''...
Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum,
Bu dağların eskiden aşinasıdır soyum.
Bekçileri gibiyiz, ebenced buraların,
...
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla.
Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski,yeni,
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini,
...''
Ya da Garip Reyhani'nin şu dizeleri;
''...
Bir keçe, bir kaval, bir garip çoban,
Yıllar geldi geçti, yatar bu dağda.
Gündüzü karanlık, gecesi zindan,
Ne zaman bir sabah atar bu dağda.
... ''
Ben, Kemalettin Kamu'nun da,Reyhani'nin de o, her hecesi bir gece tüketen şiirlerinden bazı mısralar aldım. Tıpkı, bizim bir avuç haylaz çocuğun şehrin uğultusundan usanmış ruhlarımızdan çaldıkları o heyecan gibi.
Dedim ya, bir avuç haylaz işte!
İşi gücü bırakmış, Palandökenlerin zirvesine gizlenmiş bir tabyada bize tarihi hatırlatmışlar. Aslında her sokağı bir tabya olan bu şehrin,tepelerini arşınlayan bu haylazlar, zirvelerde gezmenin heyecanından olsa gerek koca ovaya kafa tutmuşlar!
Kar-kış, yağmur-çamur demeden gidip;1884 yılında Şahap Paşa'nın planları doğrultusunda, 2 bin 900 metredeki Palandöken geçidine Yüzbaşı Ömer Lütfi Bey'in gayreti ile inşa edilen o tabyayı kendilerine mesken etmişler.
Durun!
Sakın kızmayın bu haylazlara, o tarihi tabyanın duvarlarını birileri gibi kirletmemiş, avuçlarıyla temizleyerek dehlizlerini yüz yıldır tütmeyen bir ocağı yakmışlar. Bu yaramazlar, o koca dağın zirvesine 132 yıl önce gömülen savunma yuvasında, ekmek pişirmişler!
Birilerinin, şehrin göbeğinde cami yokmuş da, kalenin içindeki mescidde adeta davul-zurna eşliğinde sabah namazı şovu yapmalarına inat bu şergedeler,sessiz-sedasız Palandöken'in zirvesinde tarihi harlamışlar...
Dedik ya, şergede bunlar!
En iyisi biz yine Kamu'yu dinleyelim:
Hülyana karışmasın
ne şehir, ne de çarşı,
Yamaçlarda
her akşam batan güneşe karşı,
Uçan
kuşları düşün, geçen kervanları an,
Mademki
kara bahtın adını koydu çoban!
Yüreğinize sağlık... Kim bilir, belki de hiçbir yürek, Türk vatanına ve Türk milletine bu `şergede`lerin yüreği kadar ayna olmadı, olamadı... Size ve onlara binlerce teşekkür.
Bundan bir kaç sene önce öğrencilerimize bir resim çizin dediğimizde; Öğrencilerimiz hemen dağlar, güneş, ağaçlar, dereler çizmeye başlarlar dı. Modern toplumlarda büyüyen çocuklar doğayla daha az temas kuruyorlar. Oysa insan esasen doğanın bir parçasıdır. Tıpkı bizim çocuklarımız gibi.