarihi hem de bugünü tenkit süzgecinden geçirme teşebbüslerini engelleyeceğini savunmaktadır. Çünkü biyolojik (beşerî) olarak cemadat, nebatat ve hayvanata mahsus özellikleri bünyesinde barındıran insan, eşref-i mahlûkat olma özelliğini bir ‘ferdiyet’ ve şahsiyet olma çabası içinde kazanır.”
Aynı olay karşısında her insanın tepkisi veya yorumlamasının farklı olması doğaldır. Nurettin Topçu’ya göre olaylar karşısında başkalık, insanın şahsiyetinin alametidir. Yani şahsiyet dış tesirleri karşılama yetisi, onları karşılama halidir.
İnsanın aynı olay karşısında farklı tepkileri; dış faktörlere karşı pasif durumu, hazzının esiri olması, bulunduğu topluma uyumsuzluğu ve daha birçok gerekçe ile açıklanabilir.
İnsanın aslında yaradılışına uygun olmayan, “vicdanın” reddettiği, iradenin ezildiği bu durumlarda itici bir iç kuvvete ihtiyaç vardır. Bu huzursuzluk hali aslında insanın “var olma” hamlesidir.
İnsanda şahsiyet; “İçten gelen ruhi unsur (benlik) ile dışsal faktörlerin birleşmesinden oluşan bir terkiptir. Bu iki unsurun tam ve dengeli terkibi için yetişme çağında yapılan müdahalelerin niteliği şahsiyetin yönünü belirler.” Aileden başlayıp okul ile devam eden eğitim etkinlikleri ve bu etkinliklerin niteliği, şahsiyetin oluşumundaki hedefleri doğrudan etkiler. Şahsiyet eğitimi ile hedeflenen insan tipi yaradılış gayesi ile uyumlu insandır. Yani “Nefsini bilen, Rabbini bilir.” (Hadis-i Şerif ) düsturunu özümsemiş insandır.
Topçu’ya göre “İnsan benliği, yaradılışın hikmeti olarak maddenin tesiri altında olan varlıktan, düşünen ve yorumlayan varlığa yükselmek azmindedir.” Yine insan; maddi, yani fert tarafı ile başladığı yolculuğunu manevi yani şahıs tarafı tamamlamak arzusundadır. Fert tarafından uzaklaşıp şahsiyet tarafına yönelmesi aslında “Var Olma” hamlesidir. “Şahsiyet; yapıcı insandan, düşünen ve hisseden insan seviyesine çıkma, merhamet hareketi ile fertten şahsa yükselmektir. Şahsiyet sahibi insan sorumluluk taşıyan insandır; kendi hareketlerinden sorumlu olduğu gibi şuurunun eriştiği bütün hareketlerden kendine sorumluluk payı çıkaran insandır. Şahsiyet kazanmanın her aşaması iradeli davranışlarla gerçekleşir. Şahsiyet kazanma, varlığın şuuruna erme hamlesidir.” Şahsiyet insanı olmak, yüksek ahlak sahibi olmaktır. Ahlak başkalarına yönelip onların dertleriyle dertlenmek ve başkasına karşı mesuliyet sahibi olmaktır. Şahsiyet oluşturma sürecinde bir mihmandar olarak örnek insanlara veya Nurettin Topçu’nun ifadesiyle “Millet Mistiklerine” ihtiyaç vardır.
Nurettin Topçu’da mektep, millet bünyesinde inkılapların başladığı yerdir ve tamamen millîdir.
Topçu, mektebin görevini “Bize bir insan mektebi lâzım. Bir mektep ki, bizi kendi ruhumuza kavuştursun; Her hareketimizin ahlâkî değeri olduğunu tanıtsın, Hayâya hayran gönüller, insanlığı seven temiz yürekler yetiştirsin; Her ferdimizi milletimizin tarihi içinde aratsın, vicdanlarımıza her an Allah’ın huzurunda yaşamayı öğretsin.” Cümlesi ile ortaya koyar.
Yine “mektep, manaya yükseliş, birliğe yöneliş kaide ve disiplindir.” Mektebi aşk besler, metotlu düşünce yaşatır.” Topçu’nun tarifi ve kendisine yüklediği görevi dikkate aldığımızda mektebe, ‘Bir’e ulaştıran mabettir’ demek mümkündür. “Maarif, yalnız mekteplerde okutmak ve okuyanlara bir takım bilgiler vermek değildir. Maarif, bir milletin bütün halinde, düşünme ve yaratıcılık sahasında seferber edilmesidir. Başka bir deyimle maarif, bir cemiyetin düşünüş tarzının, kültürünün ve ideallerinin cihazlanmasıdır.” “Öğrenme, her şeyden evvel bir çıraklıktır. Mektep çıraklık yeridir, diyebiliriz ki bir tezgâhtır. O tezgâhta usta yapar, çıraklar tekrarlar. Usta verir, çırak alır. Alınmamış, benimsenmemiş, benliğe mal edilmemiş bir ders, iyi bir ders sayılmaz. Mektepte alınan ders, ya bir tasavvurdur, hayale mal edilir; ya bir hünerdir, ele mal edilir; ya bir iradedir, iktidarımıza ilave edilir; ya da bir aşktır, kalbe doldurulur.”
Yine Topçu, maarifin gayesini, “İlköğretimin gayesi kalbin terbiyesi, orta öğretimde gaye aklın terbiyesi, yükseköğretimde ise ihtisasıdır.” Şeklinde kademelendirir.
21. yüzyılda artık maarif büyük ölçüde özelleşme temayülü gösterirken Nurettin Topçu’nun mektebin özelleşmesine itirazı vardır: “Millî mektep, aynı zamanda devlet mektebidir. Bugün Türk maarifinde zehirli birer mantar gibi fışkıran özel okulların birer ticaret yeri olmadığını söylemek, olaylar karşısında bir iftiradan başka bir şey değildir. Millet maarifini kazanç hırslarıyla böylesine boğmak, millet kültürüne çevrilmiş suikasttır. Yabancı mekteple özel okullar el ele verip millet maarifini birlikte hançerliyorlar.”
Nurettin Topçu’da “muallim, ruhlar sanatkârıdır. Hiç işlenmemiş ruhlar üzerinde onun lüzumunu daha aşikâr bir biçimde görüyoruz. Muallim, gençlere bilmediklerini öğreten bir nakil (nakledici) değildir. Bu iş, kitabın işidir, bilmediklerimiz hep kütüphanelerde bulunmaktadır. Muallim tüccar değildir. Maaş veya ücretinin azlığı, çokluğu dâvası içinde mesleğe kıymet veren insan bu mukaddes vazifeyi yapıyor sayılmaz. Bu iş, mektepciliği ticaret edinen muallimliği esnaflık haline koyan kültürsüz fukaranın işi değildir. Bu, para değil, ruh işidir. Muallim, sadece bir memur değildir; belki genç ruhları kendilerine mahsus manadan bir örs üzerinde döverek işleyen bir demircidir. Kendisine verilen vazifeyi gözlerini kapayarak yapan, program müfredatını sene sonuna kadar bitirmeye muvaffak olan, hatta yalnız dersini hakkiyle kavrayan talebe yetiştirebilen muallim vazifesinin en mühim kısmına başarabilmiş sayılmaz.” diye tarif etmiştir.
Nurettin Topçu için “Maarif demek, muallim demektir. Millî Eğitim Bakanlığı sadece onu düzenleyici bir cihazdan başka bir şey değildir. Kitap, program, imtihan ve bütün öğretim meselelerini çözecek olan bir milletin muallim ordusudur. Bu işlerin bakanlık teşkilatı tarafından tepeden idaresi muallimin ilmî ve fikrî hürriyetinin inkârı, bu hürriyetin adeta köleleştirilmesidir. Descartes ‘Hür olmayan düşünce, düşünce değildir.’ Bu söze inanarak diyebiliriz ki; Hür olmayan muallim, muallim değildir. Mahkûm edilmiş fikir ve irfandır. Fikir ve kültürün mahkûmiyeti en az vatan toprağının esaret altında kalması kadar acıklıdır.”
Kırk yıl mabede girercesine sınıfa giren Muallim Nurettin Topçu Muallim Mes’uliyetleri şöyle sıralar; “Ruhlarımızın sanatkârı, hayatımızın nazımı olan muallimin aramızdaki yerinin yüksekliğini, vazifesinin geniş ruhi mes’uliyetinin pek ağır olduğunu maalesef gençlere değil, bugün muallimlere hatırlatmak lüzumunu duyuyoruz.”
Nurettin Topçu, büyük görevler yüklediği muallimi mes’uliyet yönü ile: “Dünyanın en büyük mesuliyetine sahip olan insan muallimdir.” ifadesiyle muallimin vazifesinin ağır olduğunu anlatmıştır.
“Farkında olsun veya olmasın her ferdin şahsî tarihinde muallimin izleri bulunur. Devletleri ve medeniyetleri yapan da yıkan da muallimlerdir.” Cümleleriyle fert ve cemiyet hayatının her kademesinde mualliminin izlerini ortaya koymaktadır.
Nurettin Topçu, muallim mes’uliyetini aşağıdaki cümleleri ile daha geniş bir sahaya yayarak toplum hayatındaki aksamalardan muallimi sorumlu tutmuştur. “Muallimin mes’uliyetleri çoktur ve cemiyet hayatının her sahasına uzanmaktadır. Bir memlekette ticaret ve alışveriş tarzı bozuksa, bundan muallim mesuldür. Siyaset, millî tarihin çizdiği yoldan ayrılmış, milletin tarihî karakterini kaybetmişse, bundan mesul olan yine muallimdir. Gençlik avare ve dâvasız, aileler otoritesizse, bundan da muallim mesul olacaktır. Memurlar rüşvetçi, mesul makamlar iltimasçı iseler muallimin utanması icap eder. Din hayatı bir riya veya taklit merasimi haline gelerek vicdanlar sahipsiz ve sultansız kalmışsa, bunun da mesulü muallimlerdir. Yüreklerin merhametsizliğinden, hislerin bayağılığından ve iradelerin gevşekliğinden bir mesul aranırsa; o da muallimlerdir. Yalnız kaldığımız yerde yalnızlığımızın mesulü o, imanların zayıfladığı devirlerde bu gevşemenin mesulü yine onlardır.”
Topçu’nun muallim mesleğine yüklediği mes’uliyet ile hürriyet ilişkisi oldukça dikkat çekicidir.
“Muallim, sahip olduğu bu mes’uliyetle içimizde en fazla hür olan insandır. Çünkü mes’uliyetimiz, hürriyetimizin kaynağıdır. Mes’uliyet, dıştaki tesirlere karşı koyarak bizi içimizden iten ilahî kuvvettir.”
Nurettin Topçu öğrenciyi hakikatler peşinde koşmayı meslek edinen insan, gayesi manevi olgunlaşma olan bir insan olarak görmeyi arzu eder. Yine ona göre öğrenci, mekteplerin diploma müşterisi ve istikbalin mevki dilencisi değildir.
Maarif, mektep, muallim ve talebe üzerinden görmeye çalıştığımız Nurettin Topçu’nun eğitim felsefesi, O’nun 1934 yılından vefatına kadar yaptığı tüm çalışmalarının kaynağı olmuştur. Nurettin Topçu annesi ve çok sevdiği üstadı Abdülaziz Bekkine’nin tavsiyelerini emir kabul edip çalışma hayatını tamamını sınıfta geçirmiştir.
Nurettin Topçu’nun önerilerinin kuvveti, beslendiği kaynağın sağlamlığından ileri gelmektedir. Bu kaynak ise elbette okuldur. Topçu, öğretmenlik mesleği süresince okulu, eğitim ile topluma vermeyi hedeflediği istikamet için “pratik yaşamın laboratuvarı” olarak görmüştür. Eğitime yüklediği mananın kuvveti, felsefi altyapısı ve önerilerin yaşanmışlığından kaynaklanmaktadır.