Sosyal bir
gerçektir; geri kalmışlık ve yoksulluk terörü tetikleyen etkenlerden
birisidir. Fakat, ondan daha çarpıcı başka bir gerçek ise, yoksulluk ve
geri kalmışlığın yalnız başına terör nedeni
Bu tespit gerçeği
yansıtmıyor olsaydı şayet, neredeyse Güneydoğu’dan iki kat daha yoksul
olan Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi, terörün ana üssü olurdu.
Misal;
Erzurum, Erzincan, Kars, Ardahan, Ağrı, Iğdır, ve Bayburt illerinden
oluşan ve toplam 2 milyon 516 bin nüfusa sahip Kuzeydoğu Anadolu
Bölgesi’nde, kişi başına düşen Gayri Safi Yurtiçi Hasılası (GSYH) 3 bin
584 dolar iken; her fırsatta yoksul ve geri kalmış olarak takdim edilen
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bu oran, 5 bin 263 dolardır. Aynı bölgede
yaşayan nüfus toplamı da 7 milyon 500 bindir.
Türkiye İstatistik
Kurumu (TÜİK) tarafından hazırlanan bir raporda, Erzurum “yoksul iller”sıralamasında en başa yerleştirilirken, 14 bin 802 dolarlık kişi başına
düşen yıllık geliri ile Eskişehir, Tekirdağ, Bursa, Adapazarı, Bolu,
Düzce, Yalova ve Bilecik gibi iller de zenginler kulübünü oluşturmuş.
Erzurum, Diyarbakır veya Mardin’inden yaklaşık iki defa daha yoksulken; Tekirdağ ya da Düzce’den tam dört kat daha geride...
“Terörün
kökünü kazıyacak tek çare zenginliktir” tezini savunanlar haklı olmuş
olsaydı, Doğu Marmara Bölgesi’ni oluşturan illerde kurtla kuzu yan yana
otlarken, Diyarbakır, Van, Tunceli ve Mardin gibi illerde de bölücü
örgütler asla taban bulamazdı.Ve yine bu teze göre, başta Erzurum,
Erzincan, Iğdır ve Bayburt gibi şehirler de boğazına kadar kana bulaşmış
olurdu.
Lakin manzara tam tersi...
Aslında herkes biliyor
ki, Güneydoğu’da kayıt dışı ile birlikte, kişi başına düşen gelir 5 bin
263 dolardan çok daha fazladır. Başta akaryakıt olmak üzere, bölge
illerinde artık neredeyse meşru hale gelen kaçakçılık sayesinde artan
zenginlik, bırakın terörün önüne geçilmesini, bilakis palazlanmasına
yolaçmıştır. Bugün Güneydoğu’da kimi çevreler “bölünme”den yahut “Kuzey
Irak’la birleşmek”ten söz ediyorsa, bunun başlıca nedeni, bölgedeki
kontrolsüz para kaynağı ve artan kirli zenginliktir.
İşte Erzurum...
Kişi başına 3 bin 584 dolar geliri ile ülkenin en yoksul 7 şehrinden birisi.
Haram
ekonomisi ve kirli parası da olmayan Erzurum, iç ve dış odakların tüm
çabasına karşın, değil terör örgütlerine teşne olmak, milli duruşundan
zerre kadar taviz vermedi. Halbuki, son yıllarda bilinçli olarak
dönüştürülmek istenen demokrafik yapısı, kendi içinde çok ciddi
sorunları barındırıyor.
İki kutuplu dünya döneminde Erzurum,
komünizm tehdidi ve tehlikesine karşı özellikle kıta Avrupası ve NATO
için hep “ön karakol” olarak görülmüştü. Bu yüzden de, Erzurum’a kendi
çıkarları doğrultusunda jeopolitik ve stratejik açıdan “büyük önem”
yükleniyordu. Soğuk Savaş yıllarının en ünlü sosyal ve siyasal
planlamasından birisi olan Yeşil Kuşak Projesi’nin merkez üssünün
Erzurum olması da bundandır.
Kimse iddia edemez ki, 1950’lerde
başlayıp, günümüze kadar uzanan tarikat ve cemaat yapılanmasında
Erzurum, tesadüfen ana kamp olmuştur. Amerika mahreçli bu NATO
stratejisine göre, Erzurum merkezli Yeşil oluşum, Kafkaslar’dan vuracak
Kızıl dalgayı kıracaktı.
Yıllar yılı da bu amaç doğrultusunda amel edildi.
Türkiye’den
çok başkalarının çıkarlarına hizmet etmiş olmasına rağmen, bu
yapılanmanın hiçte zararlı bir politika olmadığı zamanla daha iyi
anlaşıldı. Ama komünizm tehlikesinin ortadan kakmasıyla birlikte,
Erzurum hem gözden hem de gönülden düşmeye başladı.
Artık ne
NATO’nun ne de Avrupa’nın, Türkiye’nin “dalga kırıcı” olmasına ihtiyacı
kalmadı. Bu gelişme de doğal olarak, Erzurum’u alabora etti.
Şayet,Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, devlet Erzurum için yeni bir
kalkınma stratejisi saptamış olsaydı, bugünkü geri kalmışlık ve
yoksulluk bu boyutta olmazdı.
Aslında devletin belki de Soğuk
Savaş döneminden daha çok ihtiyacı vardı Erzurum’a; çünkü bu sefer de
bölücü terör tehdidi ile yüz yüze kalmıştık.
Hükümetler,
Erzurum’un siyasi ve sosyal yapısına güvenerek, etnik ayrımcılık üzerine
bina edilen bir terör oluşumunun burada barınamayacağını biliyordu.
Tahminler doğru çıktı...
Komünizm
tehdidi ve tehlikesinden ecelden kaçar gibi kaçan NATO ve Batı bu
sorundan kurtulunca, bölücü terörden dolayı, kendisine yeni “kırmızı
çizgi”ler çekme ihtiyacı duymadı.
Dolaysıyla, onlar açısından Erzurum’un da artık stratejik bir önemi yoktu.
Peki, ya Türkiye Cumhuriyeti Devleti açısından da durum böyle miydi?
Türkiye, tam da o tarihlerde iliklerine kadar sarsıldığı liberalizm şokuna yakalanmıştı.
Artık yeni anlayışlar, yeni kalkınma modelleri, yeni bakış açıları vardı.
Devletçi
ekonomi veya devlet himayesi tarih oluyordu; yeni siyasi termonolijiye
göre, “herkes kendi ayakları üzerinde durmasını öğrenecek ve ürettiği
kadar tüketecek”ti.
Corafya, iklim ve rakım gibi değişmesi
imkansız şartlar, yeni iktisadi yapılanmada Erzurum’u yarış dışına itti.
Yıllar içerisinde makas aleyhimize giderek açıldı ve bugünkü tablo
ortaya çıktı:
Kalkınmışlık sıralamasında 67, kişi başına düşen milli gelir itibarıyla da sondan yedinciyiz.
Ama bu tabloya rağmen Erzurum, teröre yataklık etmiyor...
Dolaysıyla, Güneydoğu’da artan zenginliğe karşı tırmanan terör gerçeği bir tenakuzdur.
Yoksulluk ve geri kalmışlık toplumlar için maraz ve illettir. Ama artan her zenginlik de terörün panzehiri değildir.