Kodamanlar, koltuk tutanlar, köşe kapanlar, pusuda yatanlar, cemaatler, cemiyetler, başkanlar, racon kesen jüriler... Kim haklı, ne kadar haklı, gidişat hayırlı mı, tüneldeki ışık güneş mi, kamyonun farı mı?..
Ama o da ne?
Bir başka ata grubu da, intikam soğuk yenir, keser döner sap döner gün gelip hesap döner, bugün sana yarın bana, demiş, hay Allah...
Dost dediğin de kara günde belli olur, demişler, ne güzel...
İyi de, düşenin niye dostu olmaz, üstelik düşene tekme de neyin nesi?
İyilik yap denize at, falan iyi de, ‘besle kargayı, acıma yetime, merhametten maraz...’ üçlüsü ne ayak?
Sürüden ayrılanı kurt kapıyorsa, kurunun yanında yaş niye yanıyor ve her koyun niye kendi bacağından asılıyor ki?..
İki elin sesi varsa, nerede çokluk orada niye yokluk, hı?
Hadi yalan söyleyenin mumu sönüyor, beter olsun da, doğru söyleyen niye köy bulamıyor kardeşim?
Ne yapmak istemiş bu atalar?
Nabza göre şerbet dolaşıyor genetik olarak damarlarımızda...
Onlar da ‘işine geldiği gibi...’ tayfasındanmış ve...
Atamız neyse biz de o neticede...
Devam edersek, iki çıplak bir hamama yakışır diyen de biziz, iki gönlü bir samanlıkta basan da, anasına bakıp kızına talip olan da biziz, beş parmağın bir olmadığını fark etmiş süper zekalar da...
Ve hiç düşünmüyoruz aslında...
Erken kalkan yol alıyorsa şeytan bunun neresinde?..
Damlaya damlaya göl oluyor da taşıma suyla değirmen niye dönmüyor?..
Zararın neresinden dönersek kar madem, battı balık niye yanpiri gidiyor?...
Haliyle...
Bir tavır, bir karar, bir duruş arifesinde...
Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık...
Netice, hüsran...
Vaziyet dersen;