Yunanca kharakter kelimesi Fransızcaya caractère, İngilizceye character Türkçeye de okunuş biçimiyle karakter olarak geçmiş.
Karakter; oyulmuş, çizilmiş, kalıpla basılmış anlamındadır.
Sözlük anlamıyla karakter; bir bireyi diğerinden ayırt edici niteliktir. Bir bireyin kendine özgü yapısı, onu başkalarından ayıran temel belirti ve bireyin davranış biçimlerini belirleyen, üstün ana özellik, öz yapı, ıra, seciye.
Bir kimsenin veya bir insan grubunun tutumu, duygulanma ve davranış biçimidir. Ahlak açısından: Kişinin kendi kendisine egemen olmasını, kendi kendisiyle uyum içinde bulunmasını, düşünüş ve eylemlerinde tutarlı, sağlam kalabilmesini sağlayan özellikler bütünüdür. Belli ahlak ölçülerine göre değerlendirilen kişiliktir. Bir organizmanın belirgin yönü ya da yönleridir. Bir şeyi benzerlerinden ayıran temel özelliktir.
Biyolojik anlamda karakter; bir türün bireylerinin sahip olduğu biçim, renk, büyüklük ve yapı özellikleridir. Bu özellikler genlerin etkisi ile meydana çıkarak dölden döle taşınırlar.
Ruhbilim açısından ise karakter; töreler ve törel değerlerle ilgili olarak, kişinin güçlüklere karşın göreli olarak düzenli ve sürekli tepki yapmasını sağlayan özelliklerden oluşan dizgeleşmiş bütünlüktür.
Bu tanımlarda hep bireyin temel karakteri üzerinde durulmuştur. Bireylerin var da bireylerden oluşan soy, boy, oymak, aşiret, kabile, toplum, kitle, millet ve medeniyetlerin karakteri yok mu? Elbette var.
Kur'an, bireylerin olduğu kadar toplumların karakterleri hakkında da bilgi vermektedir. Yahudi ve Hıristiyan toplumunun karakterleri üzerine uyarılar yapar. Yine Kuran, Bedevi Araplar ve diğer kabilelerin temel karakterleri üzerine olumsuz ya da olumlu bilgi verir.
Mercimek Ahmed'in (1082) kaleme aldığı Kabusname ve Kınalızade Ali Efendi (1510-1572)'nin kaleme aldığı Ahlak-ı Alai adlı eserlerinde toplumların temel karakterlerini köle ve cariyeler üzerinden değerlendirirler. Köle ve cariyeler satın alınırken mensup olduğu toplumun karakterlerini yansıttığı için nelere dikkat edilmesi gerektiği hususunda bir bilgilendirme yaparlar.
Bozkurt Güvenç de Türk Kimliği adlı eserinde Batılıların Türk Milleti'nin karakterlerini nasıl değerlendirdiklerini genişçe örneklerle ele alır.
Avrupalı seyyahlar da seyahatnamelerinde milletlerin karakterleri üzerinde bilgi vermektedirler.
Yirminci yüzyılın başında André Sıegfrıend Milletlerin Karakterleri adlı eserini kaleme aldı. Gustave Le Bone Kitlelerin Psikolojisi adlı eserini yazdı. Sömürgecilikte bu eserler Batılılar için yararlı oldu.
Kınalızade Ahlak-ı Alai'de Arap, Acem (Fars), Türk, Tatar, Moğol, Kürt, Gürcü, Çerkez, Bosna, Macar, Arnavut, Mekril, Abaza, Hint, Zenci ve Habeşi gibi toplumların temel karakterlerini belirterek köle ve cariye alımlarında bu hususun göz önünde bulundurulmasını ister.
O, Arap toplumunun necip olduğunu, köle ve cariye edilmeye layık olmadığını da belirtir. Osmanlı dönemi bilgini Kınalızade Ali Efendi bu anlayışı normal sayar. Çünkü dönemin din anlayışı gereği böyle düşünüyorlardı.
Bir köle İslam'ı seçince hür Müslüman olmuyordu. Köle statüsünde Müslüman oluyordu. Müslümanlık ona hürlüğü vermiyordu. Efendisi azat etmediği sürece o köle statüsünde kalıyordu. Fıkıh kitaplarında "el Babu'l- Itk" yani "Kölelik Bölümü" yer almaktadır. İlahiyat fakültesinde fıkıh dersinde bu bahsi okumuştuk.
Afrika'da milyonlarca siyahiyi Hıristiyan yapan kiliseler Hıristiyanlığı kabul etmelerine rağmen onların köleliğini kaldırmadılar. Araplar da Müslüman olsa da köle Müslümanları hürleştirmediler, Müslüman köle olarak kaldılar.
Mısır'da Türklerin kurduğu devletin adı Kölemen ve Memluk'tü. Memluk ve kölemen köle demektir.
Atalarımız tarih boyunca devlet kurma becerileriyle bağımsızlıklarını korudular. Dahası medreselerinde Türkçe eğitimi verilmemesine, birçok devletin saraylarında Türkçe konuşulmamasına ve kendi aydınının ihanetine rağmen halk arasında ve orduda dillerini yaşatarak varlılarını sürdürdüler. Bugün de bu ihanetin bir başka yönüyle karşı karşıyayız.
Devletler arasında köleliğin kaldırılışında en son imzayı 1922 yılında Suudi Arabistan Krallığı attı.
Ancak Araplar, Avrupalı efendileri kendilerini her yönüyle işgal ettiklerinde Müslüman toplumlara karşı gösterdikleri neciplik yani asil ve soyluluk tafrasını emperyalist efendilerine karşı göstermediler. Bugün de göstermemektedirler. İslam toplumları içerisinde en ırkçı/asabiyetçi Arap aşiretleri, başta da Suudi aşiretleridir. Tarih bize şunu gösterdi, Arap toplumları asabiyet/ırkçı anlayışlarını terk edemedikleri için aşiret boyutunda yaşamaktadırlar. Bu konuyu yeni yayınladığım Farabi'de Siyaset ve Demokrasi adlı eserimde genişçe ele aldım, okunmasını salık veririm.
Türkler, İslam olmalarına rağmen Arap asabiyetçiliği/ırkçılığı zihniyeti yüzünden İslam'ın asli unsuru sayılmadı. İslam Tarihi -bazı Arap yazarları buna Arap Tarihi demektedirler- kitapları buna şahittir. Bu zihniyet şarkiyatçılar tarafından keşfedildiği için Arapları aleyhimizde kışkırtmaktadırlar.
Tarihte dün olduğu gibi bugün de Türklerin kurduğu devletler İslamlık davası güttü. Araplar ise bize ve diğer Müslüman toplumlara karşı dün olduğu gibi bugün ırkçılık davası gütmektedirler. Ankara ve Tahran mı Kahire ve Riyad'a yol gösterecek demektedirler. Türklerden başka bugün görüyoruz ki, Müslüman toplumların çoğu ırkçılık gütmektedir. Bir de içimizde bazı topluluklar ırkçılıklarını İslamcılık kılıfı altında gizleyerek sürdürmektedirler. Bu toplumlar, ne zaman milliyetçilik lafı geçse kendi ırkçılıklarını gizleyerek milliyetçiliği ayaklar altına almaktadırlar.
Asabiyetçilik ve ırkçılıkta kendini üstün diğer toplumları aşağı görme vardır. Bu şovenistliktir. Milliyetçilikte ise ırka dayalı bir üstünlük ve aşağılık anlayışı yoktur. Milliyetçilik, tarih sahnesinde devletleşmiş milletlerin hangi milli ve manevi değerlerle var olmuşlarsa bunları koruma ve yaşatma duygusudur. Toplumların karakterlerini oluşturan insani ve ahlaki değerleri ortaya çıkarma bilinci ve çabasıdır. İnsanlık aleminde var olan yüksek değerlerden pay alma ve pay verme yarışıdır. Kur'an'ın ifadesiyle takva sahibi olma gayretidir.
Yine şovenistler bir de Türklerin samimi çabalarını ırkçılıkla suçlamazlar mı? Bir tek sığınmacı Suriye vatandaşını ülkesinde görmeyen petrol zengini Araplar ve bölücü odaklar İsrail'e ve işgalci Batılı devletlere karşı tek bir taş atmamaktadırlar. Buna karşın utanmadan da bölücü terör odaklarını yıllarca bağırlarında besleyerek ve destekleyerek İslamcılık(mezhepçilik) ve ırkçılık adı altında içeriden ve dışarıdan üzerimize saldırtmakta ve Türk düşmanlığı yaptırtmaktadırlar.
Basra, Necef, Bağdat, Halep, Şam, Erbil, Süleymaniye, Kerkük ve Musul gibi yüzlerce kent ve kasabanın emperyalist ülkelerce harap edilmesini kuşatılmışlık olarak görmeyenler, Sudan'da bir adada yapacağımız tarihi onarımı kuşatılmışlık olarak görmektedirler. Bu ne gaflet ve ne delalettir!
Bireylerin, toplumların ve milletlerin karakterleri kolay kolay değişmemektedir.
Siyasette, diplomaside, ticarette ve dostlukta olduğu gibi hayatın her alanında bireylerin olduğu kadar toplumların karakterleri göz önünde bulundurulmalı, günü birlik değerlendirilmemelidir.
Tarih, milletlerin karakterini okuma ve anlamadır. Tarih hikâye değildir. Hele hele geçmişlerin esatiri (masalları) hiç değildir.
İnsanlık ailesinde bağımsız, şerefli ve onurlu yerimizi kendi güç ve kudretimizle koruyarak yaşamak zorundayız.
Rahmetli Mehmet Akif Ersoy'un Safahat'taki Şark şiiri tekrar tekrar okunmalıdır.
Değerli okurlarım 2018 yılınızın sağlık ve esenlik içerisinde geçmesini diler selam ve saygılarımı arz ederim efendim.