Muhsin Yazıcıoğlu'nun katilleri

Hani bir şarkı var ya!

Yalnız bırakıp gitme bu akşam yine erken… diye başlayan.

Ve öksüz sanırım kendimi ben sensiz içerken, sözleriyle devam eden bir şarkı.

Bu şarkının ikinci dizesini şöyle değiştirdi Sayın Hüseyin KARACA.

Öksüz sanırım kendimi ben sensiz yürürken…

 

Fikriniz ve zikriniz ne olursa olsun, inanarak yürümek kadar kutsal bir şey olamaz.

Bu köşeyi okuyanlar buranın dünya görüşünü iyi bilir.

Kırk katıra çiğnetseler, kırk satırdan geçirseler inanmadığı bir şey için bir satır bile yazmaz.

 

Şimdi bu yazıda adı geçen Sayın KARACA’ya dönelim.

Kimdir Sayın KARACA!

Erzurum Palandöken İlçesi’nin Büyük Birlik Partisi İlçe Başkanı.

 

Erzurum’da iki demli kıtlama çayla, iki sigara dumanını tüttürme fırsatını buldum.

Ortak noktalarımızdan biri de merhum Muhsin YAZICIOĞLU idi.

Merhumla zıt görüşteydik: ama kıt görüşü her ikimiz de birbirimizden uzak tuttuk.

Memleket sevdalısıydı kendisi.

O karanlık günlerde inanç, ideoloji ve köken ayırmadan kardeşlikten bahseden kaç kişi vardı ki!

Benim gençlik yıllarımda tanıdığım; Sayın KARACA’nın ise Partisinin Genel Başkanı gitti; ya da gönderildi.

Dikkat ettiyseniz, geçmiş zaman kullanarak “Genel Başkanıydı,” demedim.

Öldükten sonra unutulmayanlar vardır, öldükten sonra yaşayanlar vardır ve hiç ölmeyenler vardır birilerinin yüreğinde.

Sohbetimizde şunu anladım ki Sayın KARACA’da karda kanlı keklik izi bırakarak uçan YAZICIOĞLU hiç ölmemiş.

Bu işin duygusal yanı.

Gerçeğe döndüğümüzde ise öfkeliydi Sayın KARACA.

Dedi ki;

“Başkanımın şahadeti ile ilgili hiç bir şey yapılmaması; hatta bazı şeylerin ve delillerin yok edilmesi, ‘yanlış istihbarat bilgisi,’ diye halen Kayseri Valisi’nin devam etmesi akıllara zarar bir şey!”

Ve devam etti.

“Şahsımı ve camiamızı derinden yaralayan ve şüphelere yönelten Kayseri Vali’sinin ilk açıklamasıdır… Başkanımızın kaburgasının ve ayağının kırık olduğu; kendisine ulaşıldığı, gerekenlerin yapılacağını söyledikten sonra, Şehit olan Genel Başkan’ımızın,  sadece kaburga ve ayak kırıklığıyla şahadet mertebesine ermesi bizleri şüphede bırakmıştır…”

Bu sözler ilk çayımızda söylendi.

İkinci çayımızı yudumlarken daha fazlası vardı; ama ben özetini söyleyeyim.

“Bölücü başının hücresi santimlerle ölçülerek bunun olumsuzluğunu bahane ederek sokaklara düşen ne olduğu belli olmayanlarla bizleri kimse karıştırmasın. Suskunluğumuz, Vatan’ımıza ve Millet’imize olan sevgi ve saygıdandır. Sabrımızın tek nedeni, bu olayın kısa sürede aydınlatılacağı ve milletin vicdanında en küçük bir endişeye yer vermeden kamuyla paylaşılacağına olan inancımızdır…”

 

Sayın KARACA ile olan bu sohbetimizde her ikimiz de hem doğru oturduk hem de doğru konuştuk.

Anladım ki bu işin peşini bırakacak gibi değiller.

 

Salt memleketi için yola çıkmış bir insanı…

Sadece kardeşlikten bahseden etkin bir düşünce adamını…

Bölünmeden değil, birlik ve dirlik için çarpan bir yüreği kimler ya da neler durdurmuş olabilir!

İnandığı yolda yürürken şehit olan YAZICIOĞLU’nun katilleri kimler ya da nelerdir!

Kar mı, tipi mi, ihmal mi?..

Pilotaj hatası mı, yoksa aklımıza ve dilimize yakışmayacak başka varlıklar mı?

Kavgadan yana değil kardeşlikten yana olan bir gönül adamının yok edilmesi kimin işine gelir?

Asıl mesele budur işte!

 

Sayın KARACA’nın “delillerin yok edilmesi,” cümlesi çok önemli.

Elbette deliller yok edilmiş olabilir; ama fikirlerin yok edilmesi çok zor!

Sevginin silinmesi ise imkânsız!

 

Fikirler ayrı olsa da gerçekleri ve doğruları kimse inkâr edemiyor.

Bu memlekette memleketi ve halkı için parıldayan beyinler birer birer kaza ya da bomba ya da üç kuruşluk kurşunla harcandı, harcanıyor…

Kader ya da tesadüf, denilebilir mi?

Elbette denilir!

Ama bu kadar keder hangi kaderle açıklanır ki!

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.