Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz.
Bu söz merhum Uğur Mumcu’ya aitti.
Yani adını Türk basınına “araştırmacı gazeteci” olarak altın harflerle tescil ettirmiş bir büyük gazeteci…
Dün işte o büyük gazetecinin katledilişinin 20. yılıydı.
Bütün televizyonlar haber yaptı, 20 yıl önceki katliamı yeniden hatırlattı. Ama çok önemli bir nokta ıskalandı.
O da şuydu:
Uğur Mumcu’nun katledilmesi talimatını kim veya kimler vermişti?
Tabii ki en az bu soru kadar önemli bi başka soru da şudur:
Tetiği kim çekti, yani Mumcu’nun otomobiline o bombayı kim koydu?
Aradan
koskoca 20 yıl geçmesine rağmen, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu
soruların hiç birine maşeri vicdanı tatmin edici bir cevap bulamadı.
Bir
zamanlar faili meçhul cinayetler cehennemine dönen ülkemiz, o puslu
yıllarda onlarca aydınının öldürülmesini sadece izlemişti.
Uğur Mumcu da kurbanlardan biriydi.
Tıpkı hemşerimiz Çetin Emeç gibi…
Fiili belli, faili meçhul cinayetler zincirinde Türkiye bir dönem dünya birinciliğine oynuyordu.
Bereket o günler artık çok geride kaldı.
Fakat devlet hala görevini bihakkın yerine getirmiş sayılmaz.
Misal; bugüne kadar, “Uğur Mumcu’yu katletti” diye en az 30 kişi cinayet sanığı olarak kamuoyunun karşısına çıkarıldı!
Ve cinayetin arkasındaki adres ise, İran’dı!
20
yıl süren dava safahatında gördük ki, “katil” diye basında boy boy
fotoğrafları yayımlanan kişilerin hiç biri bu katliamın faili değilmiş.
Ayrıca cinayetin İran’la bir bağlantısı da ispatlanamadı!
Dava dosyası artık kapanmak üzere; çünkü 20 yıl sonunda bir dosya karara bağlanamıyorsa, tozlu raflara kaldırılıyor.
Şayet Uğur Mumcu hayatta olsaydı ve aynı şekilde bir gazeteci katledilmiş olsaydı, O asla işin peşini bırakmazdı.
Fakat meslektaşları, O’nun için sipariş manşetler atmaktan ve ölüm yıl dönümünde tören düzenlemekten öteye geçemediler.
Değil mi ki zaten Türk medyasının en büyük eksiği, “fikri takip”tir.
Baksanıza Fransa’da öldürülen 3 PKK’lı kadının olayında da aynı tuzağa düşülüyor.
Fransa polisin “kuvvetli şüpheli” diye gördüğü Sivaslı Ömer Güney için nasıl da birbirinden çelişkili haberlere imza atılıyor.
Yazıyorlar ki, “Ömer Güney, eşinden boşanmış, peş parasız bir adamdı. Geçimini sağlamak için gündelik işlerde çalışıyordu.”
Bir gün sonra da şunları yazıyorlar:
Baş şüpheli Ömer Güney’in beş adet cep telefonu ve 45 takım da elbisesi vardı.”
Nasıl oluyorsa oluyor, beş parasız ve işsiz bir adamın hem beş adet cep telefonu, hem de 45 takım elbisesi var!
Ve aynı adam, kalacak yer bulamadığı için, kız arkadaşının evine sığınmış!
Uğur Mumcu cinayetinden sonra da aynı şekilde toplum böylesine dezenformasyona uğratılmıştı.
“İran öldürttü” dediler, 24 saat sonra da” tetiği çeken el derin devlet”tir diye yazdılar.
Sonunda ortaya şu çıktı:
Uğur Mumcu ve hayatlarını kaybeden tüm faili meçhul mağdurlar, “kim vurdu”ya gitti.
Nasılsa zamanaşımı da her türlü kir ve kan’ın üzerine simsiyah bir örtü seriyor.
Şimdi hep birlikte bekleyip göreceğiz; Fransa’daki olayın arkasından tam olarak ne çıkacak veya çıkmayacak?
Sizce Papa’yı vuran Mehmet Ali Ağca olayı gerçekten aydınlığa kavuşmuş bir olay mıdır?
Çünkü Ağca, papatya falı açar gibi bir vurdum diyor, bir de vurmadım.
Demem o ki, bütün bu olup bitenler için biz ne desek hikaye… Yıllar önce Uğur Mumcu zaten bugünleri görerek dememiş miydi:
“Vurulduk ey halkım, unutma bizi”