Geçtiğimiz yaz aylarında şehrimiz basınını “şehrimizin tanıtımı yapılacak, yarıda kaldı, bitiyor, başrol oyuncusu hastaymış, başbakan da rol alacakmış ...” gibi söylentilerle, fakat daha ziyade yapımcısının para bulma çabalarıyla meşgul eden Nenehatun filmi nihayet tamamlandı ve bütün Türkiye ile beraber Erzurum’da da sinemalarda gösterildi. Filme konu olay, Doksanüç Harbi denilen 1877/78 Osmanlı Rus Savaşında geçer. Senaryosunun daha önce yayınlanmış aynı adlı romana pek fazla benzediğini daha önce yazmıştık. Bazı tartışmalardan sonra her iki tarafın anlaştıklarını ve filmin böylece vizyona girebildiğini öğrendik. Şimdi filmi seyretmiş ve yeryer ağlamış, ancak daha fazla gülmüş bir kişi olarak, gördüğümüz bazı teknik aksamaları belirteceğiz. Bu tespitlerimiz tabii ki bir sinema adamı olmadığımızdan sinema sanatıyle değil, sıradan bir insanın fark edebileceği, gerçeklere uymayan durumlarla sınırlı kalacak: Camide ezan okunmaktadır. Kamera yükseltir açısını ve yukarıda elektrik lambasını görürüz. Oysa elektrik henüz icat edilmemiştir. Hastanede doktor görünür. Boynunda 2000 model steteskop (dinleme aleti) bulunmaktadır. Oysa o yıllarda bırakın steteskopu, henüz fötoskop (Kalp seslerini dinlemeye yarıyan tahtadan alet. Steteskopun ilkel şekli) dahi geliştirilmemiştir. Doktorlar doğumu yaklaşan bebeğin sağlık durumunu, kalp seslerini anne karnına kulak dayayarak fark etmeye çalışmaktadırlar. Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Rusların eline düşen tabyayı kuşatma talimatını verirken “telefon da yok ki haberleşelim” der. Gerçekten telefon henüz keşfedilme aşamasındadır. A.G. Bell bir odadan diğerine ses naklini henüz başarmıştır. Albay, “Trabzon’dan ikmal zorlaştı” demektedir. Oysa bu olay, Birinci Dünya Harbiyle ilişkilidir. Üst subay, “Askerler yazlık kıyafetle” demiştir. Oysa yöremizde bu sözler Birinci Dünya Harbinde Suriye’den gelen askeri birlik için söylenmektedir. Onların sıcak iklimden geldikleri, ancak ikmal yollarının (Karadeniz) Rus donanması tarafından kesilmesiyle kışlık giyecekleri bulunmadan savaşmak zorunda kaldıkları iddiasının dayanağıdır. Kısaca bu savaşla ilgili değildir. Halk Tabyalara doğru koşmaktadır. Başkadın oyuncunun saçı başı dağılmış, kuşağı açılmıştır. Oysa biraz sonra... Koşu devam ederken fark ederiz ki oyuncunun kıyafeti düzeltilmiştir. Başı da düzgündür saçı da. Benzer durum vuruşma sırasında tekrarlanır. Önce yüzü gözü kan içindedir. Biraz sonraki sahnede ise çok daha az kan vardır yüzünde. Bunlar yönetmenin dikkatsizlikleri midir, yoksa montaj hataları mı? İnsanların giyim kuşamı ne derece yöresel? Kemer tokasındaki ay yıldız, son dönem. Ya konuşmaları? Acaba hiç Erzurum şivesine uymuş mu? Madem tutturulamayacaktı, böyle yamuk bir dil yerine İstanbul lisanı, yüksek Türkçe kullanılsaydı bari. Yazık. Bu film daha önce ele almak isteyen, bu konuda araştırma ve ön görüşmeler yapan ancak şehrin sahip çıkmadığı Yücel Çakmaklı veya Halit Refiğ tarafından yapılsaydı ortaya bambaşka br eser çıkardı, fikrimizi yeniliyoruz. Bu ustaların her ikisi de rahmetli oldular. Sinemamızın kıdemli oyuncularının rol aldığı filmde, bazı basit detaylara dikkat edilseydi keşke. Mesela, 130 yıl öncesinin asker hastanesinde kadının ne işi var? Böyle önemli bir milli konunun işlendiği filmin 220 kişilik salonda içlerinde bizim de bulunduğumuz, elin parmakları kadar seyirci için sahnelenmiş olması, ortaya çıkan ürünün yetersizliğini koyuyor ortaya. |