Sabahın erken saatleri, her köşesinde sayısız hatıralarımın bulunduğu şehrim Erzurum’un cadde ve sokaklarında geziniyorum. Doğduğum, büyüdüğüm, suyunu içip havasını teneffüs ettiğim bu toprağa ait olduğumu bir kez daha hissediyorum.Yolum Şeyhler Camii’nin önünden geçiyor, kafamı kaldırıp cami minaresinin altındaki güneş saatine birkaç kez bakıyorum; acaba kaç Erzurumlu burada bir güneş saatinin olduğunun farkındadır, diye kendime sormadan da edemiyorum.
Caminin karşısındaki Şeyhler Medresesi, eski görkemli günlerinin hasretiyle mahzun bir halde, kaybettiği öğrencilerini arıyor gibi..
Şeyhler Hamamı’nın bünyesinde yatan Külhani Baba’ya Fatiha’yı okuduktan sonra, niyetim Eski Spor Salonu’nun yanından geçip, Cumhuriyet Caddesi’ne inmekti.
Bu birkaç adımlık yolu kısa zamanda geçmek ne mümkün, bir tarafta yıllarımızın geçtiği Hemşin Pastanesi ve karşısında Eski Spor Salonu, yürü yürüyebilirsen.
Hatıralar arasında gezinirken, Hemşin’in yanındaki Necati Ağabeyi’nin çay ocağında kendimi buluyorum.
İçerisi tanıdık simalarla dolu, tabir yerindeyse muhabbet yerinde, ikram edilen çayı yudumlayarak ortamdaki tatlı sohbete dahil oluyorum.
Necati Ağabeyi’nin çay ocağı, sanki de Hemşin’in müşterilerinin nefes aldığı bir mekâna dönüşmüş.
Kapısına kilit vurulmuş Hemşin’in bu hali nasıl da içimi sızlattı, Hemşin’in önünden geçip de Nail Ağabey’e uğramamak hiç olur muydu? “Ölümlü, boş dünya” demekten başka sığınacak bir kelime bulamıyorum.
Eski Spor Salonu zamana direniyor, gücü nereye kadar bilinmez, onun da Hemşin’den bir farkı yok, kapısı kilitli, herhalde AVM olacak günü bekliyor.
Erzurum’un spor hayatında önemli bir yeri olan yarım asırlık bu emektarın sesiz ve bakımsız hali, Darülaceze’ye terk edilmiş, hatıralarıyla baş başa kalmış bir yaşlıyı hatırlatıyor.
Necati Ağabeyi ile birlikte Nail Orhon’u ve Hemşin’i konuşurken, eski milli boksörlerimizden Cemil Tozoğlu Ağabeyi içeriye giriyor.
Eski Spor Salonu’nun o görkemli günleri ve o günlerdeki Erzurum’un meşhur boksörleri, şehirdeki boks sporuna olan müthiş ilgi ve alaka, ister istemez sohbetin konusu oluyor.
Gerçekten Erzurum, o dönemlerde boks sporunda Türkiye’de ismi en fazla ön planda olan bir şehirdi.
Türkiye’nin en ünlü boksörleri Erzurum’dan çıkar, boks milli takımında birden fazla Erzurumlu sporcu olurdu.
Boks antrenörü Dursun Pekcan’la birlikte Cumhuriyet Caddesi’nde gezen atletik vücutlu boksörleri görünce, çocuk halimizle onlara imrenir, onlarla gurur duyardık.
Erzurum’da o günlerde sporun her çeşidine müthiş bir ilgi ve alaka vardı, ama rağbetin en fazla olduğu branşlar boks, futbol ve güreşti.
Boksun efsane ismi Muhammed Ali’nin de ringlerde fırtınalar estirmesi, bu spora olan ilgiyi şehirde bir kat daha artırmıştı.
Öyle ki mahallenin büyükleri, çocuklar arasında müsabakalar bile tertip ederlerdi.
Boş bir saha içerisine iplerle çevrilmiş ring oluştururlar, hakem nezaretinde bizlere boks maçı yaptırırlardı.
Kazanan çocuğun madalyası ise et balık kurumu sucuklarının 25 kuruş büyüklüğündeki, mikadan yapılmış, kırmızı ve mavi renkli markalarıydı.
Kurdeleye takılan bu markalar, kazanan çocuğun boynuna asılır ve onurlandırılırdı.
Bizim evde boks merakı ağabeyimi sarmıştı, nereden bulduysa, eve at kılından yapılmış bir çift boks eldiveni ile birde kum torbası getirmişti.
Kapının üzerine astığı bu torbada boks çalışır, babamdan gizli gittiği boks maçlarında ve antrenmanlarda gördüklerini evde uygulardı.
Bazen beni karşısına alır “Antrenman yapacağız” diye kum torbası görevini bana yüklerdi.
En büyük zevkimiz spor salonundaki boks maçlarına gitmek, özellikle de ringe yakın bir yer bulup oturmaktı.
O nasıl bir heyecandı; Türkiye’nin en gözde boksörlerinin Erzurum’a gelip bizim boksörlerle yaptıkları maçlardaki coşku, sanırım dünya profesyonel boks maçlarında bile yoktu.
Spor salonunun kapısında biletleri kontrol edip seyirciyi içeri alan Dursun ve Nusret Ağabeyiler ile Arap Fahrettin’den vizeyi alıp içeri girdik mi dünyalar bizim olurdu.
Salonun ortasında kurulan ringde az mı maç seyretmiştik.
Boks hakemlerinden biriside bizim hocamız rahmetli Mustafa Fikret Ağaver’di.
O zamanlarda dünya ağırsıklet boks şampiyonları Muhammed Ali, Patterson, Liston gibi isimleri yakından takip eder, onlarla ilgili gazete kupürlerini ve mecmuaları zevkle okurduk.
Polis Hüsnü’nün oğlu boksör Yüksel Yıldırım’da “Erzurum’un Patterson’u” lakabıyla bilinirdi.
Turnuvalar özellikle kış aylarında yapıldığından, salondan içeri giremeyen bazı seyirciler, açık olan pencerelerden içeriye kartopu fırlatırlardı.
Kartoplarından bir kaçının ringin ortasına düştüğü de olurdu.
Zühtü Akbaba’ların boks yaptıkları döneme yetişmesek de Dünya, Avrupa ve Türkiye şampiyonalarında ün yapmış, çoğu Erzurumlu boksörlerimizi yakından tanıma fırsatı bulmuştuk.
O boksör ağabeylerimiz ve kardeşlerimiz spordaki başarılarıyla beraber, yaşamlarındaki mütevazı ve beyefendi kişilikleriyle de gönüllerimizde taht kurmuşlardı.
Sporun dışında, güç ve tekniklerini kullandıkları hemen hemen hiç görülmez ve duyulmazdı.
DEVAM EDECEK…