Ekonomik kriz İspanya'yı iliklerine kadar sarsmış? Türk ve Müslümanlara "mesafeli" duran ülke...
Son
birkaç yıldan buyana ağır ekonomik krizle mücadele eden İspanya
izlenimlerine geçmeden önce, bu ziyareti organize eden KUDAKA'dan kısaca
da olsa söz etmek istiyorum. KUDAKA nedir, ne iş yapar?
Kapsama
alanında Erzurum, Erzincan ve Bayburt olan Kuzey Doğu Anadolu Kalkınma
Ajansı (KUDAKA), bu illerde yatırımcıyı desteklemek ve fark yaratan
projelere kaynak aktarmak için mücadele eden bir kuruluş.
KUDAKA,merkezi hükümete bağlı olmakla beraber, söz konusu illerin valileri,
belediye başkanları, il genel meclisi başkanları ve ticaret odası
başkanlarından oluşan bir yönetim kurulu tarafından idare ediliyor.
Yönetim kurulu başkanlığını ise, dönüşümlü olarak il valileri yapıyor.
KUDAKA'nın şu dönemki yönetim kurulu başkanı Bayburt Valisi Hasan İpek?
Dolayısıyla kafile başkanı da Hasan Bey'di.
Merkezi Erzurum'da
bulunan bu kuruluş, bir yandan yurt içindeki gelişmeleri takip edip
sorumluluk alanındaki illere adapte etmeye çalışırken, öte yandan da
dünyada olup biten önemli gelişmeleri mercek altına alıyor.
İspanya ziyareti de işte bu çerçevede ele alınan bir programdı.
Çünkü
İspanya ile Fransa sınırı arasında bulunun 60 bin nüfuslu Andora
Devleti, aynı zamanda dünya çapında bir kayak merkezi. Yılda iki buçuk
milyon turistin ağırlandığı Andora Kış Sporları Merkezi, elde ettiği bu
büyük başarısı ile Erzurum, Erzincan ve Bayburt'a örnek teşkil edebilir.
İspanya
programında odak noktamız Andora olmasına karşın, ziyaretimizin ilk
durağı Madrid'ti. Çünkü ilk resmi temasımız Türkiye'nin Madrid
Büyükelçiliği'ne olacaktı ve burada İspanya hakkında etraflıca bilgi
alınacaktı. Ekonomik krizin adeta un ufak ettiği İspanya, yılda 85
milyon civarında turist almasına rağmen, peş peşe kapanan sanayi
tesislerini iflastan kurtaramıyor.
Bizi İspanya'ya götüren THY
uçağı, gece yarısında Madrid'e indi. Havaalanından çıkıp otele
vardığımızda vakit hayli geç olmuştu.
Nitekim saat sabah 9.30'u
gösterdiğinde heyet, Madrid Büyükelçiliğimizin kapısındaydı. Bize
verilen bilgiye göre, randevu büyükelçi Ayşe Sinirlioğlu ile idi. Fakat
Ayşe Hanım'ın program dışı bir görüşmesi çıkmış ve başka bir şehre
gitmek zorunda kalınca, KUDAKA heyetini, büyükelçi yerine müsteşar ve
turizm ataşesi karşıladı. Yapılan kısa sunumdan öğreniyoruz ki, İspanya
ile Türkiye arasındaki ilişkiler iyimser bir zeminde yürümesine karşın,
genel anlamda hem Müslümanlara hem de Türklere karşı keskin bir önyargı
var. Bu ön yargının temelinde, bu topraklarda 800 yıl boyunca hakimiyet
sürdüren Endülüs Emevi Devleti olabilir mi?
Muhtemelen böyledir
ki, yoksa neredeyse dünyanın dört bir yanında okul ve üniversiteleriyle
adından söz ettiren Fethullah Hoca Cemaati orada etkin olmaz mıydı?
Bu
ziyaret vesilesiyle öğreniyoruz, Hocaefendi Cemaati'nin İspanya
genelinde bir tane okulu bile yok. Ülke çapında İspanyollar dahil,
toplam birbuçuk milyon dolayında Müslüman yaşıyormuş. Yani 46 milyonluk
İspanya'da, çoğunluğunu İspanyolların oluşturduğu sadece birbuçuk milyon
Müslüman...
İspanyol işadamlarının Türkiye'de özellikle ağır
sanayi alanında bir çok yatırımı olmasına karşın, Türk işadamları
İspanya'da olması gereken bir noktada değiller.
Uzun yıllar
Franko başkanlığında diktatörlükle yönetilen İspanya, Avrupa ülkesi
hatta AB üyesi olmasına rağmen, gerek geleneksel yapısı ve gerekse
devlet yönetim biçimi ile tam bir AB üyesi sayılamaz.
Fakat şehir mimarisi, kültür ve sanat düzeyi bakımından son derece ileri bir seviyede.
Büyükelçilikten
ayrıldıktan sonra, Konyalı rehberimiz Kadir Demirci'nin evsahipliğinde,bize tahsis olunan otobüsle Madrid turuna çıktık. Madrid öyle düzenli,
bakımlı ve yeşil bir şehir ki, üç saate yakın süren turumuz süresince,
etrafı hayran hayran izlemeye doyamadık. Geniş caddeler, Arap-Avrupa
karışımı mimari, adım başı her biri sanat harikası olan heykeller,
çeşmeler, köprüler ve adeta yalancı cennet gibi duran birbirinden güzel
park ve bahçeleri ile Madrid bir rüya şehir gibiydi.
Diğer Avrupa
kentlerinde olduğu üzere temizlik, trafik düzeni ve gözü yormayan
çarşıları, size Madrid'ten büyük medeniyetlerin gelip geçtiğini
söylüyor.
Endülüs Emevi Devleti'nin ağırlıklı oldukları şehirler
Granada ve Kurtuba olmasına rağmen, Müslümanlar asırlar boyunca Madrid'e
de hükmetmişler. Her ne kadar bu şehirde Müslümanlardan geriye ancak
bir iki parça küçük çapta eser kalmışsa da ama İslam etkisi özellikle
dil ve sokak mimarisine derinlemesine sirayet etmiş. Tıpkı bizim
Mardin'deki sokaklara benzer dar ve taş yapılar uzaktan bakınca tipik
bir Fas veya Cezayir panoraması sunuyor. Rehberimiz Kadir Bey'in verdiği
bilgiye göre, İspanyolcanın içinde bin beşyüz civarında Arapça, Farsça
ve tek tük de olsa Türkçe kelimeler yaşıyormuş.
İspanya, uçak
yolculuğu ile Türkiye'ye dört buçuk saat mesafede olan yani hiç de uzak
olmayan bir ülke, fakat aramızdaki ilişki son yıllara kadar öyle
zayıfmış ki, İspanya'dan Türkiye'ye çok az turist gelirmiş. Ta ki,
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, geçen dönem İspanya Başbakanı olan Zabatero
ile kurduğu sıcak ilişkiye dek...
İspanyollar genel itibariyle sıcak kanlı, nazik ve kültürlü bir millet...
Belli
etmemeye çalışsalar da arka planlarında hem Müslümanlığa hem de
Türklere dair keskin bir ön yargı saklı... Rehberimiz bunu şu örnekle daha
anlaşılır bir hale getiriyor.
Diyor ki, düşünün ki kiralık bir
ev var. Siz bir Müslüman olarak o evi tutmaya gitseniz. Misal evin
kirası 600 avro olsun. Eğer sizin Müslüman olduğunuzu öğrenirse, evini
size 600'e vermez bir başkasına yarı fiyatına kiralar. Düşmanlık
derecesinde keskin değiller belki ama size kucak açıp dostluk da
göstermiyorlar.
Ekonomik kriz, sokaktaki sade vatandaştan
işadamına kadar herkesin belini öylesine bükmüş ki, resmi işsizlik oranı
yüzde 30 bandına dayanmış. Bu sebeple olsa gerek Avrupa'nın dört bir
yanına dağılıp iş arayan İspanyollar, son bir iki yıldan beri rotalarını
Türkiye'ye çevirmişler.
Bizi yakından izledikleri, ülkemiz hakkında ve özellikle de istikrarlı biçimde yürüyen ekonomimize dair çok şey biliyorlar.
Türkiye'de
iş yapan bir İspanyol kırık Türkçesi ile "Siz çok şanslısınız öyle
cesur bir başbakanınız var ki, hem ülkenizi iktisadi krize sokmadı, hem
de dünya genelinde Türkiye'nin adını parlattı."
Elhak doğru!
İspanya
gibi sanayi ve turizm üssü olan bir büyük ülke, içine düştüğü krizden
çıkmak için yıllardan beri çırpınıp dururken, Türkiye belki de yakın
tarihin en parlak günlerini yaşıyor. Oysa eskiden Amerika veya her hangi
bir Avrupa ülkesi öksürdü mü Türkiye yatak döşek hasta olurdu. Şimdi o
korku duvarları yıkılıp gittiği gibi dünya çapında adından saygın
biçimde söz ettiren bir Türkiye var.
"Hayır hiç de öyle değil"
diye itiraz eden dostlara tavsiyem, atlayın bir uçağa şöyle birkaç
Avrupa ülkesini beş on gün boyunca bi gezin. Kendi gözlerinizle
göreceksiniz ki Türkiye, pek çoğundan ileride bir kısmıyla da yarışır
duruma gelmiş.
Yirmi yılı aşkın bir zamandan beri seyahat
ediyorum. Amerika dahil hemen hemen gitmediğim ülke neredeyse kalmadı.
Bundan on yıl önce hele hele de Avrupa'ya gittiğinizde size gümrükte
postun kıllarını saydırırlar ve tepeden bakan bir nazarla küçümserlerdi.
Aynı gümrüklerde şimdi Türk pasaportu en az Amerika pasaportu kadar
itibar görüyor.
Neyse bu küçük saptamayı yaptıktan sonra yeniden Madrid'e dönelim.
Yer
yer yaya olarak da devam eden Madrid şehir turumuz, öyle canlı ve
renkliydi ki saatlerin nasıl geçip gittiğini fark edemedik. Önceden
belirlenen program uyarınca artık yemek zamanıydı. KUDAKA'nın
birbirinden kıymetli genç uzmanları ve bu geziyi organize eden LookBook
Holiday adlı tur şirketinin sahibi sevgili Murat Namlı, en küçük bir
ayrıntıyı bile düşünmüşlerdi.
Çünkü bizim damak tadımızla
İspanyolların damak tadı birbirine taban tabana zıt. Oysa İspanya bir
Akdeniz ülkesi ve mutfakları deniz ürünlerinin yanı sıra sebze ve et
ağırlıklı? Fakat ya pişirilir biçimi, ya yemeklerde kullanılan yağın
kokusu veya her yemekte kullandıkları çeşit çeşit soslar yüzünden,
herkesin aslında çok rahatlıkla yiyebileceği deniz ürünleri bile bize
absürt geldi.
Neyse ki, gezi boyunca imdadımıza hep Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler yetişti.
Ahmet Bey'in kavurması ve kaşar peyniri ile ye ye bitmeyen lavaş ekmekleri olmasaydı, İspanya'ya tok gidip aç dönmüş olacaktık!
Avrupa'nın
öteki ülkelerinin hemen hepsinde istemediğiniz kadar Türk lokantaları
vardır. Tamam özellikle Barcelona'da Türk lokantaları var ama o
lokantaların İspanya lokantalarından hiçbir farkı yok. Sadece tabelaları
Türkçe o kadar. Koku da aynı, soslar da? Hele bir de domuzun budunu
restoranın girişine asmıyorlar mı, bir lokma bi şey yiyeceğini varsa da
iştahınız büsbütün kaçıyor.
Buna rağmen dediğim gibi sağolsun
Ahmet Bey sayesinde aç kalmadık. Kıymetli meslektaşım Recep Kapucu, bu
manzarayı görünce planlı bir şekilde Ahmet Küçükler'le samimiyeti
artırdı ve ondaki hazinenin yaban ellere gitmemesi için hayli mücadele
etti. İnanının ki, ben Vali Öztürk ve muhterem eşi ile beraber İl Genel
Meclis Başkanı Bülent Taşkesenligil ile muhterem eşi bu sayede
İspanya'da tok dolaştık. Bu arada hemen söylemeliyim ki, bu ziyafetten
yararlanan sadece Erzurum grubu değildi. Erzincanlılar da, Bayburtlular
da kavurmanın ve kaşarın sayesinde karınlarını doyuruyorlardı. Demek ki
büyükşehir olmak böyle bir şeydi. Sadece kendini değil komşusunu da
koruyup, kollamakmış. Ahmet Küçükler'in bugüne kadar Erzurum'da ne
kavurmasını ne kaşarını yediğimi hatırlamıyorum. Ama İspanya'daki bu
centilmenliği kolay kolay da unutulmaz. Recep, gezi boyunca heyetimizin
fotoğraflarını çekerken, bir yandan da kavurmanın bedelini adeta
ödüyordu.
Madrid'te ilk günümüz artık sona ererken, yorgun ve
bitkin otelin yolunu tutmuştuk. Çünkü yarın bizi bekleyen yoğun bir
program vardı.