Kütüphaneler haftası nedeniyle bu yazımı sizlerle paylaşmak istedim.
Kütüphane kitaplar evi demektir. Medeniyetimizde kütüphaneler sadece kitapların korunduğu yer değil, kitabın üretildiği, yazıldığı devletin himayesinde korunan yerlerdi. Devletin bilgiye verdiği değer, kütüphanelerinin zenginliğiyle eşdeğerdir. Elbette kütüphaneleri devlet korumalı ve geliştirmelidir.
"Bilim ve sanat korunmadığı yerden göç eder," der İbn Sina.
Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi hocası rahmetli Yunus Kaya'ya derler ki; Tortum'un dağ köyünde çok derin bir hoca var, duydun mu?
Hoca da kızarak yöresel şivesiyle cevabı yapıştırır; "O hanci çütüphanede yetişti!
Demek ki kitap olmadan asla bilginlik olmaz. Hele bilgelik hiç olmaz.
Bilginler olacak ki kitap olsun.
Bilginle bilgin olmayanın temel farkı nedir?
Bilgin kitaba hâkim olandır, kitabın hâkim olduğu ise bilgin değildir, talebedir.
Gazali'nin ve İbn Sina'nın olayı buna en güzel örnektir.
Çok genç yaşta 53 yaşında vefat eden Gazali (1058-1111) yolculuk sırasında eşkıyalar tarafından önü kesilip eşyaları alınmak istenir. Gazali, "Her şeyimi alın, kitaplarımı bırakın" diye yalvardığında soyguncu ona şu soruyu sorar; "Eğer aldığım için bu kitapların içeriğinden seni yoksun bırakıyorsam, kitapları bildiğini, ilmini nasıl iddia edebilirsin? Gazali bu soygunu Tanrı'nın bir uyarısı kabul eder ve sonraki üç yılı notlarını ezberleyerek geçirir.
İbn Sina da Aristoteles'in kitaplarından birisini 40 sefer okuyup anlamaz. Anlamadığı konuyu Farabi'nin Aristoteles üzerine yazdığı bir kitabından bir seferde okuyup anlayınca sokağa çıkar sevinçten sadaka dağıtır.
Filozof kelimesi, bilgi seven, arayandır. Bilen insan güçlü insandır. Elbette bilenle bilmeyen bir olamaz.
Dünyada ilk matbaayı bulan ve kullanan Uygur Türkleridir. En İyi kâğıt Semerkant'ta üretiliyordu.
Geçmişimiz kitaba, yazıya değer verip büyük devletler kurmuşken, bugün kitaba, bilgiye, sanata, felsefeye, ticarete, dine, ahlaka velhasıl hayata karşı yeterince ilgiyi duymamamızın nedenleri üzerinde durmamız gerekir.
Ama yine de rahmetle anacağımız insanlarımız var.
Atatürk Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'nde en değerli bölüm elbette merhum Seyfettin Özege'nin adının verildiği nadide eserler bölümüdür. Özege'nin bağışladığı 57.000'i aşkın nadide eserleri Rahmetli rektörümüz Prof. Dr. Yaşar Sütbeyaz'ın hizmetleriyle elektronik ortama atıldı. Bu hizmet unutulmayan hizmettir.
Seyfettin Özege gibi bir fedakâr insan da Eli Emiri Efendi'dir.
Ali Emiri Efendi (1857-1924), 67 yıllık ömründe Seyfettin Özege gibi hayat boyu hiç evlenmemiş, fedakâr, kitap kurdu bir insan. Yine Özege gibi o da tüm parasını, maaş ve servetini kitap toplamak için kent kent dolaşıp harcamıştır. İstanbul'da "Millet Kütüphanesi" haline getirilen kütüphaneye 4.414 yazma, 12.127 basma toplam 16.541 eser bağışlamıştır. Diğer kitaplarla birlikte bu kütüphanedeki basma ve yazma eserler 43.000'i bulmuştur.
Ali Emiri Efendi'nin yoksulluk içinde kıvranmasına rağmen kitap toplarken bugün paha biçilmez bir eseri 1910 yılında İstanbul'da Sahaf Burhan'dan 33 liraya satın alır. Ancak ne sahafın ne de eseri sahafa satanın kitap hakkında bir bilgisi yoktur. Bu paha biçilmez eser Millet Kütüphanesi'nde yer alan Türk irfan ve medeniyet tarihinin önemli temel kaynaklarından olan Kaşgarlı Mahmut'un "Divan-ı Lügat-it-Türk" adlı eseridir.
Bu kitabın haberini alan Macar İlimler Akademisi satın almak için Osmanlı Tarihi Encümeni Üyesi İskender Bey aracılığıyla Ali Emiri Efendiye on bin altın teklif eder. Emir'inin cevabı çok manidardır: "Ben kitaplarımı milletim için topladım. Dünyanın bütün altınlarını önüme koysalar değil böyle bir kitabımı, herhangi bir yaprağını bile satmam," der.
Fransızlar da kütüphaneyi 30.000 İngiliz lirasına satın almak için son derece cazip tekliflerle Ali Emiri Efendiye başvururlar. Fakat O'nun hiç tereddüt etmeden verdiği cevap fevkalade güzeldir: "Efendiler! Ben bu kütüphaneyi devletimin bana verdiği maaşlarla yaptım. Öldüğüm zaman milletime kalması için... Bir daha böyle bir teklifle gelirseniz sizi buradan kovarım!
1910 yılına kadar adı bilinen ancak ortada bulunmayan eser ortaya çıktığında büyük bir olay olur. Fuat Köprülü ve Ziya Gökalp kitabı görmek isterler. Emiri, kitabı Kilisli Rıfat'tan başkasına göstermez. Kilisli Rıfat Efendi, çok dağınık ve perişan halde bulunan eseri iki ay müddetle üç kere okur, sayfaları yerli yerine koyar ve numaralandırır. Ali Emîrî Efendi bu hizmeti karşılığında Kilisli Rıfat Efendi'ye bir evini hediye etmek istediyse de kabul ettiremez. Kilisli Rıfat Efendi ise; "Eğer illa kendisine bir mükâfat verecekse, kitabı yayınlamasının yeterli olacağını," söyler.
2009 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından İstanbul'un Fatih ilçesinde Ali Emiri adına bir kültür merkezi açılmıştır.
Seyfettin Özege'nin adı bir kültür merkezine, caddeye veya okula verilemez mi? Elbette verebilirler diye düşünüyorum. Çok da iyi olur.
Eğer fedakâr insanlar olmasa kütüphanelere kim kitap verir?
Kütüphane kurmayı, bilim ve sanatı korumayı değersiz sayan anlayış acınacak zavallı bir anlayıştır.
Hele bir de Erzurum gibi kadim kentin değerleri heba edilirse vay halimize!
Dadaşkent'ten kente girişte "Evliyalar kenti Erzurum'a hoş geldiniz" diye kocaman bir reklam panosunu dikildi. Bu kentin her alanda yetiştirdiği çok değerli insanları var. "Medresede, mektepte kelam var, dergâhta hal var," öz deyişi ne sadece kelamın ne sadece hal/davranışın bize yetmeyeceğini ifade etmektedir. Bunlardan biri eksik oldu mu yetkinlik olmaz. Tabela baştan olumsuz. Bu yazı niye yazıldı bilmem. Ancak tabelaya sadece Evliyalar değil de Bilginler, Bilgeler, Sanatkârlar, Müteşebbisler, Kahramanlar gibi eklemeler yazılsaydı daha iyi olurdu.
Değerlere saygı ve vefa erdemliliktir.
Umarım yetkililerin gözünden kaçan bu tabela düzeltilir. Erzurum'un adına uygun bir tabela olur dileğiyle.