Osmanlılardan kalan üstü ahşap saat kulesi ve Gostivar Camii dimdik ayakta.
Camide Gostivarlı berber Faruk’la arkadaş oluyoruz, samimi ve içten ifadeleri hepimizi mutlu ediyor.
Gostivar caddelerinde dolaşırken, kendimizi Bursa ve Adapazarı’nda yürüyor hissediyoruz.Bayanlar genelde pardesülü ve başları kapalı, yaşlı dedelerin; bizim tabirimizle “Nuh Nebiden kalma” cinsinden eski bisikletlere binmeleri çokta hoşumuza gidiyor, Volesbit tabirini geçte olsa hatırlayıp gülüyoruz.
Kadayıfçı Hasan’ın dükkânına selam verip girince, yine aynı sıcak muhabbetle karşılanıyoruz.Hasan kadayıfı nasıl döktüğünü gösterirken, bizler de Ramazan Ayı’nda Erzurum’daki kadayıfçılarda sıra beklemeleri hatırlayıp, espriler yapıyoruz.Kasap Sağıp, Eczacı Kalfası Nizamettin, Gostivar’da tanıştığımız esnaflar olarak hatıralarımızda yer alıyorlar.
Yaklaşık elli bin kişinin yaşadığı Gostivar’da, Arnavutlar nüfusun %35’ini oluşturuyor, Türk ve Makedonların oranıysa %15 civarında bulunuyor.
Gostivar’dan ayrıldıktan sonra, bir buçuk saatlik bir yolculuğun ardından, Ohri Gölü’nün kıyısında bulunan Ohri’ye geliyoruz.
Fatih Sultan Mehmet Han’ın iki gün kaldığı söylenen Ohri, oldukça bakımlı ve güzel bir şehir. Yedi yüz yıllık olduğu söylenen tarihi çınar, Ohri’nin simgesi niteliğinde ve tüm görkemiyle meydanda yerini koruyor.
Çarşının içerisinde yürürken kulağımıza hoş bir ezan sesi geliyor.Ezan sesinin geldiği tarafa yöneldiğimizde, karşımıza 1720 yılında yaptırılan, Pir Muhammed Hayati Halveti Dergâhı ve Camii çıkıyor. İkindi namazını cemaatle kılıyoruz, namaz bitiminde camide kalan cemaatin Halveti Tarikatı’ndan olduklarını ve her namazın peşine zikir yaptıklarını, Sivas’ın Yıldızeli ilçesinden olan camii imamı İsmail Hoca’dan öğreniyoruz.
İlahiyat mezunu olan İsmail Hoca, bir yıl önce Ohri’ye gelmiş ve arşivde çalışmalar yapıyormuş.Halvetililer camiden çıkınca, İsmail Hoca onlarla bizi tanıştırıyor, post da oturan Osman Efendi, Halveti Dergâhı’nın silsilesini sürdürüyor.
Caminin bitişiğinde bulunan Halveti Dergâhı’na iki kapıdan giriliyor.Bir kapısı cümle kapısı, diğeri ise eğilerek geçilmesi için tasarlanmış ve caminin içerisine açılan başka bir kapı.
Dergâhın insana son derece huzur verici, mistik bir havası var.
Rahmetli Turgut Özal’ın da cumhurbaşkanlığı sırasında bu dergâhı ziyaret ettiğini, İsmail Hoca’nın sohbetinden anlıyoruz. Sabah namazlarından sonra zikirlerini yapan Halvetililerin, kahveci dedenin kahvesini içtikten sonra işlerine gittiklerini, camii imamı İsmail Hoca’dan duyuyoruz.
Pir Hayati Halveti’nin türbesinin bulunduğu yerde, ayrıca Halveti şeyhlerinden Şeyh Selami, Şeyh Abdulhadi, Şeyh Mustafa, Şeyh Tahir, Şeyh Zekeriya, Şeyh Mehmet, Şeyh İsmail, Şeyh zade Küçük Mehmet Efendi’nin mezarları da bulunmaktadır.
Caminin haziresinde, son kaymakam Şerif Bey’in ve şahlanan atından düşüp boynu kırılarak ölen Bektaşi şeyhi Gostivarlı Yaşar Bey’in de mezarları mevcut.
Yine burada yatan yirmi yaşında vefat etmiş bir bayana ait mezar taşında yazılı: “İrcii emrini verince Süphan – Ne ihtiyara bakar, nede nevcihan / Ecel şerbetini nüş edenleri – Tedavide aciz kalır tabiban” dizelerini İsmail Hoca okuyunca, ölüm gerçeği karşısında bir kez daha sarsılıyoruz.
Halveti Dergâhı Tito devrinde bile açık kalmış ve görevini aksatmadan sürdürmüş.
Ohri’de Osmanlı’dan kalmış konakların restore edilip yeniden canlandırılmasını, tarihi mirasımız adına oldukça önemli bir girişim olarak değerlendiriyoruz.
Şehre hâkim bir tepedeki kiliseyi görmek için epeyce bir yol kat ediyoruz.
Öncesinde yıkık bir kilisenin bulunduğu bu yerde, Osmanlılar tarafından cami inşa edilmiş, caminin depremde yıkılmasından sonra da 2002 yılında fevkalade güzel mimarisiyle dikkati çeken Kılıment Ohriski Kilisesi yapılmış.
Kilisenin karşısında yer alan mütevazı bir türbede ise Sinan Çelebi’nin ve Celalettin Bey’in kızının mezarları bulunuyor.
Elveda Rumeli filminde kaymakamlık olarak kullanılan binanın kapısı kapalı olduğu için içeri giremiyoruz, binanın etrafında dolaştıktan sonra, giriş kapısının önünde hatıra fotoğrafı çekerek teselli buluyoruz.
Ohri’deki Antik Tiyatro’nun Anadolu’da bulunanlardan fazla bir farkı olmadığını görünce, burada fazlaca oyalanmadan, görüntüler alarak şehrin merkezine iniyoruz.
Yağan yağmur altında motorla yaptığımız Ohri Gölü turumuzda, havanın soğukluğunu, manzaranın eşsiz güzelliğini seyrederek atlatmaya çalışıyoruz.
Makedonya’da yaşayan Türkler “Elveda Rumeli filminden sonra buralara olan ilginin fazlasıyla arttığını” söylerken, aslında filmin adının “Merhaba Rumeli” konulması gerektiğini de ifade ediyorlar.
Üsküplü olan Yahya Kemal’e ait bir müzenin olmamasını büyük bir eksiklik olarak aramızda konuşurken, Ohri çıkışında Yahya Kemal Koleji’nin levhasını görünce rahat bir nefes alıyoruz. (Devam edecek..)