29 Ekim'de Erzurum'a kar yağmamasını ve de şehrimizdeki bayram coşkusunu
ayrı tutacak olursak, bu kurban bayramı da genel gündem hemen hemen
değişmedi.
Ana başlıklar üç aşağı beş yukarı şunlardı:
-Parti patronlarının ağız dalaşı!
-Basmakalıp bayram demeçleri!
-Yolları kan gölüne çeviren trafik canavarları!
-Cadde ve sokaklarda kaçarken kovalanan kurbanlıklar!
-Kurban yerine kendilerini doğrayan çakma kasaplar!
-Televizyon ekranlarının değişmezi, kurban eti nasıl pişirilmeli sorusu!
-Zekeriya Beyaz hocanın, tavuk ve horozdan da kurban olur çıkışına ilaveten, ayakkabıdan da kurban olur açılımı!
Tabii ki bir de dış gündem vardı. Suriye'de sözde ateşkese rağmen bayram
süresince 200 aşkın insan hayatını kaybetti. ABD'de başkanlık seçiminde
artık sona yaklaşıldı. Burada en ilginç gelişme ise şu oldu: Obama,
marjinal yahudi ve hristiyanların tepkisi yüzünden, ön adı olan
"Hüseyin"i kullanamadığını itiraf etti.Türkiye'nin kucak açtığı Suriyeli
sığınmacılar kaldıkları kamplarda olay çıkarıp polisleri yaraladılar.
Fakat bu yıl önceki bayramlardan farklı olarak, bir de "erken bayram"
meselesini tartıştık, hem de enikonu…
Biz bayramın birinci gününü idrak ederken, Mekke ve Medine'nin,
ülkesinin sınırları içinde olması nedeniyle, kendini dünya
Müslümanlarının halifesi zanneden Arabistan Kralı, yine yapacağını yaptı
ve adeta Türkiye'ye inat bayramı bir gün sonra başlattı!
Erzurum'da neler olup bitti diye soracak olursanız, hemen söyleyelim:
Bu bayram (hem kurban hem de Cumhuriyet bayramı) oldukça sakin geçti.
Misal beklenilenin aksine Erzurum'un heveskar kasapları bu bayram daha
dikkatliydiler. Tamam kendini kesip doğrayanlar vardı ama önceki yıllara
oranla çok azdı. Bakan Akdağ ve milletvekilleri bayramı Erzurum'da
geçirdiler. Cadde ve sokaklar temizdi, bakımlıydı. Ulaşımda ciddi
sorunlar yaşanmadı, belediyelerin ve polisin aldığı tedbirler büyük
oranda işe yaradı.
Yani kısacası Erzurum huzur içinde çifte bayram yaşadı…
Dün cumhuriyetimizin ilanının 89. yılını, (Ankara'daki kargaşayı
saymazsak) yurt genelinde olduğu gibi, şehrimizde de coşkuyla kutladık.
Mümkün ki havanın da güzel olmasının etkisiyle, Erzurum'daki bayram
törenine halk büyük ilgi gösterdi. Tören alanı gelin gibi süslenmişti ve
herkes ellerindeki Türk bayrağını sevinçle sallıyordu.
89 yıl önce cumhuriyete giden yolu açan ve büyük önder Mustafa Kemal
Atatürk'e kucak açan Erzurum, dün bir kez daha o yılları andı ve
atalarımızı gösterdikleri büyük fedakarlıktan ötürü rahmetle yadetti.
Okullarda törenler yapıldı, yarışmalar düzenlendi.
İşte o yarışmalardan biri de rahmetli İhsan Doğramacı'nın Erzurum'da kurduğu Bilkent Lisesi'nde yapıldı.
Dün Bilkent Lisesi'nde düzenlenen bir tören nedeniyle bendeniz de
oradaydım. Okul yönetimi, "Benim Cumhuriyetim" başlığı altında Türkçe ve
İngilizce kompozisyon yarışması yapmıştı.
Bu okulun öğrencisi olan kızım Rabia Hilal, "Benim Cumhuriyetim"
başlıklı kompozisyon yarışmasının birincisi seçilmişti. Hem ödül
alacaktı, hem de yazdığı kompozisyonu davetlilere okuyacaktı.
Kızımı o sahnede görünce duygulandım, gurur duydum.
Kızım öyle güzel bir kompozisyon yazmıştı ki, birinci olması bir yana, cumhuriyeti ve Atatürk'ü dosdoğru anlamıştı.
O'nu anlından öptüm.
O sahnede, özelde benim kızım Rabia Hilal vardı ama genelde Atatürk'ün
cumhuriyeti emanet ettiği fikri ve vicdanı hür bir Türk genci duruyordu.
Gazi Paşa, gençlere hitap ederken "Cumhuriyeti biz kurduk sizler yaşatacaksınız" demişti ya…
Tam da öyleydi. Rabia ve O'nun gibiler kararlıydı: Aldıkları emaneti,
kendilerinden sonraki kuşaklara sapasağlam teslim edecekler.
Rabia Hilal'in savunduğu cumhuriyet çok anlamlı… Çünkü içinde olmazsa olmazları var:
-Birinci sınıf bir demokrasi
-Hukukun üstünlüğü
-Evrensel insan hakları
-Düşünce ve inanç özgürlüğü
-Kalkınmış müreffeh bir Türkiye
-Dünya genelinde, birilerini örnek alan değil, birilerine örnek olan bir millet
-İlim ve bilimde marka olmuş bir Türkiye
-Zalimlerin korktuğu, mazlumların güvenli bir liman olarak sığındıkları bir ülke
Rabia Hilal'in hayalini kurduğu Türkiye o kadar büyük o kadar büyük ki,
içinde her fikirden, her inançtan, her ırktan ve her renkten insana
istemediği kadar yer var.
Bir tek ihanete yer yok.
Rabia Hilal bir gün babası gibi gazeteciliği meslek olarak seçer mi
bilmiyorum. Lakin bugün babası, kızının yazdığı o kompozisyonu köşesine
aldı ve sözün bundan sonrasını O'na bıraktı.
Son bir not: Rabia Hilal, bir dönem İstiklal Okulları, sonra Final
Okulları olan son derece kıymetli bir eğitim kurumundan mezun olduktan
sonra, girdiği sınavla Bilkent Lisesi'ni tam burslu olarak kazandı.
Kızımın eğitim altyapısında bugünkü Final Okulları'nın yadsınamayacak
bir katkısı vardır.
İşte Rabia Hilal'in o yazısı:
BİZİM CUMHURİYETİMİZ
Ülke yıllardır süren durgunluğun ardından hızlandırılmış zamanlar
yaşıyor adeta. İmparatorluğun yıkılışı, bitmek bilmeyen yenilgiler, hala
oğlunun yolunu bekleyen gözü yaşlı analar… Herkes çaresiz, bir başa
ihtiyaç var. Ata yadigarı tüfeklerle son teknoloji silahlara sahip
düşmanla savaşmak ne mümkün. Her bölgede biraz teşkilatlanma, vatan
aşkıyla dirilmiş birkaç delikanlı; ama halk aç, halk acılı, halk bıkkın…
Tam bu sırada "bir adam" çıkıyor. Osmanlı Hükümeti'nin Türk
ayaklanmalarını bastırması için gönderdiği yerlerde son umut
kırıntılarını bir araya getiriyor, kongreler düzenliyor, halkı temsil
edebilecek kişiler istiyor. 'Milletin bağımsızlığını yine milletin azim
ve kararı kurtaracaktır' diyor. Hem emparyalizme hem de monarşiye karşı
başlatılan bu diriliş git gide büyüyor. Düzensiz birlikler
birleştiriliyor. Milletin meclisinden çıkan kararlarla İstiklal Savaşı
başlıyor. 2. Viyana kuşatmasından bu yana süren gerileyiş sindiriliş
sona eriyor. Cephede kazanılan savaşlar yanında masada da galip geliyor
bir bir siliyoruz düşmanları vatanımızdan; ama o büyük asker Mustafa
Kemal biliyor ki cephede kazanılan zaferler yeterli değil, milli iradeyi
hakim kılmak şart.
Yıl 1923, yaz geride kalmış Ekim'in sonundayız; fakat herkes farkında
asıl şimdi doğuyor güneş bu toprakların üzerine. Mustafa Kemal, İsmet
İnönü'ye Cumhuriyeti ilan etmenin vakti artık geldi diyor. O Pazartesi
sabahı Ankara halkı sel gibi akıyor meclisin önüne kadınıyla, kızıyla,
yaşlısıyla. Herkes meclisten müjdeli haberin çıkmasını bekliyor. İsmet
Paşa okul sıralarında oturan milletvekillerine anayasanın ilk maddesinin
"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türkiye Devleti'nin hükümet
şekli cumhuriyettir" şeklinde değiştirilmesi için oylama yapılsın diyor.
Gün görmüş gaziler, generaller, kalemleriyle, kılıçlarıyla bu memlekete
hizmet etmiş kahramanlar dimdik duruyor. Ardından orada bulunan
gazeteciler, milletvekilleri dinleyiciler hep bir ağızdan 'Yaşasın
cumhuriyet' diye bağırıyor. Bütün eller kabul oyu için kalkıyor. O
dakikadan itibaren Türkiye Devleti'nin yönetim şekli cumhuriyet oluyor.
İlk Cumhurbaşkanımız Atatürk "Bu bizim cumhuriyetimiz" diyor;
kadınlarımızla, çocuklarımızla kazandığımız galibiyet, yıllardır
hasretini çektiğimiz egemenlik... Rabia Hilal ŞENER