Mesleğim ve sosyal konulara ilgim gereği her gün yüzlerce insanla muhatap olurken hayatın değişik alanlarını görmekteyim.
Hayatını "Görmedim, Duymadım, Söylemedim" standardına bağlayanların hissetmedikleri bir dünyayı değişik pencerelerinden seyretmek yaşam felsefem olmuştur diyebilirim.
Kırk yıla yakındır ilaç kokuları arasında mesleğimi icra ederken, hasta -eczacı ilişkilerinin dışında romanlara konu olacak değişik olaylara tanık olmuşumdur.
Bilindiği gibi son zamanlarda gençler arasında yaygın şekilde uyuşturucu kullanılmakta olup her gün yeni körpe bedenler bu zalim tuzağın içerisine çekilmektedir.
Birkaç gün önce sabahın erken saatlerinde eczanemde günlük işlerimle uğraşırken 20 yaşlarında yağız bir delikanlı sert adımlarla içeri girdi ve tehdit dolu bakışları ile yaklaşıp, Tıp'da farklı alanda kullanılan ama son günlerde uyuşturucu müptelalarının gözdesi olan bir ilacın numunesinden birkaç adet vermemi istedi.
Patlamaya hazır bir bombayı hatırlatan bu delikanlıya, yumuşak bir lisanla bu ilacın reçeteyle satıldığını, elimde numunesinin olmadığını ifade edip, kendisine yardımcı olmayacağımı anlatırken, genç birden "Ben fenalaşıyorum" dedi ve masamın üzerinde bulunan kolonyayı alarak başına boşaltıp, geldiği gibi sert adımlarla eczaneden ayrıldı.
Bu körpe bedenin içine düştüğü durum beni bir hayli etkilemişti. Bu genç nereye gidecek, kimin başına bela olacak, ailesi ne yapacak diye düşündüm.
Muhtemelen adı, Ahmet, Ali, Ömer vs. olan bu gence son kez bakarken geçen yıl uyuşturucuya dikkat çekmek için Er-Vak Tiyatro Kulübü olarak sahneye koyduğumuz ve on binlerce izleyiciye ulaştırdığımız "Uyanış" isimli oyunla bu konuda üzerimize düşen sorumluluğun bir kısmını yerine getirmenin haklı gururunu yaşadım.
Sabahın erken saatlerinde tanık olduğum ve halet-i ruhiye mi bozan bu olay bana, Dünya ölçeğinde her geçen gün yaygınlaşan uyuşturucu illetinin, İslam ülkeleri arasında da gözle görülür şekilde artmasını , akla ve bedene zarar veren uyuşturucunun kesinlikle yasaklandığı İslam Dininin mensupları arasında hayat bulmasını, şeriat kurallarının uygulandığı söylenen Afganistan'ın dünyanın en büyük uyuşturucu pazarlarından biri olmasını , "Gat" adı verilen uyuşturucunun Somali, Afganistan, Yemen vb. gibi İslam ülkelerinde sıradan bir yiyecek ve içecek gibi kullanılmasını hatırlattı.
Yaşadığım bu tatsız olaydan sonra günlük işlerimin başına döndüm ve öğle namazından sonra Narmanlı Camisi'nden kaldırılacak olan bir tanıdığın cenazesine gitmek için yola koyuldum.
İşte hayatın bir penceresini kapatıp, başka bir penceresine gidiyordum.
İslam'ın evrensel mesajı ezan okunmaya başlamıştı. Ezanı dinlerken İnsan kulağının algılayacağı ses desibelinin çok üstünde okunan ezanın ruhumuzun derinliklerine hitap edip etmediğini, sosyal hayatımızda ne kadar karşılık bulduğunu, yaşantımıza ne kadar yansıdığını sorguladım.
Cenaze kalabalık olur düşüncesiyle öğle namazını kılmak için Narmanlı Camisine yakın bir camiye girdim.
Camide, az bir cemaat vardı.
Cemaatin büyük bir bölümü benim yaş gurubumun üstündeydi. Çoğu camideolduğu gibi gençlerin sayısı azdı.
Hoca, iştahla namazın mekruhlarını cemaate anlatıyor en ince detayı defalarca tekrar ediyordu.
Sıra, namazda esnemenin ve göz yummanın mekruh olduğu konusuna gelmişti.
Yorgunluk ,uyku hali ve hastalık gibi sebeplerden kaynaklanan esnemenin mekruh olduğunu, bundan kurtulmak içinde Peygamber Efendimizi hatırımıza getirmemizi öğütlüyordu.
Çoğunluğunu ömrünün sonbaharını yaşayanların oluşturduğu cemaatte bu mesajın nasıl karşılık bulacağını merak etmeye başladım.
İçimden "Ey, mübarek hocam, İslam ümmeti on ikinci asırdan beri esniyor ve uyku halinden bir türlü uyanamıyor. Bu esnemeden kurtulmanın reçetesi Kuran ve peygamberin yolunda yürümek olduğunu anlatsan daha iyi olmaz mıydı ?" diye geçiriyorum.
Hoca, namazın mekruhlarından birinin de gözleri yummak olduğunu , tefekkür için gözün yumulmasının mekruh olmadığını anlatıp, vaazını sürdürürken kendime " Bir Müslüman, haksızlığa, ahlaksızlığa, zulme, adaletsizliğe, cehalete, erdemsizliğe, yolsuzluğa, hırsızlığa, çirkinliğe gözünü yumuyor, namazda gözünü yummuyorsa bu durumu nasıl anlayacağız." diye soruyorum.
Emperyalist ülkeler tarafından sömürülen, mezhep kavgaları ile kardeşin kardeşi katlettiği ,açlığın, sefaletin, cehaletin kol gezdiği ,hurafelerin din olarak algılandığı, aklın ,bilimin saf dışı bırakıldığı, şirkin örtülü bir şekilde köşe bucak dolaştığı, dinin, ticarete ve siyasete alet edildiği İslam Coğrafyasının içinde bulunduğu vahim tablo bir sinema şeridi gibi gözümden geçerken hocada mekruhları anlatmaya devam ediyordu.
Bunlar fıkhı meselelerdi, elbette ki bilmemiz gereken konulardı ama öncelikli sıkıntımız, İslam'ın mesajlarını iyi okuyamadığımız ve hayatımıza yansıtamadığımız değil miydi?
Huşu içerisinde bir namaz kılmak için gittiğim bu camiden ayrılırken rahmetli Mehmet Akif'in
"ihtişâmı elinden niçin bıraktın da,
Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında?
"Kadermiş!" öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru;
Belânı istedin Allah da verdi... doğrusu bu ya
Taleb nasılsa, tabîî, netîce öyle çıkar,
Meşiyyetin (İrade) sana zulmetmek ihtimâli mi var?
"Çalış!" dedikçe şeriat, çalışmadın, durdun,
Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun,"
Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya,
Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya!"
mısraları kulağımda çınladı.