Nazım Hikmet ve Erzurum

Taşıdığı fikirler yüzünden ömrünün en güzel 13 yılını hapishane köşelerinde geçiren ve çok sevdiği ülkesinde değeri bilinmeyen Nâzım Hikmet, Türkçe’nin en büyük şairlerinden biridir.


Uluslararası bir üne sahip olan Nâzım Hikmet’in kendi ülkesinde anlaşılamaması ve çeşitli bahanelerle hapishanelerde tutulması baskıcı ve otoriter bir yönetim anlayışının utanç verici uygulamasıdır.


Bursa, İstanbul, Çankırı ve Ankara hapishanelerinde uzun yıllar yatan Nâzım’ın mahpusluk hayatına ait çok sayıda hatırası bulunmaktadır.


Komünist yaftasından dolayı mahpusların uzak durduğu Nâzım,her türlü olumsuz şartlara rağmen, bulunduğu ortamı etkilemeyi bilmiş,özellikle uzun süre yattığı Bursa Cezaevi’ni bir okula, atölyeye çevirmiş,İbrahim Balaban gibi bir ressamı ve Orhan Kemal gibi ünlü bir yazarı sanat ve edebiyat dünyasına kazandırmıştır.


Kendi ülkesinde vatan haini muamelesi yapılan Nazım Hikmet’in yurt dışında özellikle de Sovyet Rusya’nın esareti altında bulunan Türk Dünyası’n da en büyük milli şair olarak bilinmesi izahı güç bir çelişkidir. Vatandaşlıktan çıkartılan Nazım Hikmet’in yıllar sonra tekrar vatandaşlığa kabul edilmesi bu çelişkinin somut bir göstergesidir.


 Bursa Cezaevi’ndeyken teftişe gelen bir müfettişin Nâzım ile arasında geçen  konuşma , o günlerden bu güne  gelinen nokta açısından Nâzım’ı haklı çıkaran güzel bir hatıradır.

                              .

Müfettiş, Nâzımı makamına çağırıp, alaycı bir tavırla “Nazım Hikmet sen misin ?” der ve ona küçümseyici bir şekilde bakar, ayakta bekletir. Bu durumu hazmedemeyen Nazım ,“Ömer Hayyam’ı tanıyor musunuz? diye sorar. Müfettiş “Ömer Hayyam’ı kim tanımaz?Elbette ki tanıyorum.” diye cevap verince  , Nazım: “Ömer Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi, biliyor musunuz? “diye sorar .Müfettiş cevap veremez.  Nazım :”Sanatçıyı hatırladınız ama, hükümdarı hatırlamadınız. Yıllar sonra dünya beni unutmayacak ama ,sizi ve adalet bakanını asla hatırlamayacak !” der ve arkasını dönüp odadan çıkar.


Zaman, Nâzımı haklı çıkarmış ve yıllar sonra yaşanan bu sahne gerçek olmuştur .Bursa Cezaevi’nde bulunduğu sırada Erzurumlu mahkumlardan Erzurum hakkında bilgi sahibi olan Nâzım’ın şiirlerinde, Erzurum’u defalarca gören biri gibi  Erzurum’u anlatması onun sanatçı sezgisini göstermesi açısından çok anlamlıdır.


“Kuvâyı Milliye Destanı “i simli eserinde Erzurum’dan ve Erzurumludan övgü ile bahseden Nâzım Hikmet, “ Erzurum yaylasını türkülerinden tanıyorum” diyerek görmediği Erzurum’u anlatır.


Anadolu’da yakılan türkülerin mânâ derinliklerinde insanımızın kültür birikiminin bir nevi genetik şifreleri gizlidir. Hülâsa türküler üretildiği coğrafyanın kültürel özelliklerini taşır ve anlatır.


Bu açıdan değerlendirildiğinde, Erzurum türkülerinin son derece zengin olduğu görülmektedir ki  Nâzım,“Yürek boynun büker Erzurum türkülerine” diyerek bu konudaki düşüncesini dile getirir ve haklı olarak Erzurum’u türkülerinden tanıdığını ifade ederek  Erzurum türkülerinin taşıdığı kültürel  zenginliğe vurgu yapar.


Bilindiği üzere Erzurum Milli Mücadele yıllarında adından sıkça bahsedilen illerin başında gelmektedir.


23 Temmuz Erzurum Kongresi ile bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı Erzurum, Nâzım’ı etkilemiş, Kuvayı Milliye Destanı’nda bu düşüncelerini çok güzel bir şekilde dile getirmiştir.


“919Temmuzunun 23’üncü günü

Pek mütevazi bir mektep salonunda

n’ikad etti Erzurum Kongresi.

 

Erzurum’un kışı zorludur balam,

Tandırında tezek yakar Erzurum,

Buz tutar yiğitlerin bıyığı

Ve geceleyin karlı ovada

Kaskatı katılaşmış donmuş görürsün karanlığı.

 

Erzurum’da kavaklar balam,

Erzurum’da kavaklar tane tane,

Kavaklarda tane tane yapraklar.

Ve terden ve toz dumandan ve sinekten geçilmez.

Erzurum’da yaz gelip de bastı mıydı sıcaklar.

 

Erzurum’un düzdür, topraktır damı.

Erzurum’un güzelleri giyer balam,

İncecik ak yünden ehramı.

 

Yürek boynun büker,balam,

Erzurumlu türkülere.

Halim selimdir Erzurum’un adamı

Ve lâkin dönmesin gözü bir kere !...

 

Erzurum’da on dört gün sürdü kongre:

Orda,mazlum milletlerden bahsedildi

Bütün mazlum milletlerden

Ve emperyalizme karşı dövüşlerinden onların.

 

Orda,bir Şürayı Milli’den bahsedildi,

İradei Milliyeye müstenit bir Şürayı Milli’den

Buna rağmen,

“Âsi gelmeyelim” diyenler vardı,

“makamı hilâfet ve saltanata.”

Hatta casuslar vardı içerde.

Buna rağmen,

“bütün aksâmı  vatan bir küldür” denildi.

“kabul olunmaz” denildi,

“Manda ve Himaye…”

Buna rağmen,

İstanbul’da birçok hanımlar,beyler,paşalar,

Türk halkından kesmişlerdi umudu.

Yağdırıldı telgraflar Erzurum’a:

“Amerikan mandası altına girelim,” diye.

“istiklâl, diyorlardı, şâyanı arzu ve tercihtir, amma

Bu gün bu diyorlardı mümkün değil,

Birkaç vilayet,diyorlardı,kalacak elde,

Şu halde,diyorlardı,şu halde,

Memâliki Osmaniye’nin cümlesine şamil

Amerikan mandaterliğini talep etmeği

Memleket için en nâfi

Bir şekli hal kabul ediyoruz.”

Fakat bu şekli halli kabul etmedi Erzurumlu.

Erzurum’un kışı zorludur balam,

Buz tutar yiğitlerin bıyığı.

Erzurum’da kaskatı,dimdik ölür adam,

Kabullenmez yılgınlığı….”


Nâzım Hikmet türkülerden tanıdığını söylediği Erzurum’un milli heyecanını,vatan sevgisini,zorlu kışını anlattığı gibi “Dadaşlık” kavramının özelliklerini taşıyan Erzurum’un yiğitlerinden de sitayişle bahseder.


Vatansever, serdengeçti, yiğit ve mert bir Erzurum delikanlısını “Deli Erzurumlu” lâkabı ile mısralara dökmüştür:


“….altıncı

İnanılmayacak kadar büyük ayaklı adam

“Memlekette toprağını ve tek öküzünü

İhtiyar bir muhacir karısına bıraktığı için

Kardeşleri onu mahkemeye verdiler

Ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için

Ona “Deli Erzurumlu” dediler

                             

Deli Erzurumlu (ibrahim Çavuş)

Sonra,31 Ağustos günü

Ordularımız İzmir’e doğru yürürken

Serseri bir kurşunla vurulan

Deli Erzurumluydu.

Devrildi.

Kürek kemikleri altında toprağı duydu.

Baktı yukarı,

baktı karşıya.

Gözler hayretle yandılar:

Önünde,sırtüstü,yan yana yatan postalları

Her seferinkinden kocamandılar.

Ve bu postallar daha hayli bir zaman

Üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasından

Seyredip güneşli gökyüzünü

İhtiyar bir muhacir karısını düşündüler.

Sonra…

Sonra, sarılıp ayrıldılar birbirlerinden

Ve deli Erzurumlu ölürken kederinden

Yüzlerini toprağa döndüler….”

1901 yılında Selanik’te doğan ve  Bahriye Mektebi mezunu olan  Nâzım Hikmet, kendini,

“ Ben bir insan,

ben, Türk şairi komünist Nâzım Hikmet ben,

Tepeden tırnağa iman,

Tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibâret ben… “ diye tanımlar.


 Hayatı bir serüven olan ünlü şair, “orduyu ve donanmayı isyana teşvik” ve “gizli örgüt kurma” suçlarından tutuklanmış ,28 yıl 4 ay hapis cezasına mahkûm edilmiş ,14 Temmuz 1950 yılında çıkan genel aftan faydalanarak özgürlüğüne kavuşmuş. Askerliğine karar aldırmayı riskli gördüğünden 17 Haziran 1951 yılında ülkeden ayrılıp Romanya üzerinden Moskova’ya gitmiş,  25 Temmuz 1951 yılında Bakanlar Kurulu Kararı ile Türk Vatandaşlığından çıkarılmış  ve eserleri 1965 yılına kadar yasaklanmıştır.


2009 yılında bakanlar kurulu kararı ile tekrar Türk Vatandaşlığına alınan Nâzım Hikmet, 3 Haziran 1963 yılında Moskova’da kalp krizinden vefat etmiş,“Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni !..“ diye vasiyet etmiş olsa da Moskova’daki    Novodeviçi Mezarlığı’na defnedilmiştir.

 

Kaynakça.

-Nâzım Hikmet,Kuvâyı Milliye,YKY,İstanbul,2008

-Nâzım Hikmet,Büyük İnsanlık,YKY,İstanbul,2011

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.