Tarihi belgeler; Osmanlıların beş yüz yıllık egemenliğinden önce, IV. yüzyılda Balkanlar’a gelen Hun, Avar, Oğuz, Kuman ve Peçenekler gibi Türk kavimleriyle birlikte, Balkanlar’da Türklerin bin altı yüz yıllık geçmişlerinin bulunduğunu söylemektedir. Bin altı yüz yıllık mazimizin olduğu bu topraklardaki kültür mirasımızı görmek, ecdat yadigârı mekânlarda gezmek, Evlad-ı Fatihân’ın torunlarıyla bir arada olmak düşüncesiyle yoldayız.
Uçağın pilotu Üsküp’e inmek üzere olduğumuzu anons edince, kendisi de Üsküplü olan ünlü şairimiz Y. Kemal Beyatlı’nın: “Üsküp ki Yıldırım Beyazıd Han diyarıdır – Evlad-ı Fatihân’a onun yadigârıdır. / Firuze kubbelerle yalnız bizim şehrimizdi o; – Yalnız bizimdi, çehre ve rûhiyla, biz’di o. / Üsküp ki Şar Dağı’nda, devamıydı Bursa’nın – Bir lâle bahçesiydi, dökülmüş temiz kanın.” mısraları dökülüyor dudaklarımızdan.
Müslümanlığın ve Türklüğün en güzel hatıralarını taşıyan bu topraklara ayak basmanın heyecanı, hüznü ve gururu içindeyiz. Makedonya – Kosova gezisinde bize rehberlik edecek olan yirmi bir yaşındaki Ahmet Kurtiş’le hemen tanışıyoruz. Oldukça bilinçli ve beyefendi olan Ahmet’i, evladımız gibi hemen bağrımıza basıyoruz.
Evlad-ı Fatihân’ın torunlarından olan Ahmet, bizi otelimize yerleştirdikten sonra, Üsküp Kalesi’ne çıkarıyor. Üsküp kalesi oldukça bakımsız, restorasyon çalışmaları yeni başlamış, kaleden şehrin görünümü ise tek kelimeyle harika.Bir zamanlar Osmanlı Bayrağı’nın dalgalandığı Üsküp Kalesi’nde, şimdi sarı kırmızı Makedon Bayrağı dalgalanıyor. Vodna Tepesi’ndeki devasa haç, şehrin her yerinden ve çok uzaklardan gözüküyor. Akşamları aydınlatılan bu haç’ın bir benzerini Bosna’da görmüştük.
Bosnalı Müslüman rehberimiz Ahmet, Mostar yolundaki bu haç’ı bize gösterirken, “Ne kadar yükseğe dikerlerse diksinler, gökyüzündeki bizim hilâlimize ve yıldızımıza asla ulaşamazlar” demişti. Hun veya Avar Türkleri tarafından ismi verildiği söylenen Vardar Nehri, Üsküp’ün ortasından geçiyor.
Halk arasında isimle ilgili bir takım rivayetlerde yok değil, bu topraklara Osmanlılardan önce gelen Türkler, bir yerleşim yeri kurmak için tartışırlarken, komutanlardan biri “Burada nehir yok mu?” diye sormuş, yöre halkı da “Var ama dar” demişler, bundan dolayı bu nehrin ismi “Vardar” olarak kalmış diye, rehberimiz Ahmet bize naklediyor.
Bizanslıların Vardar Irmağı kıyılarına yerleştirdiği Türklere, “Vardaryotlar” veya “Vardar Türkleri” ismini verdikleri de Ahmet’in aktardığı bilgiler arasında yer alıyor. Vardar Nehri’nin doğusunda yoğunlukla Türkler yaşıyor, batısında ise Hıristiyanlar. Her yerde olduğu gibi burada da doğu ve batı arasındaki gelişmişlik farkı ortaya çıkıyor.
Müslüman Türklerin çoğunlukta olduğu bölge bakımsız olarak gözükürken, Hıristiyanların yaşadığı bölgede batı tarzı bir yapılanmanın olduğu hemen fark ediliyor. Kalenin yanı başındaki Mustafa Paşa Camii, her yandan görünmesi ve okunan ezanın her yöreden duyulmasıyla ün yapmış.Depremde oldukça zarar gören Mustafa Paşa Camii, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin destekleriyle TİKA tarafından onarılıyor, yapımında ise Türk işçiler çalışıyor.
Mustafa Paşa Camii’nden aşağıya doğru uzanan yolun üzerinde, Osmanlı döneminde Posta İdaresi olarak kullanılan bina, bugün Balkan Üniversitesi olarak işlevini sürdürüyor.2006 yılında kurulan bu üniversite, Fetullah Gülen Hoca Efendi’nin eğitim kurumlarından biri olarak telaffuz ediliyor. Evliya Mezarlığı olarak da ifade edilen Üsküp’te, Osmanlı’dan kalma onlarca cami, medrese, han, hamam, çeşme görmek, derin bir iç çekmemize sebep oluyor.
Grubumuzla birlikte Türk Çarşısı’na girerken, minarelerden ikindi ezanı okunuyor.Çarşı Osmanlı izlerini taşıyor, esnafın hepsi Müslüman, Türkiye’den gittiğimizi öğrendiklerinde, özel bir ilgi gördüğümüzü hemen fark ediyoruz. Yerleri taşla döşeli Çarşıdaki dükkânlar, birer katlı ve sağlı sollu, yan yana sıralanmışlar. Çarşıda gezerken isminin Cezmi olduğunu öğrendiğimiz terzi, bizi işyerine davet ediyor.
Terzi Cezmi’nin şirin dükkânında, Ahmet Özen isimli, ekonomi tahsili için Üsküp’e gelen üniversite öğrencisiyle tanışıyoruz. Bizim Erzurumlu olduğumuzu öğrenen Ahmet, heyecanla annesinin de Erzurumlu olduğunu söylüyor. Dayılarının isimlerini ve annesinin Mumcu Mahallesi’nde olduğunu bir çırpıda bize anlatıyor.
Kapan Han, Murat Paşa Camii (Türk Camii), Çifte Hamam Türk Çarşısı’na yakın, nadide Osmanlı eserleri arasında sayılıyorlar. Akşam namazını cemaatle birlikte kıldığımız Murat Paşa Camii’nde, imamın çok uzun sureler okuması, bir hayli dikkatimizi çekti. Çarşıdaki esnaflardan biri de “Arnavut Ömer” isimli Ressam, tarihi Türk Çarşısı’nın resimlerini çizmekle hayatını kazanıyor.
Çarşı; berber, kasap, lokanta, terzi, kuyumcu ve hediyelik eşya satan dükkânlardan oluşuyor. Tarihi Çifte Hamam, resim galerisi olarak kullanılıyor, etrafı son derece bakımsız, ilgiye muhtaç bir görüntü veriyor. Bankta oturmuş yaşlı iki amcanın yanına yaklaşıyoruz, birisi tütün tabakasından çıkardığı tütünü sigara kâğıdına koymakla meşgul, diğeri sessizce güvercinleri seyrediyor. Sardığı sigaradan nefes çeken yaşlı amcanın ismi Hasan Betiç’miş, kendisi Arnavut’muş, diğeri ise Bosna’dan gelen İsmail isminde Boşnak bir Müslüman.
Kendilerini “Elhamdülillah Türk’üz” şeklinde tanımlamaları karşısında, Batı’da Türk ve İslam kelimelerinin eş anlamlı kullanıldığına tanık oluyoruz. Gezintimiz sırasında, onarılmış eski bir Osmanlı yapısının içerisinde faaliyet gösteren Ensar Derneği’ne yolumuz düşüyor. İçerisi Asım’ın nesli ile dolu, davranışlarından ve konuşmalarından Türk töresi ve İslam öğretisi ile yetiştikleri belli olan bu gençler, tarihsel bir sorumluluk üstlendiklerinin farkındalar. Bu münasebetle Ensar Derneği’nin çatısı altında kültürel ve sosyal hizmetler sunuyorlar.
Sohbetimiz sırasında, Ramazan’da iftar yemeği verdiklerini, çocukları sünnet ettirdiklerini, öğrencilere burs ve kırtasiye temin ettiklerini, panel ve konferans düzenlediklerini öğreniyoruz. Milli ve manevi değerlerin korunmasında, Müslüman ülkeler arasında köprü oluşturmak gayesi güden Ensar Derneği 2002 yılında kurulmuş. Dernekte görev alan Bekir Üsküplü isimli genç, Bursa’dan gelmiş, Makedonya Türk Talebe Birliği’nin akşam yapacakları 19 Mayıs Gençlik Şöleni’ne grubumuzu nazikçe davet ediyor.
Gençlerin: “Bizler Osmanlı torunları, Atatürk’ün çocuklarıyız” tanımları ise hepimizi ziyadesiyle duygulandırdı.Din görevlisi olan Bahattin Bey’le de tanışıp, gençlerin ikram ettikleri çaylarımızı içtikten sonra, Ensar Derneği’nden güzel intibalarla ayrılıyoruz.
Erdal Abi Yazılarını zevkle okuyorum bunları bir Kitap haline getirebilirsen çok daha güzel olur düşüncesindeyim Erzurum için çalışmaların her yönüyle takdir edilmektedir nice sağlıklı yıllara